İSTANBUL SÖZLEŞMESİ
08 Mart 2020

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ

11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul’da imzaya açılan kadınlara yönelik şiddet ve aile içi şiddetin önlenmesi ve bunlarla mücadele sözleşmesi kısa adıyla İstanbul Sözleşmesi, daha doğru bir tanımla yuvayı yıkan, kadını, erkeği ve çocuğu koruyamayan bir sözleşmedir, diyebiliriz. İstanbul Sözleşmesi imzaya açıldıktan sonra TBMM genel kuruluna sunulmuş ve partilerin (AKP, CHP, MHP, HDP) kabul oyuyla onaylanmıştır. Genel olarak kadını ve çocuğu ele alan bu sözleşme 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Sözleşme İstanbul’da yapıldığından dolayı “İstanbul Sözleşmesi” adını almıştır. İstanbul Sözleşmesi’nin “sözde” temel amacının belgelerde geçtiği üzere kadını korumak olduğu ifade edilmektedir. Bunun da ancak kadını ve erkeği eşit tutarak, şiddetin, cinayetin ve tacizin ortadan kaldırılmasıyla mümkün olacağı belirtilmektedir. İstanbul Sözleşmesi’nin temel bir kaç maddesini ele alalım; (Madde 3/b) uyarınca ailevi bağı olup olmadığına bakılmaksızın eski eş, ikamet ettiği kişiler veya akraba tarafından kadına yapılan her türlü şiddet ve cinayetin önlenmesi temel unsurlardan biridir. Sözleşme aynı zamanda hem özel alandaki hem kurumsal alandaki şiddeti yasaklamıştır. Dolayısıyla sözleşme yalnızca ev içinde olan (ebeveyn, eş, çocuk gibi kuşaklar arası) kadına yönelik şiddeti değil aynı zaman da aynı evi paylaşmasa dahi kamusal alanlardaki (hastane, karakol, okul, vb.) şiddet eğilimlerini de yasaklamaktadır. (Madde 34-40)uyarınca kadına yapılan her türlü cinsel eğilim, taciz amaçlı takip, kadının güvende hissetmesini önleyecek her davranış, sözlü ya da fiziksel rahatsızlık verici her durum yasaktır. (Madde 1/b) esası gereği sözleşmenin bir diğer maksadı ise kadın ve erkek eşitliğinin korunmasıdır. Bu maddeyi şöyle açıklayabiliriz; kadına karşı yapılan her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılmasına katkıda bulunmak ve kadınları güçlendirmek adına kadın ve erkek arasındaki eşitliği yaygınlaştırmak. Bu amaçlar sözleşmede önemli bir niteliktir.

İstanbul Sözleşmesi’nin ne olduğunu, amacını, temel unsurlarını ve sistemin kadını korumasındaki metodunu öğrendik. Bunları da maddeler halinde belirttik. Şimdi ise maddeleri yorumlayıp, İstanbul Sözleşmesi’nin ve izledikleri metodun faydası sağlanmış mı kadınları ve çocukları koruyabilmişler mi ona bakalım…

ŞİDDET/CİNAYET (Madde 3/b) Dünyanın dört bir yanında kadın, erkek, çocuk, yaşlı hatta hayvanlar dahi şiddete maruz kalmaktadır. Toplumsal hayatta ise şiddet gören tarafın daha çok kadınlar ve çocuklar olduğu aşikârdır. Bunun sebebi ise savunmasız ve korunmasız olmalarıdır. Günümüz istatistiklerine göre Türkiye, şiddet artışı konusunda ilk sıralarda yer almaktadır. Aile içi şiddetin dünyada en yüksek olduğu ülkeler arasında Tunus, Pakistan, Afganistan, Endonezya gibi Müslüman ülkelerin ilk sıralarda yer alması ne yazık ki acı bir durumdur. Bu konuda bazı “Feminist Müslüman” kadınlar şiddetin İslam’dan kaynaklandığını iddia ediyorlar fakat yanılıyorlar. Hâlbuki bu şiddet sorunsalı İslam’dan değil beşer mahsulü aciz kapitalist ideolojiden kaynaklanmaktadır. İşte bu sebepten dolayı gayri İslami toplumlarda olağan olan şiddet, kapitalist nizam aracılığı ile İslam ülkelerine de bulaşmış vaziyette. BM rakamlarına göre fiziki şiddete maruz kalan kadınların oranının yüzde 38 olduğu belirtiliyor. Kadınların en az üçte birinin fiziksel ve/veya cinsel şiddete maruz kaldığı belirtilen araştırmada kadınların sadece yüzde 11’inin bunu resmi kurumlara bildirdiği belirtiliyor. Dolayısıyla şiddete maruz kalan kadınların resmi kayıtlardan daha fazla olduğu tahmin ediliyor. Türkiye’de şiddet lanetleniyor fakat oranlar ne yazık ki ürkütücü bir durumda. Günümüzde yöneticilerin, kadın kuruluşlarının, halkın şiddetten anladığı tek şey kadının gözünün morarması, kocası tarafından dövülmesi...

Peki, ya bedenini satmak zorunda kalan kadınlar... İnsan gibi yaşayıp daha rahat bir hayat sürmek için çocuğunu başkalarına emanet edip dışarda çalışan ve taciz korkusu yaşayan kadınlar... Genç yaşta evlendiği için yıllar sonra kocasına tecavüzcü damgası vurularak hapse atılan ve bu nedenle çocuklarıyla savunmasız, korunmasız olarak yapayalnız kalan kadınlar... Onlar şiddete maruz kalmış olmuyor mu? Eğer şiddet; bireyin fiziksel, cinsel, ekonomik veya psikolojik yönden zarar görmesi ise bu saydığımız durumlardaki kadınlar şiddetin en ağır biçimine maruz kalıyorlar. Amacınız bu ülkede yaşayan kadınları korumaksa yapmanız gereken şey kadını yok eden, kadını bir metaa dönüştüren kapitalist sistemden onu kurtarmanızdır. Dönüp İstanbul Sözleşmesi’nden bu yana kadın cinayetlerine baktığımızda Türkiye’de 2014-2019 tarihleri arasında 1095 kadın; ailesi, erkek arkadaşı, kocası ya da eski kocası tarafından katledilmiştir. Öldürülme sebepleri arasında kadının boşanma davası açması, erkeğin barışma isteğini geri çevirmesi, aldatılma şüphesi ya da maddi kaynaklı sıkıntılardan dolayı gerçekleştiği belirtiliyor. Bunca kadın koruma kanununa ve alınan tedbirlere rağmen neden kadın cinayetleri artıyor. Onlarca kadın koruma vakıfları, dernekleri, platformları nerede? Kadın cinayetlerini durduracağız diye haykıran dernek başkanları nerede?

Bakın Allah-u Teâlâ Nisa Suresi 19. ayette ne buyuruyor: “Kadınlarla iyi geçinin!!!” [Nisa 19] Erkekler, kadınlardaki bazı davranışların tabii olduğunu düşünerek onlara karşı anlayışlı davranmalıdır. Kadında kusur olarak görülen hususları düzeltmeye kalkmak, aile içinde huzursuzluğa ve dolayısıyla mutsuzluğa yol açabilir. Bu sebeple en iyisi, bağışlanabilecek kusurlara göz yummaktır. “Kadınlarla iyi geçinin” ayetiyle emredilen de budur. İşte bu yüzden İslam, kadına yönelik şiddeti önleyecek pek çok hüküm ve emri olan muazzam bir din ve nizamdır.

CİNSEL İSTİSMAR (Madde 34/40) Bilindiği üzere günümüz dünyasının kabul ettiği medeni hukukta “tecavüz” kavramıyla ifade edilen zina, ancak tek taraflı ve zor kullanarak yapılmışsa bir suç teşkil etmektedir. Cinsel suçlar, tüm dünyada her yaş grubunda insanı tehdit eden toplumsal bir sorundur. Cinsel istismar; çocuk ve ergenin duygusal, cinsel, sosyal gelişimini bozmakta ve psikopatolojilere sebep olmaktadır. İnsan Hakları Derneği İstanbul Çocuk Hakları Komisyonu’nun hazırladığı rapora göre; cinsel istismarda Türkiye 3.sırada yer almaktadır. Son 16 yılda 18 yaşın altında 440 bin çocuk doğum yaptı. Cinsel suçların yüzde 46'sının çocuklara karşı işlendiği belirtiliyor. 2014 yılında 1377’si erkek, 9 bin 718’i kız çocuğu olmak üzere toplam 11 bin 95 çocuk cinsel istismara maruz kalmış. Sokaklara, caddelere, parklara konulan kameraların ne yazık ki hiçbir faydası olmuyor. Cinsel istismar bir kaç kamerayla durdurulamadı, durdurulamayacak. Öncelikle bu sorunun nerden kaynaklandığını bilmek gerekir ki ona göre bir çözüm önerisi oluşturulsun. Cinsel istismar neden kaynaklanıyor? Neden önüne geçilemiyor?

Bu konuda Takiyyuddîn En-Nebhânî’nin bir sözünü hatırlatmak istiyorum: “Bir toplumda suç, zulüm, fesat, günah eğer ki ender görülüyorsa fertlerden; yaygın hale gelmiş ise uygulanan nizamdan kaynaklanır.”

Suç işleme oranlarını dikkate aldığımızda nizamdan kaynaklandığını görmekteyiz. Cinsel istismarın önüne geçilmesi için bugüne kadar ortaya konulan hiçbir fikir çözüm olamamıştır. Zaten laik sistemin getirdiği çözüm, çözüm değildir. Yaptıkları şey suçu önlemek değil suç işlendikten sonra psikolojisi bozulan, ruh ve beden sağlığına zarar verilmiş kişilere destek vermektir ki bu kişiye kesinlikle fayda sağlamamaktadır. Fakat İslam nizamı insanları bu tür suçları işlemeye sevk edecek tüm sebepleri ortadan kaldırır. Yani İslam Hukuku, cinsel istismarın yapılmasını beklemez ona götürecek tüm sorunları önceden ortadan kaldırır. Buna binaen diyoruz ki İslam toplumunda bu tür suçların işlenmesinin alt yapısı yoktur. Suçu işleyenlerin de cezası suça göre belirlenir ve suç ortadan kaldırılır. Tüm suçlarda uygulanan metot budur. Harama götüren her yol kapatılır bu yola girmeye çalışılırsa bu kolayca engellenir. Bu konu hakkında Furkan Suresi 68. ayette şöyle geçmektedir: “Onlar ki; Allah ile beraber başka bir tanrıya tapmazlar. Allah’ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar. Zina etmezler. Kim de bunları yaparsa, günahının cezasını bulur.”

KADIN-ERKEK EŞİTLİĞİ (Madde 1/b) İslam’da erkek ve kadın ayrı fıtratlar üzere yaratılmış ve Allah-u Teâlâ kadını ve erkeği yaratırken ikisine de ayrı görevler vermiştir. Erkeğin görevi evin geçimini sağlamak ve aile fertlerini korumakken kadının görevi ise Allah’ın rızasını bilen Müslüman bireyler yetiştirmektir. Hucurat Suresi 13. ayeti ele alalım, Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık. Birbirinizi tanıyıp sâhip çıkmanız için milletlere, sülâlelere ayırdık. Şunu unutmayın ki Allah'ın nazarında en değerli, en üstün olanınız, takvada en ileri olandır. Muhakkak ki Allah her şeyi bilir, her şeyden hakkıyla haberdardır.”

Böylece İslam, ne bir cinsin diğerine tamamen üstünlüğünü ne de her yönden eşitlik olduğunu benimser. Her cinsin kendine has, diğerinde bulunmayan bazı özellikleri vardır. Dolayısıyla kadın ve erkek bir birini tamamlayan bir bütündür. İslam kadın ve erkeğin birbirleriyle çatışan değil, birbirini bütünleyen özellikleri olduğunu ortaya koyan bir düzen getirmiştir. Demek ki yaratılışta, Allah’a kul olmakta, ibadette, duada, suç ve cezada, yani kullukta, hürmet ve saygınlıkta, kısaca insan oluşta kadınla erkek arasında fark yoktur. Fakat batıya bakıldığında merhametten, şefkatten, saygı ve hoşgörüden yoksun aile bireyleri ve yalnızca menfaat üzere kurulu olan bir aile biçimi karşımıza çıkar. Ve geldiğimiz noktada bu vahim duruma Müslüman aileleri de entegre etme çabası içerisindeler. İstanbul Sözleşmesi’nden bir parça olan ve hepimizin duymuş olduğu 6284 sayılı kanundan da bahsetmeden geçmek istemiyorum. Cinsel suçlarda “kadının beyanı esastır” ilkesi, cinsel taciz gibi suçlarda delil olup olmadığına bakmaksızın kadının beyanı esas alınıyor. Neden sadece kadının beyanı esas alınıyor? Nasıl oluyor da kadının iftira atmayacağı, yalan söylemeyeceği sonucuna varılıyor? Hasta doktoru, öğrenci hocasını, çalışan işverenini şikâyet ettiği anda tutuklama ve 5 yıldan başlayan hapis cezaları veriliyor. Peki, siz hiç duymadınız mı evliyken zina eden, yalan ve iftirayla kocasını evden uzaklaştıranları? Ya da kocası istediğini yapmayınca “seni şikâyet ederim” diyerek kocasını tehdit edenleri? 15 yaşında kız öğrenci, öğretmeni ders notlarını yükseltmedi diye “öğretmen beni taciz etti” dese beyanı kabul ediliyor. 17 yaşında kız “severek evlendim” dese kabul edilmiyor. 14 yaşında zina serbest, 17 yaşında evlenen ise çocuk gelin oluyor!!! Açın gözlerinizi ve mağdur edilen erkeklere bir bakın. Hedef aileyi korumak değil aileyi ifsat etmek. Böyle bir sistem olamaz. Kadını yüceltirken, erkeği paspas yaparsanız ortada aile diye bir yapı kalmaz. Böyle bir kanun sonucunda eşler anlaşamıyor, yuvalar yıkılıyor, sonrasında sonsuz nafaka gibi bir sorunla karşılaşan erkekler maddi yetersizlik nedeniyle bunu karşılayamayınca bu sefer şiddet artıyor.

İşte çarpıcı bir madde daha; (Madde 48) eşler arası uyuşmazlıklarda “arabuluculuk” yapmak isteyenleri devlet engeller! Peki, Rabbimiz ne buyuruyor: “Eğer karı-koca arasının açılmasından endişeye düşerseniz bir hakem erkeğin tarafından, bir hakem kadının ailesinden kendilerine gönderin. Bu arabulucu hakemler gerçekten barıştırmak isterlerse, Allah aralarını bulmaya onları muvaffak kılar. Şüphesiz ki Allah hakkıyla bilendir, her şeyin aslından haberdardır. [Nisa 35] Değerli kardeşlerim bu maddeleri çoğaltmak mümkündür. Elimizi çabuk tutalım! Aile sınavımız zorlaşıyor… Batılı hayat tarzının aileyi yavaş yavaş değil çok hızlı bir şekilde bitirdiğini görüyoruz. Hiç şüphesiz açıkça ortadadır ki toplumda insana gerçek şeklini veren kapitalist nizamdır. Bizi bu çöküşten kurtaracak, kadını, erkeği, çocuğu, aileyi koruyacak olan tek nizam ise İslam nizamıdır. Bu sebeple sizleri tekrar eski tarihimizi canlandırmak, izzet ve şerefimizi düştüğü yerden kaldırmak, kâfirlerin düzenini alaşağı etmek ve yerine İkinci Raşidi Hilafet Devletini kurmak için çalışmaya davet ediyorum.

**“Ey iman edenler! Eğer siz Allâh'a yardım ederseniz (O’nun dini için çalışırsanız) O da size yardım eder; ayaklarınızı sâbit kılar!” [Muhammed 7] ** Evindar Gürgün