Toplumların, ümmetlerin kendisine uydukları, arkasından gittikleri önderleri, yöneticileri vardır. İslam’da bu kavram “imam” olarak geçmektedir ve otoriteyi temsil eder. İmam, din ve dünya işlerinin hepsinde hükmün kendisine ait olduğu kişidir. Ayrıca cemaate namaz kıldıran kişiye de önder ve yöneticiliğinden dolayı imam, yaptığı işe de imamet denir. Hilafet, “dini ve siyasi liderlik” anlamındadır ve halifeye imam adının verilmesi tabi olmak bakımından imama benzemesinden dolayıdır. Halife/imam devletin başı, hem idari işlerde, hem de dinin diğer sahalarında en üst makamdaki zattır. Cuma’yı o ya da onun vekili kıldırır. Onun adına hutbe okunur. Devlet başkanı ile namaz kıldıran kişiyi karıştırmamak için devlet başkanlığına “imamet-i kübra”, namaz kıldıran kişiye de “imamet-i suğra” denilmiştir. Hilafet’in kaldırılmasından sonra din ile dünya işlerini ayrı gören zihniyetin sonucunda imamlık camilerde/mescitlerde devlet memurluğu statüsüne indirgenmiştir. Okunan hutbeler de doğal olarak yönetime göre değişmiştir. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem hem devlet başkanı hem de namazın imamıydı, ilk hutbeyi de o vermiştir. Raşid Halifeler döneminden itibaren de hutbe bizzat halife tarafından irat edilmiş, namazı da o kıldırmıştır. Peygamberimizden sonra göreve başlayan halife ve valiler idarede takip edecekleri politikayı çoğunlukla hutbe yoluyla halka bizzat duyurmuşlardır.
Ülkemizdeki camiler laik devletin kurumu olan Diyanet İşleri Başkanlığına bağlıdır. Kur’an’ın hükümlerinin Müslümanlar üzerine tatbik edilmesi ortadan kaldırıldıktan sonra ülkelerdeki rejimler dini kendi kontrollerine almak ama bir yandan da devletin dinsiz olmadığını göstermek için “diyanet” teşkilatını kurdular. Diyanet aracılığıyla topluma bazı konularda serbestlik verilirken, İslam’ın asıl konularından haberdar edilmemelerine özen gösterdiler. Bugün bazı ülkelerdeki camiler, tâgutla yöneten rejimler tarafından devlet kurumu gibi işlev görmekte ve resmi kanunlarla belirlenen esaslara göre yönlendirilmektedir. Oysaki camilerin Müslümanların kontrolünde olması, orada sadece namaz değil aynı zamanda okunan hutbelerde hak sözün söylenmesi, Allah’ın egemenliğine çağrı yapılması, tâğutî hükümlerle yönetilemeyeceklerinin açıklanması, Allah düşmanlarına karşı alınması gereken tavrın takınılması, Müslümanlar üzerinde oynanan oyunların bozulması gerekir. 1973 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınlarından “Hutbeler” adlı kitaptaki hutbe konularından bazıları şunlardır: “Hâkimiyet Milletindir”, ”Hürriyet ve Adalet Sevgisi”, “Milli ve Dini Ananelerimize Bağlı Kalalım”, “Ormanların Korunması ve Ağaç Yetiştirilmesi”. 1981 yılında basılan “İmam-Hatipler İçin Örnek Metinler” adlı kitapta da (kitabın kapağına “Atatürk’ün Doğumunun 100. Yılı Dolayısıyla” şeklinde not düşülmüş): “Cumhuriyet Fazilettir”, “Türklük ve Müslümanlık”, “Türk Devleti, Ülkesi ve Milletiyle Bölünmez Bir Bütündür”, “30 Ağustos Zaferi”, “Vergi Vermek Çok Önemli Bir Vatandaşlık Görevidir”. 2015 yılında Bursa’nın bazı camilerinde seçim öncesi imamların bazı partilere oy verilmemesi çağrısı yaptığı da haberlere yansımıştı. Oy kullanmayı vatandaşlık görevi olarak lanse eden bu tağuti sistem Müslümanları da şirke bulaştırmak için her yolu deniyor. Müslümanların dirilişine vesile olması gereken camilerimizin bu tür hutbelerle hakkın gizlendiği hatta hakla bâtılın birbirine karıştırıldığı yerler olması vahim bir tablodur.
Rasulullah Sallallahu ve Sellem جُعِلَتْ لِيَ الأَرْضُ طَهُورًا وَمَسْجِدًا “Yeryüzü bana mescit kılındı…” buyurmuştur. (Nesai, Mesacid 42)
﴿وَعَدَ ٱللَّهُ ٱلَّذِينَ ءَامَنُوا۟ مِنكُمْ وَعَمِلُوا۟ ٱلصَّٰلِحَٰتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُمْ فِى ٱلْأَرْضِ﴾ “Allah, sizlerden iman edip iyi davranışlarda bulunanları yeryüzüne sahip ve hâkim kılacağını vadetmiştir.” [Nur 55]
﴿يَعْبُدُونَنِى لَا يُشْرِكُونَ بِى شَيْـًٔا ۚ﴾ “Çünkü onlar bana kulluk ederler; hiçbir şeyi bana eş tutmazlar. Artık bundan sonra kim inkâr ederse, işte bunlar asıl büyük günahkârlardır.” [Nur 55]
O yüzden Mü’minler yeryüzü mescidindeki her çeşit şirk ve küfür öğelerine tavır almalı ve Allah’ın hâkimiyetinin tüm yeryüzü mescidinde geçerli olması için gayret sarfetmelidir. Bu ise imamet-i kübrayı (Hilafet) yeniden tesis ettiklerinde başarılacaktır. Mü’minler hem çevrelerindeki mescitlere/camilere sahip çıkmalı hem de yeryüzü mescidine “mescit” özelliğini kazandırarak sahip çıkmalıdır. Unutmayalım ki hayatın ibadet haline gelebilmesi için, ortamın mescit halinde olması lazımdır.
Artı ile eksinin çarpımının eksi olduğu gibi hak ile bâtılın çarpımı da bâtıldır. O yüzden mescitlerde hak ile bâtılın karıştırılmaması gerekir. Allah Azze ve Celle ﴿وَلَا تَلْبِسُوا۟ ٱلْحَقَّ بِٱلْبَٰطِلِ وَتَكْتُمُوا۟ ٱلْحَقَّ وَأَنتُمْ تَعْلَمُونَ﴾ “Hakkı batıl ile karıştırıp (gerçeği) örtmeyin ve (güç odaklarından korkarak veya menfaat umarak) Hakkı gizlemeyin. (Kaldı ki) Siz (gerçeği) biliyorsunuz.” buyuruyor. [Bakara 42]
Bu nedenle Hilafet (imamet-i kübra) dışındaki tüm yönetimler bu ümmeti yanlışa sürükleyecektir. Çünkü ön tekerlek nereye giderse arka tekerlek de oraya gider.