Pireler, sıçrama ve zıplama özellikleri ile bilinen canlılardır. Bir pire 30 cm yüksekliğe zıplayabilir ve 50 cm uzaklığa çok rahat sıçrayabilir. Bilim adamları deney yapmak için pireleri 20 cm derinliğinde bir kavanozun içine koyarlar. Kavanozun üstüne şeffaf cam kapatırlar. Ardından kavanozu alttan ısıtmaya başlarlar. Sıcaklığı hissetmeye başlayan pireler rahatsız olurlar ve o ortamdan kurtulmak için yukarıya doğru zıplamaya başlarlar. Ama her zıplayışta kafalarını tavandaki cam engele çarparak yere düşerler. Defalarca denemelerine rağmen tekrar ve tekrar aşağı düşerler. Engel görünmez olduğu için, kendilerini neyin engellediğini anlamakta zorluk çekerler. Üst üste yaptıkları denemeler pirelerin zihinlerinde görünmez bir iç engelin oluşmasını sağlamıştır. Ve deneyin ikinci aşamasına geçilir…
Aynı pirelerin içinde bulunduğu kavanozun üstünü kapatan şeffaf cam bu defa kaldırılır. Maddi engel artık yoktur. Kavanoz alttan yine ısıtılır. Görülür ki pireler en fazla 20 cm zıplıyorlar. Halbuki bir pire 30 santimetreye çok rahat zıplayabilmektedir. Daha yükseğe zıplamak için imkanları vardır. Ama kafalarını çarpmamak için buna cesaret edemezler. Çünkü artık görünmez engel zihinlerindedir. “Yapamayız, boşuna denemeyelim” diye düşünürler. Bilim adamları buna cam tavan sendromu diyorlar ve ekliyorlar “Kabiliyeti olana kendisinden başka engel yoktur. Sınırlarınızı sonuna kadar zorlayın.”
Bu deney canlıların neyi başaramayacaklarını nasıl öğrendiklerini göstermektedir. Cam tavan sendromuna aynı zamanda “öğrenilmiş çaresizlik” de denilir. Öğrenilmiş çaresizlikte -ki baktığımızda aslında öğretilmiş çaresizliktir- yenildiğine uzun süre inanırsan sonunda yenilgi bir gerçek olur. Bu öğrenilmiş çaresizlik içerisinde olmak sonuçta atâlet yani tembellik durumunu oluşturur. Atâlet fizik biliminde “eylemsizlik hâli”, kişisel gelişim terminolojisinde ise “amaca yönelik eyleme geçememe”dir. “Böyle gelmiş böyle gider”, “bir işe yaramaz ki”, “yapsam ne değişecek ki”, “bu işi daha sonra yaparım”, “ben kim oluyorum da bu işi yapmaya kalkıyorum”, “en iyisini yapabilecek duruma gelinceye kadar hiçbir şey yapmamalıyım” gibi inanış ve düşünceler atâleti oluşturur.
Ümmetin içinde bulunduğu ahval de bu duruma benzemektedir. Kapitalist sistemin kavanozundayız ve bizi yavaş yavaş sıcaklığıyla yakan bozuk düzenini, ahlâksızlıklarını, adaletsizliğini, bizleri daha da fakirleştiren ama zengini daha da zenginleştiren ekonomik sistemini, çocuklarımızı “laik öğütüm” (!) sistemi içinde öğüten sözüm ona eğitim sisteminin bozukluğunu hissediyoruz ama bunlardan kurtulmak için sıçramıyoruz. Oysa Rabbimiz karanlıklardan nura çıkmamız için tağutu reddetmemizi (Nisa 60), İslam şeriatını hakem kabul etmemizi (Nisa 65) emrediyor. O yüzden bir Müslüman “bu demokratik düzende Müslümanlığımızı yaşayabildiğimiz kadar yaşayalım”, “elimizden bir şey gelmez”, “artık böyle devam eder”, “kâfirler buna fırsat vermez”, “Müslümanlar bu kadar parçalanmışken tekrar nasıl Hilâfet çatısı altında birleşelim” gibi tembelliğe sevk edecek düşünceleri zihninden uzaklaştırmalıdır. Bu tür düşünceler kâfirlerin bizim zihinlerimize zerk ettiği öğretilmiş çaresizlik fikirleridir. Böyle gelmedi ki böyle gitsin! Allah Subhanehu ve Teâlâ bizi “en hayırlı ümmet” (Âl-i İmran 110) olarak tanımlamışken çoğu Müslüman bu vasfın farkında değildir. Hilafet çatısı altında neleri başardığımızı unutup bu kokuşmuş küfür sistemine mahkûm olduğumuzu zannediyoruz. Selâhaddin Eyyubileri, Fatih Sultan Mehmet Hanları, Abdülhamidleri bağrından çıkaran hep bu ümmet idi.
Hiç şüphesiz Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın Kitabı ve Rasulu Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in sünnetine sarılmak, Allah’ın bu ümmete bahşettiği en değerli şeydir. Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem de ümmetinin dalâlette birleşmeyeceğini (Cami’us-Sağir 1/582) söylemiştir.
Yine Takıyyuddin en-Nebhani (Allah ondan razı olsun) de bu ümmette kalkınma hissi, hayır duygusu ve kitleleşmeye tabii bir meyil olduğunu vurgulamaktadır. İslam akidesine sımsıkı sarılıp onu nefislerine yerleştirdikleri ve ümmet olma bilincini yeniden kazandıkları zaman biiznillah ümmet düştüğü yerden tekrar ayağa kalkacaktır. Müslümanların zihinlerindeki akidelerini bulanıklaştıran, ümmete resmen musallat olmuş, kâfirleri dost edinmiş yöneticiler ve İslâm’ın siyasi yönünü insanlara anlatmayan bozuk tarikat ve cemaatler de ümmetin bir nevi cam tavanıdır.
Zihinlerindeki engelleri kaldırıp, amaca doğru harekete geçmiş, gayesi Allah’ın rızasını kazanmak için İslami hayatı başlatmak olan ve Allah’a gereği gibi tevekkül eden bu ümmet, hedefine ulaşıncaya kadar tekrar ve tekrar denemeye devam edecektir. Unutmayalım ki insan, inandığına denktir.
اَلْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ فَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُمْتَر۪ينَ۟ “(En doğru) Gerçek (Hakk) Rabbinden gelendir. Sakın şüpheye düşenlerden olma.” [Bakara 147]