15 Temmuz 2016 yılındaki darbe girişiminden sonra Türkiye’nin milli bayramlarına bir bayram daha eklendi: “15 Temmuz Demokrasi ve Milli Birlik Günü.” Cumhuriyet tarihi boyunca birçok darbeye şahit olan bu halk artık darbelerden bıkıp usanmış ve 15 Temmuz gecesi Cumhurbaşkanı’nın çağrısı üzerine tekbirlerle sokaklara dökülmüş, askerî darbe girişimini canları pahasına durdurmuştur. Esas darbeyi hazırlayanlara, darbeyi yürütenlere diş geçirilememiş ancak “atını dövemeyen semerine vururmuş kamçıyı” hesabı emir kulları ağır cezalara çarptırılmıştır. Bir zamanlar “gülenler” sonrasında ağlayan olmuştur. “Bugünkü kanunlar büyük sineklerin delip geçtiği, küçük sineklerin takılıp kaldığı bir örümcek ağı gibidir.” diyen Balzac bir bakıma doğru söylemiştir.
Darbelerin onaylanacak bir tarafı elbette yoktur. Çünkü birçok cana mâl olmuştur. İslâmi bir metot da değildir. Olumsuz bir durum olan darbe girişimini sonradan kendi lehine çeviren, kendini güçlendiren yine bu sistem, rejim olmuştur. “Ya Allah, Bismillah, Allahu Ekber” ifadeleriyle dışarı çıkanlar sonrasında kendilerini demokrasi nöbeti tutar halde bulmuşlardır. Hakkın bâtılı güçlendirmek için kullanıldığı, karmakarışık hale getirildiği durumdan bâtıl sistem pastadan büyük payını almıştır. Demokrasi, halkın egemenliği, bayrak, vatan, millet kavramları zirve yapmıştır. Belki de cumhuriyet tarihi boyunca hiç bu kadar ay-yıldızlı bayrak satılmamıştır. Camilerden selâlar eksik olmamıştır. 15 Temmuz Demokrasi Günü’nü halkın hafızasında diri tutmak için bazı yerlerin isimleri değiştirilmiştir. Mesela Boğaziçi Köprüsü’nün adı “15 Temmuz Şehitler Köprüsü”, İstanbul Otogarı’nın adı “İstanbul 15 Temmuz Demokrasi Otogar”, Bursa’daki Şehreküstü Meydanı’nın adı da “15 Temmuz Demokrasi Meydanı” yapılmış, üstüne marş bile yazılmıştır. 15 Temmuz Demokrasi Marşı’nın sözlerinin bazı kısımlarına baktığımızda İslâmi tabirlerin demokrasiye can suyu vermek için kullanıldığını görebiliriz: “Demokrasi darbe yemiş, şaşkındı millet / Ya özgürlük bundan sonra yahut da zillet Milyonların ayak sesi titretti yeri / Elde bayrak, dilde tekbir, koştu ileri Demokrasi destanında şahitler biziz / Bir ölünce bin dirilen şehitler biziz Yerden, gökten o hainler ölüm saçarken / Nice canlar şehit düştü bayrak açarken Kimi tanka kafa tuttu kimi silaha / Demokrasi çiğnenmesin diye bir daha “
Allah’tan (svt) ve O’nun nizamından yüz çevirince mi zillet içinde kalırız yoksa demokrasiden mi? Tankların önüne yatan insanlar demokrasi elden gidiyor diye mi bunu yaptılar bir düşünmek gerek. Darbeye karşı çıkmak, bu düzenin altında demokrasi nöbetleri tutmayı gerektiriyorsa evden abdest alıp çıkan ve “Biz oraya Allah’ın (svt) rızası için gidiyoruz” diyenlere ne diyeceğiz?
15 Temmuz’dan sonra birileri “hain”, “terörist”, “darbeci”, “düşman” olarak adlandırıldı. Hükümete karşı olan ve bazı beşerî yasalara karşı gelene “terörist”, onu yıkmaya çalışana da “darbeci” deniyor. Peki, Allah’a (svt) karşı olan ve Allah’ın (svt) yasalarına karşı gelene “terörist”, İlâhi yasalarla mücadele edenlere “darbeci” denilmez mi? Allah’ın (svt) hükmüne, nizamına karşı başka alternatiflere sarılarak karşı çıkan yöneticiler ve onları destekleyenler de darbeci sayılmaz mı? Bizim esas düşmanlığımız O’nun (svt) dinini sevmeyenlere mi olmalı yoksa hükümeti sevmeyenlere mi olmalıdır? Allah’a (svt) ve O’nun nizamına isyan eden mi “hain” sıfatını hak eder yoksa hükümete karşı, rejime karşı isyan eden asker ya da sivil vatandaş mı? Soruların cevabını düşünürken Ebu Hanife’nin (rhm) başında Halife’nin olduğu şeriatla yönetilen bir ülkede, İslam’ı tam anlamıyla uygulamadığı için yönetime karşı gelip ona karşı en küçük bir itaati bile caiz görmediğini ve bunun sonucunda da zindana atılıp şehit edildiğini unutmayalım.
Rabbimiz اِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظٖيمٌ “Şirk en büyük zulümdür.” (Lokman,13) ve وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ فَااُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ “Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler zalimlerin ta kendileridir.” (Maide,45) buyuruyor. Darbe zulmüne karşı çıkmak bir başka büyük zulüm olan demokrasiyi onaylamayı, zalimlere meyletmeyi mi gerektirir? Oysa ayette uyarılıyoruz:
وَلَا تَرْكَـنُٓوا اِلَى الَّذٖينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُۙ وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ اَوْلِيَٓاءَ ثُمَّ لَا تُنْصَرُونَ “Zalimlere (asla) eğilim göstermeyin (onları hiçbir şekilde desteklemeyin), yoksa size de ateş dokunur (Allah’ın azabına ve gazabına uğrayıverirsiniz). Sizin Allah’tan başka velileriniz yoktur, sonra yardım da edilmezsiniz.” [Hûd 113]
Allah’ın (svt) emrine karşı gelerek ilk darbeyi yapanın şeytan olduğunu göz önünde bulundurursak; Allah (svt) katında hangi darbenin esas darbe olduğunu ve sonuçlarının da ne olacağını İlahi rahmetten kovulmuş olan şeytan örneğinden anlamış oluruz. Darbe ve darbecilerden şikâyet eden aslında nelerden şikâyet ettiğinin bilincinde olmalıdır. Esas düşmanımızı politikacılar belirlememeli, Kur’an ve Sünnet’in ilkeleri belirlemelidir. Biz Müslümanlar İslâmi ölçülere göre davranış sergilemeliyiz yoksa bu düzen tarafından defalarca daha kullanılıp istismar ediliriz. Hem Allah’a (svt) karşı başkaldırının hem de diğer darbelerin engellenebilmesi için laiklik, demokrasi gibi içi boş ve bâtıl düzenlerden kurtulmalıyız. Çünkü bu düzenler çözüm yerine tam tersine darbelere davetiye çıkarmaktadır. Çözüm; hukuk, siyaset, ekonomi, ahlâk, eğitim, aile ve hayata dair her alanda vahyi hâkim kılmaktır. Bu da ancak Râşidi Hilafet Devleti ile sağlanabilir.
وَاتَّقُوا فِتْنَةً لَا تُصٖيبَنَّ الَّذٖينَ ظَلَمُوا مِنْكُمْ خَٓاصَّةًۚ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ شَدٖيدُ الْعِقَابِ “Öyle bir fitneden sakının ki o, içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz (umuma sirayet ve hepsini perişan eder). Biliniz ki Allah’ın azabı şiddetlidir.” [Enfâl 25]