Temeli laik demokratik nizama dayanan “İstanbul Sözleşmesi”, Müslümanlar üzerindeki olumsuz etkisini her geçen gün artırmaya devam ediyor. Laik Türkiye devleti bu fasit projeyi yürürlüğe koyduğundan beri meydana gelen istatistiklere bakıldığında, her 5 evlilikten birinin boşanma ile sonuçlandığı görülmektedir. “Kadının beyanı esastır”, “aile kadına şiddetin üretildiği mekândır” gibi zehirli fikirlerle, doğrudan İslami aile yapısı hedef alınmıştır. Aynı şekilde “cinsiyet eşitliği” fikri ile gençlerin zihinleri bulandırılmaya çalışılıp, “LGBT+” sapıklığının yaygınlaşması amaçlanmıştır. Bu sapıkların aleni olarak hayat tarzlarını, gençleri “özendirecek” şekilde hazırlayıp sunmalarına “İstanbul Sözleşmesi” adı altında, laik devlet her türlü destek olmuştur. Okullarda kız-erkek resimlerinin değiştirilip yerine cinsiyetsiz resimlerin konması, ortaokul çocuğuna ders kitaplarında doğuştan cinsel kimlik yoktur, bunlar kültürün etkisi ile dayatılıyor diye öğretilmesi veya cinsellik, flört, güvenli cinsel ilişki, hamilelikten korunma gibi konular işlenerek zinaya teşvik edilmesi “İstanbul Sözleşmesinin” İslam ümmetine getirdiği sonuçlardır. 18 yaşından evvel evlenmenin de kanunen yasak olduğunu düşündüğümüzde, yaşanan binlerce zulüm ve mağduriyete kelimeler yetersiz kalıyor. İstanbul Sözleşmesi her şeyden önce kâfirlerin bir projesidir ve kendileri Batı ülkelerinde bunu 50 yıldan fazla zamandır yasal olarak uygulamaktadırlar. Şahsi hürriyetler, kadın hakları, cinsiyetsizlik gibi demokratik mefhumlara dayalı bir sözleşme olan İstanbul Sözleşmesi 2011 yılında Türkiye’de de yasal olarak yürürlüğe girdi. Batı’da yıllardır aksaksız uygulanmasına rağmen, insanlığın problemlerine çözüm olamamış fasit bir proje, neden Türkiye’de yürürlüğe sokuldu? Kadın ve LGBT+ haklarının sonuna kadar savunulduğu Batı ülkelerinde, boşanma, şiddet, alkol, madde kullanımı, intihar oranlarının artarak devam ettiği hepimizin malumudur. Ayrıca her iki çocuktan biri evlilik dışı olan, karmakarışık bir neslin söz konusu olduğu bir medeniyetin kanunlarına, Müslümanların ihtiyacı mı vardı? Sömürgeci kâfir Batı’nın hayat tarzını yaşama talebinde mi bulundular? Dinsiz ve ahlaksız bir hayata mı talip oldular? Neden İslam beldelerinde bu sapkın fikirler laik kanunlar aracılığı ile Müslümanlara dayatılıyor? Maalesef bu Ümmetin başındaki yöneticiler, Kur’an’ın ve Sünnetin hükümlerini hiçe sayarak, Ümmetin perişanlığına sebep olacak anlaşmalar imzalıyor. Sömürgeci kâfir Batı silah zoru ile değil, sözleşme yolu ile imzalar attırarak dilediği ahlaksızlığı Müslümanların başlarındaki bu yöneticiler aracılığı ile yayıyor! Küfrün hükümlerini bize güzel gösteren bu yöneticiler, yaptıkları bu anlaşmalarla ancak üzerimizde küfrün tahakkümünü sağlamlaştırmaya çalışmaktadırlar. İstanbul Sözleşmesi’ni aydın bir yöneticiye yakışır şekilde öngöremeyip, yürürlüğe koyan, neticesinde de bunun bir “hata” olduğunu söyleyen yöneticilere, bunun geçerli bir siyasi mazeret olamadığını hatırlatmak isterim. Sömürgeci kapitalist Batı’nın yandaşları olan bu laik sistemin yöneticileri hatayı, kapitalist sömürgeci küfrün demokratik nizamını, Müslümanların beldelerinde allayıp pullayarak yapmadılar mı? Yaptıkları en büyük hata, İslami hayatı yaşamanın önünde engel olarak durmaları değil midir? İmzaladıkları kanun ve sözleşmelerle insanları İslam’dan ve Allah’a kulluk bağından koparıp zorla küfrün hayat tarzına sıkıştırmak için çabalarken hata yapmadılar mı? Müslümanların enerjilerini haz, eğlence, hürriyetler, insan hakları, cinsiyet eşitliği, feminizm gibi kokuşmuş amaçları yücelten kendileri değil miydi? Bu bâtıl fikirleri kanun ve sözleşmeler yoluyla Müslümanlara dayatırken de hata ettiklerini düşünüyorlar mıdır? Sömürgeci kâfirler tarafından, İslam Ümmetini perişan etmek için üretilen bu projeyi, elleri titremeden imzalayan yöneticiler, Ümmetin karşısına geçerek “hata” ettiklerini ifade ediyorlar. Bu ise asla samimiyetle söylenmiş bir söz değildir. Bu yöneticiler Ümmete karşı birazcık samimi olmuş olsalardı, kâfir liderlerin karşısında Müslümanları bâtıl sözleşmeler ile zillete düşürmezlerdi! Bu yüzden onlara ancak şöyle cevap verilebilir; “Hata etmediniz, ihanet ettiniz...!” Müslümanlar İstanbul Sözleşmesi gibi demokratik düzlemde yapılan tüm anlaşmaların bâtıl olduğundan eminler. Fakat henüz türlü vaatlerde bulunarak kendilerini aldatan hainlerin farkına varamadılar. İslam’a ve Müslümanlara ihanet eden bu yöneticiler, eşcinselleri koruyan kanunları kaldırsalar dahi, bu laik demokratik sistemin devamını meşrulaştırmaz! Zira bizim meselemiz demokratik düzlemdeki bir kanunla ilgili değil, doğrudan küfrün ürünü olan demokratik laik sistemin kendisidir. İslam’ın akide ve nizamına aykırı hayata bakış açılarına sahip Müslümanların başlarına vekil yahut yönetici olarak tayin edilen şahıslar; “aldandık”, “hata ettik” gibi söylemlerle daha çok karşımıza çıkacaklar. Ortada bir hata değil ihanet var... Gerek küfrün fikrî saldırılarını gerek siyasi hamlelerini gerek askeri saldırılarını bertaraf edecek olan ancak İslam Devletidir. Demokrasinin, kapitalizmin insanlara garanti ettiğini iddia ettiği safsataların bir ayağı olan İstanbul Sözleşmesi, kadim İslam Ümmetine vurulmak istenen bir hançerdir. Bizler bâtıl nizamların sinsi planlarını ifşa etmeli ve tehlikelerini ortaya koyarak, Ümmeti bu fasit fikirlerden korumalıyız. Tüm saldırılardan Ümmeti bir kalkan misali koruyacak olan asıl çözüm ise Hilafet Devleti’nin tesisi olacaktır.