Batı hiçbir vakit İslâm'a yanaşmamış, sevmemiştir! Aksine nefret ile İslâm’ı yok etmek için gece gündüz demeden çalışmış, varını yoğunu bu uğurda harcamıştır. Allah Azze ve Celle ayeti kerimesinde şöyle buyurmuştur:
“Şüphe yok ki kâfir olanlar, mallarını ancak halkı Allah yolundan alıkoymak için harcarlar, harcayacaklar da. Sonra o harcadıkları mallar, kendilerine bir iç acısı olacak, sonra da alt edilecekler. Ve kâfir olanlar Cehenneme götürülecekler, orada toplanacaklar.” [Enfal 36]
Batı'nın İslâm’ı yok etmek arzusu ve bu uğurda uğraş verdiği oyunlardan biri de milliyetçiliktir. Milliyetçiliğin tanımlarından birisi; “milliyetçilik, ulusçuluk ya da nasyonalizm, kendilerini birleştiren dil, tarih veya kültür bağlarından bir üst yapı oluşturabilmiş sosyal birikimlerinin adı olan millet veya ulus olarak tanımlanan bir topluluğun yaşama ve ilerleme ülküsünün toplumların ve insanlığın gelişmesini sağladığına inanan görüştür.” şeklindedir. Bu hususta Köklü Değişim yazarlarından Aydın Usalp; “Birbirini tetikleyen iki akım: Türk ve Kürt milliyetçiliği” başlıklı makalesinde milliyetçilik kavramına şöyle değinmektedir:
“Kişinin kendi milletini sevmesi, Müslüman ise mübah dairesi içinde diğer milletlerden farklı bir örf ve kültüre sahip olması, örfünü yaşamak istemesi veya kendi dilini konuşmak istemesi milliyetçilik değildir. Şu hususu hatırlamak gerekir: Milliyetçilik sadece kendi milletini üstün görmek, diğerlerini tahkir etmek, kendine tanıdığı hakkı bir diğerine tanımamak değildir. Buna ek olarak, bir başkasını tahkir etmese bile, kişinin kendi milleti ile ataları ile tarihi ile övünmesi milliyetçiliktir. Kendi milletini diğerlerinden ayırt edici birtakım söylem ve semboller tayin etmesi de milliyetçiliktir. Örneğin milletine has bir bayrak edinmesi, milletine has bazı antlaşmalar yapması da milliyetçiliktir. Diline, kültürüne, tarihine has gün ve bayramlar tayin etmek de milliyetçiliktir.”
Ezberletilen bilgilerin yanı sıra milliyetçilik, birleştirici değil ayırıcı özelliğe sahiptir. İslâm’ın gelişiyle tüm düzenlerin değiştiği dünyada kısa zaman içinde Râsulullah Aleyhi’s-Salatu ve’s-selam'ın öncülüğünde bir devlet kurulmuş, bu devlet hızla büyümeye devam etmiştir. İslam devleti birbirinden farklı (renk, dil, ırk, örf, kültür, vs.) milletleri hiçbir zaman birini diğerinden üstün tutmamış, tüm Müslümanları tek bir çatı altında ümmet bilinci ile idare etmiştir. Müslümanlar da hiçbir an kendi milletini bir başka millete karşı övmemiş, akıllarından dahi geçirmemişlerdir. Milliyetçilik İslâm gelmeden önce cahiliye dönemine aitti. İslam geldikten sonra da son bulmuştur. Râsulullah Aleyhi's-Salatu ve’s-selam şöyle buyurmuştur: "Irkçılığa (asabiyyeye) çağıran Bizden değildir; ırkçılık için savaşan Bizden değildir; ırkçılık üzere, asabiyye uğruna ölen Bizden değildir." [Müslim, Ebu Davud, İbn Mace, Nesai]
Sömürgeci Batı’nın İslâm topraklarına ektiği milliyetçilik, yetiştirdiği yerli işbirlikçilerin eliyle de beslenip meyvelerini vermiştir. Tabi bozuk tohumların meyveleri de pek tatlı olduğu söylenemez! Ayrıca önce çürümeye ardından da yok olmaya mahkûmdurlar. Arapların Türklere, Türklerin de Araplara karşı üstün olduğu telkin edilerek, milliyetçilik fikrini yaygınlaştırıp birden fazla fırsatı yakalamayı başarmışlardır. Hilafeti tehdit ve İslam ile birbirine kardeş olan milletleri birbirine düşman ilan etmişlerdir.
Batılıların ve onun yetiştirdiği yerli işbirlikçilerin oyunlarına inanan Müslümanlar, fikirleri çelinmiş bir vaziyette yorgun düşmüş, mağlûp olmuş ve sahip oldukları izzeti kaybetmişlerdir. İslami devleti yok edebilmek için yürütülen savaşlarda İslami devletin bekası uğrunda şehit düşen canlar, ulus devletlerin inşasının ardından milliyetçilik uğrunda mücadele etmiş gibi lanse edilmiştir. İslam kahramanları milli kahramanlıklarla süslenip Müslümanlara, Müslümanların çocuklarına çarpık bir görüntüyle dayatılmıştır.
Bunlardan biri de Şeyh Said Kıyamıdır. Şeyh Said; Hilafetin kaldırılmasının ardından şu meşhur sözü ile kıyamı başlatmıştır: “Hilafet vardı itaat vacipti Hilafet kaldırıldı kıyam vacip oldu” diyerek kıyama kalkmış ve canını bu uğurda feda ederek şehadet mertebesine ulaşmıştır. Günümüzde Şeyh Said kıyamı bazı çevrelerce bulanıklaştırılmaya çalışılmış ve kıyamın Kürt milliyetçiliği olduğuna inandırmak için gayret harcanmaktadır. Şeyh Said Kıyamının Hilafet için olduğunun en büyük delillerinden biri de Sultan II. Abdülhamid’in Şam'a sürgün edilen oğlu Mehmet Selim Efendiye kendisiyle birlikte kıyam eden mücahitler adına mektup yazarak biat etmek istediğini söylemiş olmasıdır.
Milliyetçilik esasları üzerine inşa edilmiş demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyeti’nde bir taraftan tarihi gerçekler çarpıtılmaya, İslam halifeleri zalim padişahlar olarak gösterilmeye, yeni eğitim sisteminde Türkçülük yüceltilmeye, Türk olmayan asimile edilmeye, milliyetçilik ve vatancılık duyguları beslenmeye başlanmıştır. Böylece Türkiye Cumhuriyeti sınırlarıyla budanmış İslam Ümmetinde kendinden olmayan suni bir birlik duygusu oluşturulmaya çalışılmıştır ki birliğin aksine her türlü ayrımcılığı, ırkçılığı ve gericiliği beraberinde getirmiştir. Zaten düşük bir fikir olan milliyetçilik hiçbir zaman toplumları kalkındıramayacak, aksine bataklığa sürükleyecek bir fikirdir. Zira bencil, haya yoksunu, menfaatçi, vatancı, kemalist, ırkçı, hayata bakış açısı yanlış, fikrî seviyesi düşük bir nesil yetiştirmek üzere kurulmuş ve bunun için çalışan aşağılık bir sistemin ilkesidir milliyetçilik! O sistem şüphesiz Kapitalizmdir. Özellikle Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayıp Türk olmadıkları halde insanlara “Ne mutlu Türküm diyene” dedirtmeleri de zorbalık ve bencillikten başka hiçbir şey değildir. Milliyetçilere göre bu sözü söyleyemeyenler her daim hor görülmeye, ezilmeye layıktırlar ve vatan haini olmaya namzettir.
Neredeyse on yıldır hemen yanı başımızda Suriye’de, sırf Allah’ın hükümlerini istedikleri için Müslüman kardeşlerimiz çocuk, kadın, yaşlı demeden katlediliyor. Hâlbuki Türkiye dünyanın en güçlü ordularından birisine, üstelik Müslüman bir orduya sahiptir. Fakat bu güçlü ordunun başındaki Müslüman yönetici bir taş atma mesafesindeki Müslüman kardeşlerine yapılan zulümleri sadece kınamakla yetindi. Bacılarımızın namusları kirletildi... Onlar bu yüzden ölüm fetvası dahi istediler! Kardeşlerimize karşı kulaklar sağır, diller lâl, gözler kör oldu. Kardeşlerimiz namuslarını güvende tutmak için Türkiye’ye gelmek istediler. Yöneticilerin kardeşlerimizi kabul etmesi ise sadece menfaatçi bir yaklaşımla vuku bulmuştur çünkü onlar için Suriye gündemine girmek için kaçırılmaması gereken bir fırsattı bu. Her defasında biz bu kadar mülteciye kapıları açtık, barındırdık kim bu kadarını yaptı diye böbürlendiler ama gelenler dışlanıyor, eziliyor, hatta öldürülüyorlar...
İslam fikri iki düşmanı kardeşe dönüştürürken, İslam nizamı farklı dinleri, milletleri huzur, saygı, karşılıklı güven ve emniyet içinde tek bir çatı altında barındırabilirken, milliyetçilik ise kardeşleri birbirine düşman ve yabancı kılmıştır. Profesör Doktor İhsan Süreyya Sırma bu durumu edinmiş olduğu tecrübeyle şöyle açıklamaktadır: “Ben 72 yaşındayım. İşte bu kitaplar içinde yaşlandım. Bütün dünyayı gezdim. Varabildiğim yer odur ki “Müslümanları bitiren Milliyetçiliktir.””
Milliyetçiliğe her ne açıdan bakarsak bakalım asıl görevi Ümmeti bir araya getirmemek, topraklarını sömürmek ve İslâm’ı yok etmektir. Hakikaten de milliyetçiliğin son Osmanlı İslâm devletinin yıkılmasına büyük katkısı olmuştur. Batılı kâfir ve işbirlikçileri Ümmetin “tek ümmet, tek devlet, tek bayrak” şiarının yeryüzündeki cismini parçalayıp yerine küçük karton devletler, bir anlam ifade edemeyen semboller diktiler. Ümmeti parçalayan bu karton devletler, semboller ve ırkçı söylemler, İslami söylemlerle süslenip Müslümanları bir anlık kandırabilseler bile, hiçbir zaman Ümmeti bir araya getirmeyecek, aksine daha çok ayıracaktır. Bu nedenle insanlara gerçek anlamda değer verecek, ayrım yapmadan tüm Müslümanların hakkını koruyacak, tek düşmanın küfür olduğunu idrak eden azimli, yalnızca Allah Azze ve Celle’nin rızasını gözeten bir nesil yetiştirecek, kısacası Ümmeti bir bütün haline getirecek yegâne nizam İslami Hilafet devletidir.
Müslümanlar şeriatı büyük bir özlemle istiyorlar ve Hilafetin yeniden kurulduğunu zihinlerinde tasavvur edebiliyorlar. Zira her işi sadece ol demesiyle oldurtan Rabbimiz var bizim. Hilafeti yeniden Müslümanlara vermesi de bir o kadar kolaydır. Nitekim Allah Azze ve Celle’nin bizlere vaadi şöyledir:
“Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için hoşnut ve razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaadde bulunmuştur. Onlar bana kulluk eder ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Artık bundan sonra kimler inkâr ederse, işte onlar fasıkların ta kendileridir.” [Nur 55]
Ve
“Mü'minler ancak kardeştir.” [Hucurat 10]