İKLİM KRİZİ DEĞİL SİSTEM KRİZİ VAR!
20 Kasım 2021

İKLİM KRİZİ DEĞİL SİSTEM KRİZİ VAR!

Türkiye de dahil olmak üzere tüm ülkelerde “Paris İklim Anlaşması” konuşulmaktadır. Paris İklim Anlaşması 5 Ekim 2016 itibariyle küresel sera gazı emisyonlarının % 55’ini oluşturan en az 55 tarafın anlaşmayı onaylaması koşulunun karşılanması sonucunda, genel olarak 4 Kasım 2016 itibariyle kabul edilen ülkelerde yürürlüğe girmiştir. Türkiye ise Paris Anlaşması’nı 22 Nisan 2016 tarihinde, New York’ta düzenlenen Yüksek Düzeyli İmza Töreni’nde 175 ülke temsilcisiyle birlikte imzalamıştır. Anlaşmanın uzun dönemli hedefi, küresel ortalama sıcaklık artışının sanayileşme öncesi döneme göre 2°C altında tutulması; ilave olarak ise bu artışın 1,5°C’nin altında tutulmasına yönelik küresel çabaların sürdürülmesi olarak ifade edilmektedir. İklim değişikliğinin olumsuz etkilerine karşı uyum kabiliyetinin ve iklim direncinin arttırılması; düşük sera gazı emisyonunun temin edilmesi ve bunlar gerçekleştirilirken gıda üretiminin zarar görmemesi diğer bir temel hedef olarak görülmektedir. Düşük emisyonlu ve iklim dirençli kalkınma yolunda finans akışının istikrarlı hâle getirilmesi kapitalistlerin hedefleri arasında yerini almaktadır. Peki bu hedeflere ulaşmalarının sonucunda neler olacak? Bir gayeyi hedef edinirken fayda-zarar açısından düşünmek gerekirken ne yazık ki kapitalist sistem yalnızca çıkarlarına göre hareket etmektedir. Kapitalist piyasa sisteminin ayakta kalması için sistemin sürdürülebilir ve ekonomik büyümenin devamlı olması gerekmektedir. Birleşmiş Milletler iklim değişikliği hedefinde yol alırken bunun insanlara ne gibi zararlarının olacağını açıklamıyor. Yeşili, doğayı ve iklimi koruyacağız diyerek kapitalistler yine bal kasesinde zehir sunuyorlar. Peki Paris İklim Sözleşmesi asıl olarak hangi maddeleri içeriyor ve bizden ne istiyor? -Bütün termik santrallerimizi kapatmamızı istiyorlar. Termik santraller kömür ile çalışıp elektrik ürettiği için doğayı kirlettiği iddiası ile sözleşme gereği kapatılmaları isteniyor. Bu bizim için çok büyük elektrik ve enerji sıkıntısı aynı zamanda, kıtlık ve fiyatların anormal derece pahalanması anlamına gelmektedir. -Madenleri kapatmamız, nükleer santral yatırımlarını durdurmamız ve doğalgaz çıkarmaktan vazgeçmemiz gerekiyor. Yani “Altın bulduk, Doğalgaz bulduk…” sözleri sadece bir masal olarak kalacak. -Tüm sanayi kuruluşlarının denetim ve izni uluslararası kurumlara bağlanacak. Bu da işletmelere ve halka yansıyacak yüksek karbon vergisi yükünü beraberinde getirecek demek. Aynı zamanda pek çok fabrika kapanma ile karşı karşıya kalacak.

  • Petrol, kömür ve fosil yakıtlarının kullanımının en aza indirilmesi. Bu da petrolde büyük zam demek. -Arabalardan çıkan egzozun azaltılması için araç fiyatları aşırı pahalanacak. Araç sahibi olanlar için de ağır vergiler getirilecek. Şimdiden vekiller Cumhurbaşkanı’na araç vergilerini 3 katına kadar artırma yetkisi verilmesi için torba yasa teklifi sundular bile. -Hayvancılığı bitirmemiz gerekiyor. İddia şu ki ineklerin çıkardığı metan gazları atmosferi kirletip küresel ısınmaya sebep oluyormuş. Esas maksat ise yıllardır Bill Gates’in dile getirdiği ve ülkemizde de birkaç fabrikası kurulan sentetik yapay et projesini hayata geçirmek. Gerçekçi bilim adamları ise ineklerin çıkardığı gazın doğada kısa sürede yok olduğunu fakat her yere kurulacak yapay et fabrikalarının laboratuvarından çıkacak emisyonların atmosferde daha uzun süre kalacağını söylüyorlar. Ülkemizde pek çok profesör de ineklerin çıkardığı gazı gündemde tutmaya çalışıyor. Doğal eti, sütü ve tarımı bitirmek, kurulması arzulanan “yeni dünya düzeninin” bir parçasıdır. Belirlenen amaç; iklim krizi bahanesiyle yapay eti hayata dahil ederek insanları tabiatlarına uygun yaşamaktan mahrum bırakmak ve sistemin krizi içine dahil etmektir. Gerçek et, sadece elitlerin ulaşacağı bir yiyecek haline gelecek. Kurban Bayramı da bir nostalji haline gelmiş olacak. Kısacası Paris İklim Anlaşması’nın küresel çapta faaliyete geçirilmesi demek; insanların üretim, tüketim, beslenme gibi tüm hayat biçimlerini kökten değiştirmek demektir. Bu da büyük ekonomik sıkıntılara sebep olacak büyük bir değişim anlamına gelir. Bu değişim insanlara kıtlık, açlık ve büyük sıkıntılar getirecektir. Sözleşmeyi uygulamaya geçirmek ülkenin fişini çekmekle eş değerdedir. Yöneticiler ülkeleri ellerinde tutmak için belli bir azınlığa imtiyazlar verecekler. İşte bütün bu planlamalar sözleşmenin uygulanmasında gerekli maddelerdir. İnanması ve kabul etmesi güç olsa da bunların hepsi gerçek ve 5 yıl içinde hayata geçmesi planlanıyor. Aciz ve sınırlı olan yöneticiler batılı müttefiklerini razı etmek uğruna her sene farklı bir sözleşme ile halklarının hayatlarına müdahale ediyorlar. Önce İstanbul Sözleşmesi ile aileleri ifsat ettiler. Şimdi ise iklim krizi bahanesiyle iklim şartlarını kontrol altında tutmanın insan hayatını kolaylaştıracağını söyleyerek yeni bir ifsada yelken açıyorlar. BM’ye göre deprem, sel, orman yangınları, kuraklık gibi doğal afetlerin sebebi atmosferin fazla ısınmasından kaynaklanıyor. Oysa Allah Subhanehu ve Teâlâ, bu doğal afetlerin yeryüzünde sebep ve sonuç ilişkisi içerisinde olduğunu bizlere ayet-i kerimesinde şöyle bildirmektedir: ظَهَرَ الْفَسَادُ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ بِمَا كَسَبَتْ اَيْدِي النَّاسِ لِيُذٖيقَهُمْ بَعْضَ الَّذٖي عَمِلُوا لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ “İnsanların kendi işledikleri (kötülükler) sebebiyle karada ve denizde bozulma ortaya çıkmıştır. Rablerine dönüş yapmaları için yaptıklarının bazı (kötü) sonuçları dünyada onlara tattırıldı.” [Rum 41] Yüce Allah’ın (svt) kâinata verdiği dengeye müdahale etmek, O’nun (svt) yarattığını değiştirmektir. İnsanlık tarihinde bazı kavimlerin helaki tabiat olaylarıyla olmuştur. Azgınlaşıp yoldan çıkanlar, doğanın dengesini bozanlar bozdukları dengelerin altında kalmışlardır. Örneğin: Kur'an, Nuh (as) Tufanı sırasında suların köpürüp azmasını tuğyan ile ifade etmiştir. Tuğyan ise yoldan çıkmak, haddi aşmak ve azgınlaşmaktır. (Hakka, 11) Ne ilginçtir ki, suların tuğyanı ile boğulan Nuh (as) devrinin zalimlerini Kur’an, “Zulme sapıp azan, yani tuğyan eden” bir kavim olarak anmaktadır. (Necm 52) Demek ki, hayatın temel varlık yasası şudur: İnsanın tuğyanı tabiatın tuğyanı ile cezalandırılır. Unutulmasın ki hava kirliliğinden, buzulların erimesine, ozonun delinmesinden tüm küresel felaketlerin hepsi birer tabiat tuğyanıdır. Tuğyan ise ancak zalimler azgınlaştığı vakit meydana gelir. Allah’ın (svt) arzında O’nun (svt) yarattığı dengeyi bozmaya kalkışmak Allah’ın (svt) hükmüne ortak olmak demektir. Haddi aşarak tuğyana sebebiyet veren yöneticilerden daha zalim kim olabilir? Rabbimiz bu felaketleri insanlara bir uyarı olarak yeryüzüne indirmektedir. Aciz ve sınırlı olan bir insanın tabiatın dengesinin iklim şartlarından dolayı bozulduğunu iddia etmesi akıl kârı değildir. Zira Rabbimiz Subhanehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur: اِنَّا كُلَّ شَيْءٍ خَلَقْنَاهُ بِقَدَرٍ “Kâinatı sağlam bir denge ve ölçüye göre yarattık.” [Kamer 49]

Yarattığı hiçbir şeyde kusur olmayan Rabbimiz kâinatı insanın tabiatına uygun bir nizamda yaratmıştır. Gerek insanın yaşam döngüsü, gerekse bitkilerin yetişme döngüsü açısından 4 mevsim yaşanmalıdır. Dünyada yaşanan olağanüstü bir hâl, iklim sorunu ve çevre krizi yok! Dünyada yalnızca sistem krizi vardır. Sistemin sağlam olmaması demek dünya düzeninin bozulması demektir. Allah’ın (svt) mülkünde Allah’a (svt) söz hakkı verilmediği için her gün farklı sorunlar, krizler ve yeni musibetler yeryüzünde vuku buluyor. Dünyanın yaşanabilir bir hâle gelmesi, bolluğun bereketin insan hayatında yer alması için sistemde köklü bir değişim şarttır! Rabbimiz El-Hakim olan, her şeyi hikmetli ve ölçülü yaratandır. İnsan fıtratına uygun ve insana refah bir hayat sunan sistem İslâm’dır. İslâm’ın yönetim şekli ise Hilâfettir. Krizlerin son bulması için, sistem değişmeli ve Raşidi Hilâfet Devleti yeniden kurulmalıdır.

Sadiye GÜNEŞ