YEGÂNE KURTULUŞ REÇETESİ
16 Şubat 2021

YEGÂNE KURTULUŞ REÇETESİ

Allah Subhanehu ve Teâlâ, yeryüzünü insanın emrine vermiş, Hz. Âdem (as) ve neslini yeryüzünü imar etmek ve Allah’ın (svt) hükümlerini tatbik etmek üzere halife olarak yaratmıştır. ﴿ وَاِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلٰٓئِكَةِ اِنّ۪ي جَاعِلٌ فِي الْاَرْضِ خَل۪يفَةًۜ قَالُٓوا اَتَججْعَلُ ف۪يهَا مَنْ يُفْسِدُ ف۪يهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَٓاءَۚ وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَۜ قَالَ اِنّ۪ٓي اَعْلَمُ مَا لَا تَعْلَمُونَ ﴾ “Hatırla ki Rabbin meleklere: “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” dedi. Onlar “Biz hamdinle Seni tesbih ve Seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun?” dediler. Allah da onlara: “Sizin bilemeyeceğinizi ben bilirim” dedi.” [Bakara 30]

Halife lügatte; sonradan gelen (nesil), birinin yerine bırakılan, vekâlet ve yöneticilik gibi anlamlara gelir. İnsanın yeryüzü halifeliği Allah’a (svt) iman etmesi ve bu imanının gereği olarak tüm hayat sahasında O’nun (svt) hükümlerini uygulamasıdır. Peygamberler Allah’ın (svt) hükümlerini insanlara açıklamışlar ve onlardan sonra gelenler bu halifelik işini yerine getirmişlerdir. İlahi davete icabet edip Allah’ın (svt) koyduğu ölçülere göre yaşayan salih insanlar da bu mübarek yükü taşımada nesilden nesle birbirlerinin halefi olmuşlardır. İşte bu bilinçle Allah’a (svt) itaat ettiğinde insan, fesat çıkaran ve kan döken değil; selameti ve adaleti tesis eden bir halife olur.

Istılahta halife; Hz. Peygamber’den (sav) sonra, O’na (sav) halef olarak Müminlere emir, yönetici olan kişidir. Başka bir ifadeyle Müminlerden aldığı biat sonucu Müminler adına tasarruf yetkisine sahip olan ve İslam ahkâmını tatbik edecek olan kişidir. Hilafet kurumunun ilk halifesi olan Hz. Ebubekir’in (ra) halife seçildikten sonra yaptığı konuşma Hilafetin varlık gayesini ve hangi temeller üzerine dayandığını açıklaması bakımından önemlidir:

“İnsanlar! Sizin en hayırlınız olmadığım halde başınıza getirildim. İyi davranırsam bana yardımcı olun; saparsam beni düzeltin. Doğruluk emanet, yalan ihanettir. İçinizdeki güçsüz, hakkını alıncaya kadar benim yanımda güçlüdür. İçinizdeki güçlü de Allah’ın izniyle hakkı ondan alınıncaya kadar benim yanımda zayıftır. Sizden kimse cihadı terk etmesin; çünkü onu terk eden bir kavmi, muhakkak Allah zillete düşürmüştür. Allah’a ve Resulü’ne itaat ettiğim sürece bana itaat edin. Allah’a âsi olursam, bana itaatiniz gerekmez.” İşte böylece Raşid Halifelerle başlayan Hilafet; Allah’a (svt) ve Resulü’ne (sav) itaat edildiği, cihat yoluyla davetin taşındığı bir devlet ve mustazafların sığındığı bir liman olagelmiştir. Nice karanlıkta kalan kimseler Hilafetin varlığıyla ve İslam’ın nuruyla aydınlığa kavuşmuştur.

Peygamberimiz (sav) tüm insanlığa gönderildiğinden ve İslam da kıyamete kadar geçerli bir din olduğundan “Rasulullah’a (sav) halef olma” anlamındaki Hilafetin de kıyamete kadar sürdürülmesi gerekir. Ancak Hilafet 1293 yıl devam ettirildikten sonra 3 Mart 1924 tarihinde Türkiye’de TBMM kararıyla kaldırılmıştır. Şimdilik hayat sahasında mevcut değildir. 13 asır boyunca dünyaya liderlik etmiş, eman ve emniyeti sağlamış, adaleti tesis etmiş, hak sahiplerine hakkını vermiş olan Hilafet, Müslümanların adeta koruyucu seddi olmuştur. Bir baraj düşünün ki bu baraj duvarı sel sularının verimli topraklar üzerine akmasını engelliyor. Fakat sonra bu barajda çatlaklar oluşmaya başlıyor ve birileri gelip bu çatlağa vurarak baraj duvarını tümden yerle bir ediyor, verimli topraklar da sel suları altında kalıyor ve sele kapılıp onunla beraber akıp gidiyor. İşte bunun gibi Rasulullah (sav) İslam Devleti’ni Medine’de kurarak sağlam bir baraj inşa etmiş ve Raşid Halifeler de bunu devam ettirmişlerdir. Her ne kadar Emeviler döneminden başlayarak halifelik saltanat şeklini alsa da ehil olmayanlar başa geçip İslam ahkâm ve adaletini hakkıyla uygulamasalar da Osmanlı’nın son zamanlarında bozulmalar meydana gelse de neticede Müslümanların baraj gibi koruyucu bir devleti vardı. “Hasta” olarak vasıflandırıldığı dönemde bile dünyanın bir numaralı devletiydi. Ancak kâfirler M. Kemal eliyle bu barajı yıkıp o kara devrimi gerçekleştirdiler ve Hilafeti lağvettiler. İslam âleminde Ümmet bilincinin yitirilmesi, ulus anlayışının yerleşerek 46 ulus devlete ayrılması işte bu kara devrimle sağlanmıştır. Sonucunda Peygamber Efendimizin (sav) haber verdiği gibi “…selin getirip yığdığı, ağırlığı olmayan çerçöp durumunda olacaksınız.” durumuna düşülmüştür.(Ebû Dâvûd, Melâhim 5) Sonrasında fikri ve fiili saldırılar karşısında Müslümanlar savunmasız kalmış, fesat ve zulümat her yanı kuşatmıştır. İslami fikir ve değerlerin yerini yavaş yavaş kâfirlerin fikir ve değerleri almış, bu cehalete de “çağdaş, uygarlık” denilmiştir. Aslında bu saldırıların en tehlikelisi de fikri saldırıdır. Çünkü bir Müslüman öldürülse sadece dünya hayatı biter ama fikren öldürüldüğü yani İslam akidesini yitirdiği zaman hem dünya hem de ahiret hayatı mahvolur. İşte bu fikri bozulmada gelinen son noktanın adı: “laik demokratik Müslümanlıktır”. Lâ’sı olmayan, herkesi hoş gören, her şeyle uzlaşan ılımlı Müslüman profili oluşturmak için kukla âlim ve yöneticiler üzerinden tüm güçlerini sarf etmektedirler. “Müslümanım” diyen etkin güçler tarafından dinin tahrifi, hakla bâtılın karıştırılıp hak diye sunulması; savaşlardan, işgallerden çok daha tehlikeli bir durumdur. Diğer yandan Müslüman beldeler emperyalist kâfirlerin işbirlikçi yöneticileri vasıtasıyla onların sömürgeleri olmuş ve bazı ülkelerde Müslüman olmak ölüme davetiye çıkarmanın adı olmuştur. Müslümanlar; İstiklâl mahkemelerinde asılan, Srebrenitsa’da ve Hocalı’da kurşuna dizilen, Özbekistan zindanlarında yıllarca işkence edilen, Çeçenistan’da komünistlere karşı direniş gösterip zulme uğrayan, Suriye’de fosfor bombalarıyla katledilen, Filistin’de Yahudilerce toprakları gasp edilen, Yemen’de yaprak yemeye mahkûm edilen, Irak’ta ABD askerlerince namusları kirletilen, Doğu Türkistan’da toplama kamplarında ortadan kaybedilen, Afrika’da köleleştirilen ve yer altı zenginlikleri sömürülen, Hindistan’da evleri, camileri ateşe verilen, denizlerde botları batıp cesetleri kıyıya vuran kaçak göçmenler durumuna düşmüşlerdir. Daha adını sayamadığımız memleketlerde nice zulme maruz kalan Müslümanlar vardır. Kâfirler hangi cesaretle bunları yapabiliyorlar? Bunların hepsi sahipsiz oluşumuzdan değil midir? Hz. Ebubekir (ra) gibi güçsüzlerin hakkını onlara iade edecek, cihadı gerçekleştirecek bir Halifemizin olmayışından değil midir? Bir düşünsenize 2 milyar nüfuslu, 46 ulus devletin birleşmesinden oluşmuş, başında halifesi olan İslam Devletini… Böylesi süper gücü olan bir devletin insanlarına hangi akılsız kötülük yapma cesaretini gösterebilir? Kâinatı, içindekileri ve tüm yarattıklarının işleyiş kanunlarını yaratan Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın kitabı olan Kur’an’ın projeleri; hayâl değil hayata geçirilebilecek projelerdir, kurtuluş reçeteleridir. İman edip sâlih ameller işleyenleri, yeryüzünün tamamında güç ve iktidar sahibi olarak etkin şekilde halife yapmak Allah’ın vaadidir. (Nur/55) Hilafet “…sonra nübüvvet metodu üzere Hilafet olacaktır.” hadisiyle Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in müjdesidir. (Ahmed, Müsned 4/273) Şimdi bize düşen yıkılmış olan barajımızı Peygamberimizin (sav) gösterdiği metotla yeniden inşa etmektir. Bu ümmet içinde yeryüzü halifeliğini hakkıyla gerçekleştiren “hayra davet eden, emr-i bi’l-marûf ve nehy-i ani’l münker yapan” (Al-i İmran/104) özel bir Ümmet çıkmış ve hilafete giden yolu açmıştır. Bu Ümmet Hilafetin devam ettirilmesi için Allah’tan nusret beklemektedir. Hilafet, Allah’ın hükümlerinin tam olarak uygulanabilmesi için olmazsa olmazımızdır ve Müslümanlar için namus ve izzet meselesidir. Hilafet, işgal altındaki beldelerimizin ve tüm Müslümanların dünya ve ahiret saadeti için geçerli tek paroladır. Hilafet, modern cahiliyenin zulmü altında kıvranan dünya için yegâne alternatiftir.