Her insan güven ihtiyacı ile doğar. Doğumundan itibaren güven ilişkisi kurma gayreti içerisindedir. Dünyaya geldiği ilk dakikalarda bile karnını doyuran annesine, kendisini kollayan babasına, diğer çevre ortamlara bağlanmak ister. Bireysel ve sosyal ilişkilerin asli unsuru güvendir. Çünkü insan sosyal bir varlıktır. Tek başına yaşamını idame ettiremez. Diğer insanlar ve varlıklar ile etkileşim kurma mecburiyetindedir.
Güven duygusunun nasıl oluştuğu irdelendiğinde, duygusal temele dayanarak; düşüncelerin akabinde oluşan duyguların getirdiği, inolumlu tutumların devamlılığından kaynaklanır. Güvenme duygusunu tadan insan, tecrübelerini, isteklerini, pişmanlıklarını muhatabıyla daha samimi paylaşabilme rahatlığını kazanır. Yine güvendiği muhatabının nasihatini dikkate alır. Peki ya insanın hiçbir şeye muhtaç olmayan her şeyin kendisine muhtaç olduğu, her şeyin sahibi ve mutlak güç sahibi, noksan sıfatlardan münezzeh olan, insanı, hayatı ve kainatı yoktan var eden, yaşatan ve öldüren, sonra yine diriltecek olan, kainattaki her şeyi insanın emrine amade kılan, ona hayatta izleyeceği yolu göstermek üzere nebi ve rasullerini göndererek hayatta yapayalnız bırakmayan, tüm yarattığı canlıları rızıklandıran Allah Subhanehu ve Teâla’ya güvendiğinde iç huzuru nasıl olur? Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın şu hitabına kulak veren bir Mümin:
“Gerçek şu ki, insanı biz yarattık ve nefsinin ona neler fısıldadığını da çok iyi biliyoruz. Çünkü biz ona şah damarından daha yakınız.” [Kaf,16]
İnsana en yakın ve halini en iyi bilecek olanın, her yönüyle güvene layık olanın sadece Allah Subhanehu ve Teâlâ olduğunu akli bir idrakle idrak eder ve gönlü mutmain olur, iç huzuru yakalar.
Müslüman teslim olan kişidir. Kalbinde hiçbir şüphe, karışıklık bulunmadan topyekün mutmain olandır. Allah’ın yüceliğini, zatını, sıfatlarını, esmalarını tefekkür vesilesiyle tasdik ederek; yaşamış olduğu her ân için şükür ve emniyet halindedir. Güçlü iman ise güçlü tevekkülü getirir. Çünkü kul emindir ki başına gelen durumların bütününü Allah’a (svt) tefviz ederek tevekkülünü güçlendirir. Buna binaen Peygamber Efendimiz (sav) ile Hz. Ebubekir (ra) Medine’ye hicret edecekleri vakit mağarada kâfirler tarafından yakalanmak üzereyken Hz. Ebubekir (ra) Hz. Muhammed (sav) için endişelenir. Peygamberimiz (sav) yoldaşına şöyle telkin eder: “Üzülme, Allah bizimledir.” [Tevbe,40]
Dünyadaki dertleri basit, ahiretteki nimetleri büyük görmeyi sabır olarak açıklamaktadır İmam Gazali. İmtihan dünyasının bir neticesi olarak sınavımız ne olursa olsun Müslümana yakışan, sabrın gölgesinde sonsuz güven duyulan Yüce Allah’a gönülden bağlanmaktır.
Zalimler tarafından ateşe atılacağı sırada “ حَسْبُنَا اللهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ” diyen Hz. İbrahim’in Allah’a bağlılığını, binlerce yıl geçmesine rağmen yine zalimler tarafından cayır cayır yakılan Filistinli Müslüman kardeşlerimizde teslimiyetin fevkalade yansıması olarak elhamdülillah görüyoruz. Geçen vakit göz önünde bulundurulduğunda zulüm hiç değişmeden artarak devam etmekte. Hala aynı dirayeti gösteren Müslümanların sayısı da gün be gün artmakta. Hasılı ateş paresini gül bahçesine çeviren Rabbimiz, biiznillahi Teala acıdan kavrulan toprakları inşiraha kavuşturacaktır.
“Yalnız Allah’a güvenip dayan. Çünkü, güvenip dayanılacak ve işlerin kendine havale edileceği makam olarak Allah yeter!” [Ahzab,3]
Ebrar Sultan ÖZDOĞAN