Birinci Cihan Savaşı sona erdiğinde müttefikler İslam Devletinin bütün beldelerini işgal ettiler. Onların bu işgaldeki nihai hedefleri, bu devleti bir daha kurulmamak üzere ortadan kaldırmaktı. Ne yazık ki gayelerinin ilk adımını başarıyla gerçekleştirerek İslam Devletini ilga ettiler. Bundan sonra ise İslam dünyasının herhangi bir yerinde İslam Devletinin tekrar kurulmasını engellemek için çalışmaya devam ettiler. Bunun için planlar çizdiler ve İslam Devletinin tekrar var olmaması için üslup üzerine üslup geliştirdiler. Ve hala daha bunun için hiç durmadan çalışmaktalar.
Sömürgeci kâfirler İslam memleketlerini işgal eder etmez kurdukları planlarını hayata geçirdiler ve İslam beldelerinin yönetimlerine kendi ajanlarını yerleştirmeye başladılar. Bununla da yetinmediler, İslam coğrafyalarında İslam ve İslam’daki yönetim nizamı hakkında hatalı çarpık mefhumlar yaydılar. Hilafeti papalık suretinde kehanetçi dini bir yönetim şekli olarak lanse ettiler. Öyle ki Müslümanlar “Halife” kelimesinden söz etmekten ve Hilafeti istemekten utanmaya, kaçınmaya başladılar. Müslümanlar arasında Hilafeti istemenin gericilik ve yobazlık olduğu, kültürlü birinin böyle fikirleri benimsemesinin doğru olmadığı ve düşünür bir insanın böyle bir şeyin savunucusu olmayacağı noktasında genel bir örf oluştu Ümmetin evlatlarında. Vatancılık ve Milliyetçilik mefhumlarını yerleştirmek suretiyle İslami Devletin tekrar kurulmasının önüne büyük bir engel çıkardılar.
Sömürgeci kâfirler; Müslümanların beldelerinde iktisatta kapitalist düzeni, yönetimde demokratik düzeni, idare ve yargıda batı kanunlarını uygulamaya koydular. Ümmetin pak neslinin zihinlerine hayat hakkındaki fasit mefhumlarını yerleştirdiler. Böylece coğrafi konum ve genel atmosfer Müslümanların kurtuluşunu gerçekleştirmeyi engelleyecek bir vaziyet halini aldı. Kâfirler tüm bunları yaparak İslam yönetimini tekrar elde etme fikrini Müslümanların nefislerinde zaafa uğrattılar.
Kurdukları nizamı korumak için her memleketin ahalisini birer bekçi haline getirdiler. Çünkü bu memleketin ahalileri memleketlerinde kurulan bu yeni devletin kendilerine ait olduğunu sandılar. Bunun neticesinde Müslümanlar İslami fikri, siyasi ve teşrii olmaktan çok ruhi olarak anlamaya başladılar. İslam’ın temel fikrini anlamaktan uzaklaştılar. Kitap ve Sünnetin anlaşılması adeta onlara kapalıydı. Hiçbir ümmetin sahip olmadığı ve benzeri bulunmayan bu serveti terk etti bu Ümmet. Bu duruma sebep olan en önemli etkenlerden biri de İslam ümmetinin âlimlerini katlederek ümmetimizi karşılaştıkları sorunları çözme konusunda şaşkın bırakmalarıydı.
Oysa âlemlere rahmet olarak gönderilen Resul (sav) şöyle buyurmamış mıydı? تَرَكْتُ فِيكُمْ أَمْرَيْنِ لَنْ تَضِلُّوا مَا تَمَسَّكْتُمْ بِهِمَا كِتَابَ اللَّهِ وَسُنَّةَ نَبِيِّهِ “Size iki şey bıraktım onlara sarıldığınız müddetçe sapıtmazsınız: Allah’ın kitabı ve benim sünnetim.” [Muvatta, Kader, 3]
Günümüze baktığımızda şimdiye kadar anlattıklarımızın gerçekleştiği, bunun sonucunda da Müslümanların acılara ve eziyetlere uğratılarak nice zulümlere maruz kaldıkları açıkça görülmektedir.
Hâlbuki vaktiyle orduları Çin sınırlarına dayanan ve süvarileri Avrupa ortalarına ayak basan Halifesi bulunmaktayken ve“Dilediğin yere git, muhakkak ki senin haracın bana geri dönecek.” diyerek seslenen bir devletleri varken izzetliydiler. Ne yazık ki halifelerini kaybettikten sonra zillete duçar oldular.
Hepimizin bildiği gibi Müslümanların bugünkü durumlarına düşmeleri, izzet ve şeref devleti olan Hilafet Devleti’nin sömürgeci kâfirlerin tarafından yıkılmasından sonra oldu.
Gerçekten zor zamanlar geçiriyoruz. Öyle bir devirde yaşıyoruz ki bugün hainlere güveniliyor, güvenilir insanlar hainlikle suçlanıyor; yalancılara doğru sözlü deniyor, doğru sözlüler yalancılıkla suçlanıyor. Hezimetler zafermiş, zayıflıklar kuvvet, hıyanetler ve aşağılanmalar başarıymış gibi gösteriliyor.
Kâfirlerin Ümmetin başına koyduğu omurgasız devlet başkanları, cumhurbaşkanları, başbakanlar, krallar, diktatörler, tağutlar ve tiranlar Ümmetin söz ve yetki sahibi olduğu günden beri Allah’ın Resulü’nün (sav) ve Müslümanların düşmanlarının ellerinden ve dillerinden sadır olan cürümlere sessiz kaldılar ya da sadece kınamakla geçiştirdiler. Üstelik bu kınamayı akidemiz ve Ümmetimiz için değil Müslümanları yatıştırmak ve koltuklarını korumak ümidiyle yaptılar. Onların kalplerinde zerre miktar iman olsaydı geveledikleri lafların Müslümanların hissettiği acıları asla dindiremeyeceğini kavrarlardı.
Evet değerli kardeşlerim, İslam Ümmeti kendisine bu belalar uğramadan evvel Allah’ın (svt) kitabı, Resulü’nün (sav) sünnetine sımsıkı sarıldığı için asırlarca eşsiz bir izzete sahibi olarak halkları ve ümmetleri yönetti. Âlemin gidişatına her alanda yön vererek âlemi peşinden sürüklediler. Halklar onun tebaası olmaktan şikayet etmedi. Müslüman ya da gayrimüslim kimsenin yardım çağrısını cevapsız bırakmadı. Öyle ki gayrimüslim yöneticilerin dahi yardım çağrılarını cevapsız bırakmamış onlara yardım etmiştir. Kitapların sayfaları bu şanlı tarih ile doludur. Onun izzet ve şerefi ile tebaası yüzyıllarca güven ve refah içerisinde yaşadı.
Bugün Müslümanlar içerisinde bulunduğumuz duruma aydın bir bakışla bakıp derin bir tefekkürle tefekkür ettikten sonra hiç kuşkusuz anlayacaklardır ki yeniden Hilafete dönmekten başka alternatifimiz yoktur ki o, Allah’ın (svt) ve Resulü’nün (sav) razı olduğu tek nizamdır. Allah (svt) ve Rasul’ü (sav) Müslümanları varlığında Hilafeti korumakla, yokluğunda ise Hilafet Devletini ikame etmekle mesul kılmıştır.
Rabbimiz Kerim kitabında şöyle buyurmuştur: فَلَا وَرَبِّكَ لَا يُؤْمِنُونَ حَتّٰى يُحَكِّمُوكَ ف۪يمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْۙ ثُمَّ لَا يَجِدُوا ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ حَرَجاً مِمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْل۪يماً “Hayır, Rabbine andolsun ki, aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın onu kabullenmedikçe ve boyun eğip teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.” [Nisa 65]
Resul (sav) ise şöyle buyurmuştur: مَنْ خَلَعَ يَدًا مِنْ طَاعَةٍ لَقِيَ اللَّهَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ لا حُجَّةَ لَهُ وَمَنْ مَاتَ وَلَيْسَ فِي عُنُقِهِ بَيْعَةٌ مَاتَ مِيتَةً جَاهِلِيَّةً “Kim itaatten elini çekerse kıyamet gününde lehine hiçbir delil olmaksızın Allah-u Teâlâ ile karşılaşacaktır. Kim de boynunda halifeye biat olmadan ölürse cahiliye ölümü ile ölür.” (Müslim, K. İmarat, 3441)
Evet değerli kardeşlerim, siz de takdir edersiniz ki Kur’an ve Sünnette bununla ilgili birçok emir olup hepsini buraya almamız mümkün değil.
Değerli kardeşlerim, Hilafet için çalışmanın farziyeti namaz gibi, oruç gibi, hac gibi bir farziyettir. Hatta farzların tacıdır. Çünkü Hilafet, ancak kendisi ile onlarca farzın yerine gelebildiği, yine onlarca münkerin kendisi ile ortadan kaldırıldığı bir farziyettir. Bu nedenledir ki İmam Kurtubî tefsirinde şöyle demektedir: “Hilâfetin farziyeti hakkında ne ümmet arasında ne de imamlar arasında ihtilaf yoktur.” Nesefi ise “el-Akâid” de şöyle demektedir: “Hükümlerini uygulayacak, hadlerini yerine getirecek, sınırlarını koruyacak, ordularını donatacak, zekâtlarını alacak, zorbaları, hırsızları, yol kesenleri cezalandıracak, Cuma ve bayram namazlarını kıldıracak, haklar hakkında şahitlikleri kabul edecek, kimseleri bulunmayan erkek ve kız çocuklarını evlendirecek ve ganimetleri taksim edecek bir imam, Müslümanlar için mutlaka gereklidir.”
Allah Azze ve Celle’nin Resulü’nün (sav) lisanıyla büyük sevap ve apaçık zaferler vaat ettiği bu Ümmet içinde çalışanlar -ki onlar Allah’ın ümmetler arasında en hayırlı ümmet kıldığı bir ümmettir- delalet içinde bulunan şu insanlık âlemine daveti taşımayıp daha ne kadar oturacak? Ey Müslümanlar, ey Rasulullah’ın (sav) hayırlı Ümmeti! Köklü değişim için çalışmaya koşunuz. Koşunuz ki gecesi uzayan, karanlığı koyulaşan bu dönem Hilafet Devletinin kurulması ile son bulsun. Yeni bir şafak söksün.
Tüm bu saydığımız şeri deliller ile ey Müminler, size sesleniyoruz! Uzun süre yere kapaklanıp kalmaktan yorulmadınız mı? Yeniden o izzetli günlere dönme arzularınıza ne oldu? İstanbul’u fethedip şereflendirdiğiniz gibi Roma’yı da şereflendirmek için ne bekliyorsunuz?
Ey Müslümanlar! Sizler gözlerinizle şahit olmaktasınız ki kapitalizm doğduğu yerde can çekişmekte. Ona ölümcül darbeyi vuracak Raşidi Hilafet Devletini ikame etmek için daha ne bekliyorsunuz?
Sare AYAZ