İmanları Tartan Terazi: Korku
25 Kasım 2020

İmanları Tartan Terazi: Korku

Bir filmde, ringe çıkmak üzere olan ve rakibi diğer çocuktan daha önce defalarca dayak yemiş bir çocuğa boks antrenörü: “Herkes korkar evlat, ama seni korkak ya da cesur yapan o korkuya verdiğin tepkidir.” der. Antrenörün çocuğun olaya bakış açısını değiştirip korkusunu yönlendirmesiyle çocuk cesaretini toplar ve maçın sonunda rakibini nakavt eder. Şöyle bir kendimizi yokladığımızda hepimizin büyük ya da küçük birçok korkusu olduğunu fark ederiz. Kimisi açlıktan, parasız kalmaktan, kimisi makamını kaybetmekten, kimisi itibarını, kimisi imanını, kimisi eşini ya da evladını kaybetmekten korkar. Bu korkular insanın acizliğinden kaynaklanmaktadır. Çünkü Allah Subhanehu ve Teâlâ insanı, yaşamaya ve hayatta kalmaya zorlayacak olan tepkilerle donatıp yaratmıştır. İnsanın bazı korkuları fıtrattan, bazı korkuları ise iradesi dâhilinde olan hayata bakış açısından kaynaklanır.

Korku, insanın tahmin ettiği veya açıkça bildiği bir emareye dayanarak başına kötü bir hâl geleceğinden kaygılanması olarak tarif edilir. Korku aniden geldiğinde insanda hareket ve düşünmeye güç yetiremeyecek derecede bir şaşkınlık meydana getirir. Ormanda yürüyüş yaparken karşımıza kocaman bir ayının çıkması ya da ani bir yüksek sesle irkilip korkmamız gibi. Fıtrattan gelen bu tür korkular her insanda oluşabilir. Diğer taraftan hayata bakış açısından yani sahip olduğu fikirden kaynaklı korkular ise kâfirde ve Müminde aynı değildir. Mesela yeniden dirileceklerine ve ahiret hayatına inanmayan kâfirler, bedenlerini çürütecek ve yok edecek olan ölümden korkarlar. İslâm’dan önce de bazı Araplar rızık endişesi konusundaki ruhi sapmanın yansıması olarak fakirlik korkusuyla çocuklarını öldürmüşlerdi. İman etmeyen kimi insanların da hakka tabi olmalarına engel olan korku, servet ve makamdan mahrum olma korkusudur. (Kasas,57) Mümin için ise en büyük korku Allah korkusudur. Zira Mümin, Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın her şeye kâdir olduğunu, O’nun zatını, sıfatlarını ve istediği zaman tüm kâinatı yok edebileceğini bildiğinden en çok O’nun azabından korkar. Müminin Allah’a olan imanı; fakirlikten, ölümden, kâfir düşmanlardan ve diğer başka şeylerden gerçek anlamda korkmasını engeller. Çünkü hiçbir tehlike, Allah’ın azabı kadar şiddetli değildir. Bu yüzden Allah şöyle buyurmuştur: ﴿اِنَّمَا ذٰلِكُمُ الشَّيْطَانُ يُخَوِّفُ اَوْلِيَٓاءَهُۖ فَلَا تَخَافُوهُمْ وَخَافُونِ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ﴾ “Şeytan, (Allah’tan başka güçler ve kişilerle) ancak kendi adamlarını korkutup(ürkütüverir). Eğer gerçekten iman etmişseniz, onlardan değil, Benden korkun!” [Al-i İmran 175]

Kur’an, duygularımıza istikamet gösterir ve onları faydalı ve meşru hedeflere yönlendirir. Korku hissini de yönlendirerek insanı sahte, yanlış, sapık ve boş korkulardan alıkoyarak esas korkulması ve sığınılması gerekenin Yüce Allah olduğunu beyan eder. Bu sebeple Allah’a tevcih edilmeyen korkular binlerce sahte korkuya sebebiyet vermektedir. Keza kendisini, toplumu ya da yöneticileri iyi bir şekilde etüt edebilen insan bunun farkına varacaktır. Rızık endişesi taşıyan bir çalışanda patron korkusu, Allah korkusunun önüne geçmiştir. Müslüman memleketler bombalanırken kendi ülkesini üs olarak kullandırtan -görünürde Müslüman!- yöneticinin kâfirlerin dost(!)luğunu kaybetme korkusu, Allah’ın azabının korkusunun önüne geçmiştir. Allah’ın haram kıldığı zinayı, AB’ye yaranabilmek için helâlleştiren yöneticinin makam ve koltuk korkusu, Allah korkusunun önüne geçmiştir. Uygur Müslümanlarına yaptıkları soykırıma rağmen Çin ile ticari ilişkilerini bozmak istemeyen yöneticilerin para kaybetme korkusu, Allah korkusunun önüne geçmiştir. Devlet güvencesiyle oynatılan kumara (milli piyango), fuhuş yuvalarının varlığına, faizli bankacılık sistemine ve toplumu ifsat eden İstanbul Sözleşmesi ve daha birçok münkere rağmen yöneticilere ses çıkarmayan medyatik âlimlerin unvanlarını ve şöhretlerini kaybetme korkusu, Allah korkusunun önüne geçmiştir. Ecel kavramını anlamayıp öldürücülüğü olmayan korona virüsten korkan insanda virüs korkusu, eceli takdir eden Allah korkusunun önüne geçmiştir. Allah korkusunun gereği gibi yerleştiği kalplerde başka insanlardan veya başka şeylerden korku olmaz. Allah’tan korkmayıp onun yarattıklarından korkanlar asıl korkaklardır. Allah Subhanehu ve Teâlâ ayetinde şöyle buyuruyor:

﴿وَقَالَ اللّٰهُ لَا تَتَّخِذُٓوا اِلٰهَيْنِ اثْنَيْنِۚ اِنَّمَا هُوَ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ فَاِيَّايَ فَارْهَبُونِ وَلَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَلَهُ الدّ۪ينُ وَاصِباًۜ اَفَغَيْرَ اللّٰهِ تَتَّقُونَ﴾ “Allah buyuruyor ki: İki ilâh edinmeyin! O, ancak bir İlâhtır; yalnız Benden korkun! Göklerde ve yerde ne varsa, O’nundur. Din de sürekli olarak yalnız O’nundur. Hâlâ Allah’tan başkasından mı korkuyorsunuz?” [Nahl 51-52]

Korkaklık Müslümana yakışmaz. Müslüman başıma kötü bir iş gelir diye sinip köşesine de çekilmez. Hiçbir kınayıcının kınamasından ve İslâm’a karşı olan insanlardan korkmaması; sadece ve sadece Allah’tan korkması gerekir. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: «إِذا رأيْتَ أُمَّتِي تَهابُ الظَّالِمَ أنْ تَقولَ لهُ: إِنَّكَ ظالِمٌ فقد تُودِّعَ مِنْهُم» “Eğer ümmetimin, zâlime: ‘Sen zâlimsin!’ demekten korktuğunu görürsen, bil ki onun varlığı ile yokluğu birdir.” [Münâvi, Feyz’ul-Kadir, 1/354]

Başka bir hadisinde ise şöyle buyurmuştur: “Sizden kimse nefsini hakir görmesin. “Ey Allah’ın Rasulü, kişi nefsini nasıl hakir görür?” “Allah için üzerine söz terettüp eden fena bir durum görür, fakat ağzını açmaz. Cenabı Hak kıyamet günü kendisine sorar: “Şu falanca şey hakkında gerçeği söylemekten seni ne alıkoydu?” O kul cevap verir: “Halk korkusu!” Allah o zaman şöyle der: “Asıl benden korkman gerekirdi.” [Kütüb-i Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, c. 6, s. 349]

İçinde yaşadığımız bu küfür sistemi, tüm yanlış korkuların kaynağıdır, korku rejimidir. Devlet korkusu ve hapis korkusu nice insanda cehennem korkusunun önüne geçmiştir. Zalim müstekbirler, tarih boyunca hapis, idam ve tehdit gibi çeşitli korkutma araçlarını kullanarak halklarını istedikleri gibi yönlendirebilmişlerdir. Fakat İslam, insanı korku sebebiyle zalimlere esir olmaktan kurtarabilmek için sadece Allah’tan korkmayı esas almış ve bu anlayışı yerleştirmeye çalışmıştır. Allah’tan en çok korkanımız olan Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in çok cesur olduğu ve ashabının da O’nun izinden gittiği bilinen bir gerçektir. Ashaptan Berâ bin Âzib (ra): “Savaş kızıştığı zaman biz, Rasûlullah’tan cesaret alırdık. Çünkü O, cesaret örneğidir.” demiştir. Sahabeler, tabiîn ve sonra gelen Müslümanlar imanlarının verdiği cesaretle büyük işler başarmışlar, nice savaşlardan galibiyetle çıkmışlar ve yeryüzünün efendileri olmuşlardır. Çünkü onlar İslam’a azı dişleriyle tutunmuşlardı.

Seyfullah (Allah’ın kılıcı) olarak bilinen İslâm ordularının büyük kumandanlarından Hâlid bin Velid (ra) ölüm döşeğindeyken şunları söylemiştir: “O kadar savaşa katıldım. Vücudumda bir karış yer yoktur ki; üzerinde kılıç, ok veya mızrak yarası olmasın. İşte ben yatağımda ecelimle ölüyorum. Korkakların gözüne uyku girmesin!”

Bu ümmetin Allah’a olan imanını hatırlayıp cesaretlerini bilemelerinin vakti gelmiştir. İslam sancağı altındaki izzetli ve şerefli günlerin hiç mi hasretini çekmiyorsunuz? O günlere kavuşabilmek için Allah’tan başkasından korkmadan çalışanlara selam olsun…

﴿اَلَّذ۪ينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ اِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُوا لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ ا۪يمَاناًۗ وَقَالُوا حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَك۪يلُ﴾ “Bir kısım insanlar, mü’minlere “Düşmanlarınız olan insanlar, size karşı asker topladılar; aman korkun, sakının onlardan!” dediklerinde bu, onların imanlarını bir kat daha arttırdı ve “Allah bize yeter; O ne güzel vekildir!” dediler.” [Âl-i İmran 173]