“Bir insan acı duyuyorsa canlıdır. Başkasının acısını duyuyorsa insandır” der Tolstoy. Kürt Sorununu anlamak için de birazcık insan olmak gerekiyor sanırım. Zira insanla canlı arasında esasında ince bir çizgi var. O çizgiyi geçmek ya da çizginin hangi tarafında olacağına karar vermek yine insanın elinde. Son yıllarda “insan” özlemi çekiyoruz hep birlikte. Başkalarının acısını hissetmekten aciz, hayatını sadece kendi mutluluğuna odaklandırmış, kendisinden her türlü kötülüğün bekleneceği, menfaatperest canlılar etrafımızı sarmış durumda. Başkalarının acısını hissedebilmek… Sadece üç kelimeden oluşan bir cümle ancak hayattaki tatbiki o kadar zor ki. Mesela bu topraklarda Kürt olmanın ne demek olduğunu hangimiz hissedebildik? Kürt olduğunu saklamak zorunda kalmanın ne demek olduğunu? Şiven bozuk olduğu için horlanmanın ne demek olduğunu? Kürtçeden başka bir dil bilmediği için aşağılanmanın, hakarete maruz kalmanın ne demek olduğunu? Ana dilini konuşamamanın ne demek olduğunu? Okulda, hastanede, herhangi bir devlet kurumunda “öteki” muamelesi görmenin ne demek olduğunu? Avrupa’dan gelen turistleri anlamak, ona bir şeyler anlatmak için şekilden şekle girenlerin Kürtçeden başka bir dil bilmeyenlere tepeden bakmalarına katlanmanın ne demek olduğunu?
Annesi babası Kürt olan, ilkokula gidene kadar doğru dürüst Türkçe bilmeyen, ilkokulda öğretmenin iğneleyici sözlerine katlanmak zorunda kalan, annesinin öğretmeni tarafından Türkçe bilmediği için aşağılandığına şahitlik eden bir kardeşiniz olarak kalbimin en derinliklerinden yazıyorum bu satırları. Kürt olmanın kötü bir şey olduğunu düşünerek büyüyen, Kürt olduğu için kendini alt sınıftan gören bir çocuk olarak yazıyorum. Hizb-ut Tahrirle yurt dışında tanışmış ve İslam’ı Hizb-ut Tahrir’den öğrenmiş bir genç olarak yazıyorum. Birbirinden farklı kavimlere sahip ana dili ve ten rengi birbirinden farklı olan ama İslam davası için, Hilafet için bir araya gelmiş güzel insanlarla tanışma fırsatı bulmuş bir kardeşiniz olarak yazıyorum. Kürt Meselesi, Kürt sorunu adını ne koyarsanız koyun, nasıl isimlendirirseniz isimlendirin bu topraklarda yaşanan bir gerçekliği anlatmaktadır. Beyaz Türklerin kendini üstün ırk olarak görmesi ile başladı her şey. İslam’ı geri kalmışlığın tek sebebi olarak gören bu kesim İslam’ı terk ettiğinde, onu düşman ilan ettiğinde toplumsal birlikteliği sağlamak için şeytan vesvesesi ırkçılığa sarıldı. Irkçılık, laik cumhuriyetin temel kuruluş felsefesinin temelini oluşturdu. Özellikle Hilafetin kaldırılıp laikliğin egemen kılınmasına başkaldırı olarak ortaya çıkan Şeyh Sait isyanından sonra ırkçılık azgınlaştı. Devletin her kademesini kuşattı ve Kürtleri ötekileştirdi. Şeyh Sait İsyanı İslam’a sarılmanın, İslam’ı korumanın adıyken ırkçılık İslam’a sarılanları cezalandırmanın adı oldu. Bu cezalandırma Cumhuriyet tarihi boyunca devam etti. Bazen cezalandırmanın dozajı arttı, bazen azaldı ama cezalandırma hep devam etti. İş adamlarının, siyasetçilerin, sanatçıların, sporcuların içinde Kürtler var nerde bu cezalandırma diyebilirsiniz. Cezalandırma, bu satırları yazan, bu satırlarda yazılanlara şahitlik eden, bu satırlarda yazılanları yaşayan insanların anılarında...
Nasıl olacak? Nasıl bu travmalar son bulacak? Bu sorunun cevabını Avrupa’da yaşarken buldum. İslam’ın farklı kavimlerden insanları nasıl bir potada eritip kardeş kıldığına şahit oldum. Sonradan Müslüman olmuş sarı saçlı beyaz tenli bir Danimarkalı ile Afrikalı siyah tenli, siyah saçlı bir Müslümanın birbirlerine sevgi dolu sarılışları, muhabbetleri, aynı şeye sevinip aynı şeye üzülmeleri, İslam ümmetinin yeniden ayağa kalkması için çırpınmaları Kürt sorununun çözümünü de bana göstermiş oldu. Çözüm her sorunda olduğu gibi İslam’da! Çözüm İslam kardeşliğinde! Çözüm İslam Ümmetini bir araya getirerek onu tek devlet, tek ümmet, tek devlet kılacak olan Raşidi Hilafet Devletinde. Allah Subhanehu ve Teâlâ bizleri o devlet çatısı altında bir araya getirsin. O devletin gölgesinde gölgelenmeyi, o devletin kalkanı altında korunmayı nasip etsin. Allahumme âmin!