Bir zorba diktatörün daha heykellerinin devrildiğini bizlere gösteren Allah-u Teâlâ’ya hamdolsun. Suriye’deki 61 yıllık sosyalist Baas rejimi ve 53 yıllık k-anlı Esad ailesinin iktidarı tarihin çöplüğüne atıldı. Sokaklara dökülen halk, birçok yerde Hafız Esad’ın heykellerini yıktı ve oğlu Beşşar’ın resimlerini parçaladı. Suriye’den kaçan Beşşar Esad’ın ise Rusya’ya sığındığı belirtiliyor.
Zalim Beşşar Esad tarafından haksız yere yıllarca yer altı zindanlarında ve hapishanelerde tutulan esirlerin şaşkınlık içerisindeki serbest bırakılma görüntüleri yüreklerimize adeta su serpti. Özellikle hapishaneden çıkan Müslüman kadınların sevinçleri kayda değerdi. Rejimin devrilmesine sevinenler bu mutluluklarını “Allahu Ekber” nidalarıyla ve secdelerle kutladı.
Muhalifler, Suriye’nin Esad rejiminden kurtarılmasının anısına 8 Aralık gününü “milli bayram” olarak ilan ettiler ve şu açıklamalarda bulundular: “Bugün; şehitlerin, kurbanların, tutukluların, yerinden edilenlerin ve mazlumların zafer günüdür.” Ayrıca ülkenin bayrağının da muhaliflerin kullandığı yeşil-beyaz-siyah üzerine üç yıldızlı bayrak olarak değiştiğini ilan ettiler.
13 yılı aşkın bir sürenin ve onca akıtılan k-anın, kıyıya vuran c-esetlerin, mültecilerin dramının ardından gelen bu zafer, Müslümanların kalbindeki ümitleri yeniden yeşertti. 20 yıldır bu anı beklediğini belirten HTŞ lideri Colani Şam’ın sembolü Emevi Camii’nde “Bu zalim (Esad) tüm Suriye halkına zulmetti. Kardeşlerim, bu zafer tüm İslam ümmetinin eşsiz bir zaferidir.” ifadelerini kullandı.
Bundan sonra ise ne olacağı merakla gözlenmektedir. Bazı Mücahitlerin “Burada İslam Devleti’ni kuracağız, Kudüs’ü de kurtaracağız” açıklamalarına karşın; Blinken’in “Halifeliğin fiziksel olarak bir daha kurulmamasına” yönelik ve Suriye’nin Lübnan, Ürdün, Irak, Mısır gibi diğer komşu ülkelerinin “Suriye’nin toprak bütünlüğünden yana olduklarına ve tüm taraflara diyalog çağrısı yapılmasına” dair açıklamaları bulunuyor.
Hatırlayacak olursak 2010 yılında Tunus’ta başlayan Arap Baharı Libya, Mısır, Yemen, Suriye ve Bahreyn’e sıçramıştı. Müslüman halkların zalim yöneticilerine karşı ayaklanmaları birçok zorba diktatörü devirmeleriyle sonuçlanmıştı. Bu ayaklanma ve protestolarda kullanılan en yaygın slogan “eş-şaab yurîd iskat’en-nizam (halk rejimi devirmek istiyor)” olmuştu. Ancak şimdi bu ülkelere dönüp baktığımızda sadece yöneticilerinin değiştiğini, köklü bir değişimin olmadığını yani rejim değişikliğine gidilmeyip devrimlerin çeşitli entrikalarla boğulduğunu görmekteyiz. Suriye’deki mücahitlerin ise bu devriminde geçmişteki hatalardan ders çıkarmalarını, İslam’ın çizdiği sınırlar içerisinde hareket etmelerini, basiret ve ferasetle bakıp devrimi İslam’la taçlandırmalarını ümit ediyoruz. Zira Allah Subhanehu ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Kim de kendisine dosdoğru yol apaçık belli olduktan sonra, peygambere muhalefet ederse ve müminlerin yolundan başka bir yola uyarsa, onu döndüğü şeyde bırakırız ve cehenneme sokarız. Ne kötü bir yataktır o!” [Nisa, 145]
İşte bu ayet, İslam’ın uzlaşmayı reddeden tavizsiz bir mücadele metodu olduğunu göstermektedir. Kâfirler ve müşrikler Allah Rasulu Sallallahu Aleyhi ve Sellem döneminden bugüne kadar her devirde bu metottan Müslümanların ayağını kaydırmak ve onları hak yoldan uzaklaştırıp bâtıl zemine çekmek için gayret sarf etmişlerdir. Müslümanları kurallarını kendilerinin koyduğu demokratik bâtıl sahalarına çekip işlerini bitirmek üzere uzlaşmaya dair teklif, teşvik ve yönlendirmeler yapmışlardır. Zira onların maksadı İslami hareketi boğmak, Hilafet’in yeniden kurulmasını engellemek ve Müslümanları İslam’ın izzet ve şerefinden mahrum bırakmaktır.
Belgesel izleyenler belki timsah ile panterin mücadelesine tanık olmuşlardır. Panter timsahı devamlı karaya çekmeye çalışır, timsah da panteri boğmak için suya çekmeye çalışır. Çünkü panter yaradılış itibarıyla karada, timsah ise suda güçlüdür. Düşmana galip gelmek, onu ancak kendi güçlü olduğumuz sahaya çekmekle mümkündür. Bu sebeple; eğer biz galip gelmek istiyorsak nübüvvet metodundan sapmadan, istikamet zaafı yaşamadan, Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın Mümin kullarına vaad ettiği ilahi yardımı hak edecek tavizsiz ve ilkeli bir sahada durmalıyız. Aksi takdirde tekrar ve tekrar zillet damgası yemek ve sahada kazanıp masada kaybetmek kaçınılmaz olur.
Müslümanlar bu gayri İslami düzenlerin devrilmesini istiyorlar. Buna mukabil çıkılan bu yolda daima Nübüvvet metoduna sadık kalınmalı, Müslümanların maslahatı gözetilmelidir. Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu işi nasıl yaptıysa bu Ümmet de aynı şekilde yapmalıdır. Davamız %90 Allah’ın emirlerine mutabık olsa dahi, %10’luk bâtıl bir karışım davamızı ifsad etmeye yeterli olacaktır. Çünkü İslam dinini hayata hâkim kılmak %100’lük bir itaati gerektirir.
Rabbimiz Müslümanları çıktıkları bu yolda basiret ve feraset sahibi kılsın. Kâfirlerin tuzaklarından emin kılsın. Devrimleri Raşidî Hilafet ile sonlandırsın ve bizleri Kelime-i Tevhid bayrağının altında yeniden birleştirsin.
“...De ki; kuşkusuz doğru yol, Allah’ın (gösterdiği) dosdoğru yoldur. Eğer sana gelen bunca ilimden sonra onların hevalarına uyacak olursan, senin için Allah’tan ne bir dost, ne de bir yardımcı vardır.” [Bakara, 120]