İSLAMCILIĞIN TEZAHÜRLERİ ÜZERİNE
23 Kasım 2019

İSLAMCILIĞIN TEZAHÜRLERİ ÜZERİNE

Günümüz araştırmacılarının tanımlarında İslamcılık; “XIX-XX. yüzyılda İslam'ı bir bütün olarak -inanç, ibadet, ahlak, felsefe, siyaset, eğitim- yeniden hayata hâkim kılmak ve akıllı bir metotla Müslümanları, İslam dünyasını; Batı sömürüsünden, zalim ve müstebit yöneticilerden, esaretten, taklitten, hurafelerden, kurtarmak, medenileştirmek, birleştirmek ve kalkındırmak uğruna yapılan aktivist, modernist ve siyası, fikri ve ilmi çalışmaların, arayışların, teklif ve çözümlerin bütününü ihtiva eden bir harekettir” diye ifade edilmektedir. [İsmail Kara, 1985] İnandıkları din ile yaşadıkları demokratik hayatı mezcedmeye çalışan “İslamcılar”, İslam ahlakının eşitlik, hürriyet, yardımlaşma ve şahsi üstünlüğe dayandığını, Avrupa’dan alınmak istenen eşitlik, hürriyet gibi kavramların İslam’ın ahlak anlayışında zaten var olduğu görüşündedirler. İslamcı yazarlar “biat” kavramından hareketle bu kavramı, “demokratik” içeriğinden dolayı yönetilenlerle yönetenler arasında mevcut olan ilişkilerde “yönetilenlerin rızası” olarak algılamışlar ve kendilerince tevile giderek demokrasiye kapı aralamışlardır. Yine “şura” meselesinden de yola çıkarak kapıyı daha da aralamışlardır! Bu kavramların hakikatini ortaya koyarak kendilerine karşı çıkanlara ise aciz, muhtaç ve eksik olan akıllarından çıkardıkları fikirlerle; Hilafet Devletinin günümüz koşullarında mümkün olamayacağını, İslam’ın hayat sahasında birden bire uygulanamayacağını, bunun yavaş yavaş yani tedricen uygulanabileceğini söylemişlerdir. Düşmanın silahı ile silahlandıklarını sanan ama esasen düşmana teslim olan bu zevat, savundukları fikirlerle Müslümanlara verdikleri zararları görememiş ve düştükleri girdapta zamanla daha çok tevile ve tavize başvurmak zorunda kalmışlardır. Bu halleriyle söylemlerinde her ne kadar Batı düşmanı gibi görünseler de eylemlerinde sömürgeci Batı’nın müttefiki olmuşlardır. Özellikle “İslamcı” liderler, Batı’nın dayattığı kanun ve yasaları eksiksiz uygularken, her seferinde Müslümanları kandırmak için sahte söylemlere başvurmuş ve hakikati gizlemeye çalışmışlardır. Bugün maalesef kapitalist nizamın menfaatçi bakış açısı Müslümanları kuşatmış bir vaziyettedir. Özellikle son günlerde yaşanan birçok olay, tevil ve tavizlerle yola çıkanların geldiği içler açısı durumu gözler önüne sermektedir. Yıllarca Allah’ın bir emri olması sebebiyle başörtüsü mücadelesi verenler, bugün ecdatlarına ve kendilerine zulmedenlern kabirlerine ta’zime gitmekte, basit bir taklitçilikle lüks ve şatafat görüntüleri vermektedir. Gelinen noktada İslam’a ve Müslümanlara verdikleri zararları dahi göremeyecek kadar basiretsiz bir “kişilik” oluşturulmuştur. Batı’nın karalama kampanyalarına cevap vermek adına modernleşen, zamana ayak uyduran, konjonktür hesapları yapan, lükse ve modaya hayran bırakılan bu “kişiliklerin” dini kavramlardan yaptıkları teviller ve verdikleri tavizler, esasen onları Batı’ya yaklaştırırken İslami fikirlerden ve İslami yaşantıdan uzaklaştırmıştır. Bugün namaz kılan abdestli kapitalistlerin, başı örtülü tesettürsüzlerin, laiklik ve demokrasi hayranı muhafazakârların türemesi bunun bir neticesidir. Cumhuriyetin ilanından sonra Müslümanlara yapılan baskı ve zulümler arttıkça sahih fikirler Batı’ya dayalı çözümlerle yer değiştirmiş ve bazı Müslümanları anlık çözümler üretmeye itmiştir. İslam’ın kesin ve kalıcı çözümlerine olan inanç zayıflamış, demokratik çözümlerle modern topluma entegre olunacağı düşüncesi ile Müslümanlar asıl fikirlerinden uzaklaştırılmışlardır. Başörtüsü sorununu demokratik bir hakkın ihlali olarak ele alınmış ve böylece Allah’ın bir farzı olduğu fikrini zihinlerden uzaklaştırmıştır. Özellikle başından beri Batı’nın ifsad etmeye çalıştığı “Müslüman kadın” meselesine bakış gün geçtikçe İslami zaviyeden uzaklaştırılmıştır. Kadının ifsadı ile ailenin, neslin ve toplumun ifsad olacağını planlayan sömürgecilere en büyük hizmeti ise celladına aşık olanlar yapmıştır. Bugün AB normları için zinanın yasak olmaktan çıkarılması, LGBT sapıklığının giderek artması ve İstanbul sözleşmesi gibi uygulamalar hedefinde her zaman kadınlar olmuştur. Kadın haklarını savunacağız diyerek kadını, aslına ve fıtratına uygun olmayacak şekilde özgürleştirenler(!) toplumumuzu ifsad etmişlerdir. Tüm bunları yaparken rol modeli olarak muhasır medeniyetler seviyesine ulaşması hedeflenen Cumhuriyet Kadını teması kurgulanmıştır. Demokrasi fikrini İslam ile bağdaştıran kör zihinler kapitalist ideolojiye hizmet eden uşaklara dönüşmüşlerdir. İnsanlığın sorunlarına sundukları çözümlerin yine insanın kendi aklından çıkmasının asla çözüm getiremeyeceği gerçeğini görmekten aciz kalmışlardır. Onlara göre kalkınmanın tek yolu Batı medeniyetine uyum sağlamaktır. Lakin bu kör bakış onları Batı’nın insani ve ahlaki çöküntüsünü görmekten aciz bırakmıştır. Dolayısıyla meselelere hürriyet ve özgürlükler fikrinden yaklaşmanın İslam ile taban tabana zıt ve sorunları daha da büyük uçurumlara ittiğinin farkına varamamışlardır. Mesela başörtüsü gibi bir sorunu, demokratik yollardan elde edilen bir başarı(!) ile çözüme kavuşturmaları, insanların bu batıl fikre daha çok yönelmelerini sağlamak içindir. Salt bu durum bile İslami hassasiyetleri olan bu toplumu, dini bir vecibeyi yerine getirirken bağlı olduğu akidesinden nasıl koparıldığını gözler önüne seren acı bir gerçektir. Böylece başörtüsü meselesine çözümler sunarken başı örtülü zihinlerdeki İslami direnç zayıflamıştır. İşte bu nedenle bugün başı örtülü olduğu halde İslam’ın haya örtüsünden uzak olan kimliksiz bir nesil türemiştir. Gençliğin içinde bulunduğu bu uçurum, siyasette İslam’dan uzaklaşan ama bütün gayelerini İslam adına yaptığını iddia eden siyasiler sayesinde daha da derinleşmiştir. Ümmetin evlatları onlara sunulan sistemin içinde asimile olmuş özüne dönmekte gaflete düşmüştür. Başörtüsü için kol kola üniversite önlerinde mücadele veren neslin evlatları deizm, feminizm gibi Batıl fikirlerin bataklığında boğulmaya mahkûm olmuştur. İslam’ı hayata hâkim kılmak için yola çıkan ve “demokrasi amaç değil, araçtır” diyen liderler, onların bütün duygularını sömürmüş ve büyük bir ümitsizliğe sevk etmiştir. Bugün Allah’ın bütün farzlarının yok sayan, haramları meşrulaştıran, zinayı, faizi ve gayrimeşru ilişkileri normalleştiren fasit ideolojilerin eğitim sistemi ve kanunlarına tabi olduğumuz sürece, bu bataklıktan ne kendimizi nede gelecek nesilleri kurtarmamız mümkün olmayacaktır. Öyleyse “İslamcıların” demokrasi ile özünden uzaklaştırdıkları İslami hayatı başlatmak için siyasi bir fikrin olması kaçınılmazdır. Bu siyasi fikir ise İslam akidesine dayalı olan siyasi bir otoritenin yeniden tesis edilmesi fikridir. O otorite ise Hilafetin Devleti’dir. Biz özümüz olan İslam’a dönmedikçe ve Allah’ın emirleri ile yönetecek Raşit bir Halife liderliğindeki birleşmedikçe Müslümanların bu inhitat çukurundan kurtulması asla mümkün değildir. Bugün oluşturdukları “demokratik İslam”, “ılımlı İslam” vb. türevlerini kastederek “İslam iflas etmiştir” diyenlerin yüzüne hakikati haykırma günüdür. O halde Kur’an ve Sünnet’in bize sunduğu metottan kıl kadar sapmaksızın hareket etmeli, Allah’ın ipine sımsıkı sarılmalı ve Müslümanları Batı’nın her türlü sömürüsünden bir an evvel kurtarmalıyız. Her kim bunun için çalışırsa Allah’ın izniyle emekleri katiyyen zayi olmayacaktır. نرفض_سيداو# #WeRejectCEDAW #CEDAWreddediyoruz #köklüdeğişimkadınkolları