Gelip geçici olan dünya hayatında güven ne kadar önemli bir kavramdır. Kısacık yaşantını kaliteli, mutmain geçirebilmenin dayanağı bu kavramdır. İş yerinde, arkadaş çevresinde veya aile içinde güvenin olmadığını düşünün. Düşünmesi bile insana huzursuzluk veriyor değil mi? İnsan güven duyduğu bir ortamda, güven duyduğu insanlarla yaşamak ister. Bu yaşamın içinde Allah’a (svt) güven olduğu vakit işte o zaman fert bazında hakiki saadete ulaşılmış olur.
Güvenin oluşması için dayanağı tanımamız gereklidir. Örneğin bir arkadaşımıza çok güvenmemizin sebebi onu veya onun taşıdığı fikirleri tanımamızdan geçer. Biliriz ki o her sıkıntımızda yardımımıza koşar, arkamızı döndüğümüzde gıybetimizi yapmaz, sadece hayrımızı düşünür ve asla ihanet etmez. Allah’a (svt) güvenin olması için de Allah’ı tanımak gerekir. Allah’ı tanımaz bilmezsek O’na olan tevekkülü hayatımızın neresine oturtacağız? Allah’ın Er-Rauf, Es-Sabur, Er-Rakib, Es-Semi, El-Basir vb isimlerinin anlamlarını bilmezsek birinin herhangi bir sıkıntımızda “Allah’a güven” nasihati kalbimize nasıl tesir edecek? Zira o kalp güven duyacağı dayanağı tanımıyor. Tanımadığına nasıl güvensin?
Bu kısa açıklamadan sonra Sednaya hapishanesinden özgürlüğüne kavuşan o mübarek kadınlara gelelim. Akıl almaz işkencelerden geçtiler, “Allah aşkına yapma” çığlıklarına karşılık “Burada Allah yok” sözlerini alıp tecavüze uğradılar, o insan dışı varlıkların çocuklarına hamile kaldılar, günlük sadece birkaç kaşık yediler, senelerce güneş görmediler ama o mübarek, şerefli kadınlar Allah’ı (svt) hiç terk etmediler. Özgürlüklerine kavuştuklarında hepsinin üzerinde (hani bazı kadınların o modaya uymuyor diye veya kocası öyle giyinmesine izin vermiyor diye giyilmeyen) Allah’ın emri olan başörtüsü, cilbab ve dillerinde ise “Allah-u Ekber” nidaları vardı. Yaşadıkları tüm vahşete rağmen şükrettiler ve ilk yaptıkları ise şükür secdesine kapanmak oldu.
Bu neyi gösteriyor biliyor musunuz? Tüm yaşadıkları zorluklara rağmen Allah’a (svt) ve O’nun planına güvendiler. “Allah bizi unuttu” demediler “Allah büyüktür elbet bir gün bizleri bu zindandan çıkartacaktır” dediler. Buna inandılar çünkü kalplerinde güven duydukları Allah’ı (svt) çok iyi tanıyorlardı. Biliyorlardı ki, Allah (svt) kulunu yalnız ve yardımsız bırakmaz. Biliyorlardı ki, Allah (svt) her sıkıntıdan sonra ferahlık, her karanlıktan sonra bir aydınlık verir. Biliyorlardı ki, yaşadıkları zorlukların karşılığında ebedi Cennet ve Rahmanın rızası vardır. Güçlü ve kuvvetli girdiler senelerce esarette kaldılar, belki fiziksel olarak çöktüler ama aynı güç ve kuvvetle çıktılar. Ne imanlarını ne de haysiyet ve onurlarını kaybettiler.
İşte bu dik duruşun, güç ve kuvvetin arkasında yatan sır; Allah’a (svt) olan tevekkülden kaynaklanıyordu. Bu güven onları Allah’tan (svt) ve O’nun emir ve yasaklarından biran olsun uzaklaştırmadı.
Şimdi kendi kendimizle hesaplaşma zamanı Ey Müslüman Kadınlar!
Sahabi kadınlardan örnek verildiğinde “ama onlar Rasulullah’ın zamanında yaşıyorlardı biz onların seviyelerine nasıl ulaşacağız?” diyenler bakın bu mübarek kadınlar bizim zamanımızda yaşıyorlar, bizler gibi onlar da görmediler Rasulullah’ı ama iman ettiler. Kimi Hz. Sümeyye oldu, kimi Hz. Sumeyra. Hayat gayelerini kavradılar. Zorluk ve ferahlıkta sadece Allah'a (svt) güvenmeleri gerektiğini idrak ettiler. Bunu sadece dil ile söylemediler, tevekkülü iliklerine kadar yaşadılar.
Şimdi bizlere ne oluyor da bu kadar rahatlığın içinde Allah’a (svt) itaatten uzaklaşabiliyoruz? Yarın benzer şeyler bizim başımıza geldiğinde Allah’a (svt) güvenebilecek miyiz? Teslim olabilecek miyiz O Rahman’a? Eğer Allah’ı (svt) tanımaz O’nun nizamı doğrultusunda yaşamazsak güven nasıl gerçekleşecek?
Öyleyse Sednaya kadınları bize iman ve tevekkülü hatırlatsın. Zalim otoriteler karşısında dik duranın elbet kazanacağı müjdesini hatırlatsın.