İnsanlık tarihi, insanın bireysel ve toplumsal hayatını kuşatan sistem arayışlarıyla doludur. Birtakım düşünürler, filozoflar ve bilim adamları tarafından oluşturulan sistemlerin tamamı insanlığı huzur ve saadete kavuşturacağı iddiasıyla ortaya çıkmış ama uygulanan bu sistemler daima zulme ve sömürüye sebep olmuş, arkalarında darmadağın toplumlar veya mazlum insanlar bırakarak tarihin sayfalarına gömülmüşlerdir. Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın, bu duruma vurgu yaparak onların bireysel ve toplumsal hayatın şeklini ve yönünü belirleme gayretlerini dayanıksız bir çaba olarak nitelendirmesi (Necm,28; Kalem/36) ve çözümsüz olduğunu belirtmesi oldukça manidardır. Nitekim bu konu insanın ilmini, güç ve yeteneğini aşmaktadır. Nasıl ki eğri cetvelden doğru çizgi çıkmayacaksa, insan aklından neşet eden sistemden de huzur ve adaleti sağlayacak bir sistem çıkmayacaktır. O yüzden Allah Subhanehu ve Teâlâ وَعَلَى اللّٰهِ قَصْدُ السَّب۪يلِ]] “Yolu doğrultmak Allah’a aittir.” (Nahl,9), [قُلْ اِنَّ هُدَى اللّٰهِ هُوَ الْهُدٰىۜ]“De ki: Yol gösterme ancak Allah’ın yol göstermesidir.” (En’am,71) buyuruyor.
Eğri bir cetvel olan kapitalizmin uygulandığı çağımızda da zulûmat tüm dünyayı kuşatmıştır ve bizler gözümüzü dünyanın neresine çevirirsek çevirelim orada fesada uğramış toplumları görürüz. Hevaya, seküler aklın zan ve tahminine dayanarak yönetimde, hukukta, ekonomide, sosyal ve bireysel hayatta kurallar ihdas ederek “çağdaş medeniyet seviyesine” bir türlü çıkamayan ve çıkamayacak olan kapitalizm insanlığı felâkete doğru sürüklemektedir. Bu sistem fakirlik, çocuk ölümleri, kadın cinayetleri, suç oranları, sağlık ve güvenlik, adalet gibi hayatın çeşitli alanlarındaki sorunların çözümünde başarısız olmuştur. Kapitalizmin eğriliği -İlahî sistemin değil de- kısıtlı bir zihnin ürünü olan, temelleri zayıf bir sistem olmasından kaynaklanmaktadır.
Artık insanlar genel olarak dünyada yaşanan, özelde de memleketimizde yaşadıkları olumsuz gelişmelerden dolayı geleceğe karamsar bir gözle bakar hâle geldi. Allah’ı; para, ekonomi, yönetim, siyaset ve toplum hayatından ayırma ilkesi üzerine kurulu kapitalizmin kanunlarını kopyala-yapıştır yapınca kâfirlerin hayatlarında ortaya çıkan arızalar doğal olarak bizim hayatımızda da ortaya çıktı. Artık yargı denilince “zulüm”, ücret denilince “asgari”, kadın denilince “şiddet ve cinayet”, siyaset denilince “yalan dolan”, düşünce denilince “suç”, eğitim denilince “eşitsizlik”, milli denilince “piyango”, banka denilince “faiz”, fatura denilince “vergi” akla gelir oldu. Sosyal Demokrasi Vakfı’nın “Yargı Bağımsızlığı ve Yargıya Güven” anketinin sonuçlarına göre “Adalet, denilince aklınıza ne geliyor?” sorusuna katılımcıların %23,3’nün ilk sırada “adaletsizlik” yanıtını verdikleri kaydedilmiş. Eski Yargıtay Başkanı Cirit de “Toplumun yargıya güven duymadığı bir hukuk sisteminde, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı sağlanamaz.” diyerek halkın yargıya güvenmediğini de itiraf etmiştir. Yargının bağımsız ve tarafsız olmadığını da devletin ideolojisine aykırı fikirlere sahip insanları, hukuksuzca yargılayıp hapislere atmasından görmekteyiz.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı verilerine göre 2014’te ülkede kayıtlı işçi sayısının %40,45’i asgari ücretle çalışmaktadır. Ancak SGK asgari ücretle çalışan işçi sayısını son yıllarda açıklamıyor. TÜİK’in güncel verilerine göre ise Türkiye’de çalışan nüfusun üçte birinden fazlası asgari ücret civarında bir ücretle geçinmeye çalışıyor. Yoksulluk sınırının çok çok altında, açlık sınırında olan asgari ücreti insanlara reva gören kapitalist zihniyetler insanların emeğini sömürmekten vazgeçmiyorlar. Elektriğe, doğalgaza yaptıkları zammı asgari ücrete yapmayan yöneticiler bir de utanmadan bu ücretten vergi alıyorlar. Zira modern sömürünün adı artık “vergi” olmuştur. Allah’ın insanlara bedava verdiği suyu, rüzgârı, doğalgazı da bu kapitalistler insanlara para karşılığında satıyorlar. Üstelik bu faturaların yarısına yakın bir kısmını da devletin kestiği vergiler oluşturuyor.
“İstanbul sözleşmesi yaşatır” sloganı atan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na, feminist kadın derneklerine önceki yıllara nazaran kadın cinayetlerinin neden arttığını sormak lâzım. Hani o medeni dediğiniz kanunlar kadınları yaşatacaktı? 2019 yılı Fransa’da bile kadın cinayetlerindeki artış yüzünden “kara yıl” ilan edilmiş. Bir de erken yaşta evlilik mağdurları var. Allah’ın koymadığı yaş sınırını devlet koyuyor ve binlerce aileyi perişan ediyor. Fıtrata aykırı kanunlarla binlerce kadını kocasız, evladı babasız bırakıyor ve aile babalarını tecavüzcülerle aynı koğuşta tutuyorlar. Bu gözü yaşlı kadınlar kadın değil mi ki onların hakları savunulmuyor? Yaşanılan tüm bu hukuksuzluklar “mazlumun ahı, indirir şahı” sözünü akla getiriyor.
Siyasilerin güvenilmezliği ve söylemlerindeki tutarsızlıklar yüzünden insanlar siyaseti “kirli, uzak durulması gereken bir şey” olarak görüyorlar. Siyasilerin seviyesizce konuşmaları, meclisin kavga meydanı olması, halkı temsil etmelerine (!) rağmen halkın aleyhine kararlar alınması, demokrasinin yalan olduğunun bir nevi fotoğrafıdır. “Dün dündür, bugün bugündür” zihniyetine sahip siyasetçiler yetiştiren bu sistemden kurtulmadıkça “siyaset yalansız olmaz” düşüncesi insanların kafasından silinmeyecektir. Toplumdaki genel yozlaşma yöneticilerin ve sistemin bozuk olmasından dolayıdır çünkü balık baştan kokar! Oysaki doğru bir nizam ve adil bir yöneticinin varlığı toplumu ıslah edip kalkındıracak temel iki unsurdur.
Herkesin Rabbi olan Allah bütün insanların haklarını gözeten hükümler vazetmiş ve İslami yönetimlere de bu İlahî hükümlerle ve adaletle hükmetmeyi emretmiştir. Dolayısıyla insanlar üzerinde başka ilâhlara imkân verilmediği için inkâr edenler bile gerçek adalete ancak hepsinin Rabbi olan Allah’ın hükümlerinin hâkim olduğu İslami sistemde kavuşabileceklerdir.
İbn Mes’ud (r.a) şöyle naklediyor: “Hz. Peygamber bir gün yere düz bir çizgi çizdi ve “Bu Allah’ın yoludur” dedi. Daha sonra bu çizginin sağına ve soluna başka çizgiler çizerek: “Bunlar ise diğer yollardır. Her biri üzerinde yanlışa dâvet eden birtakım şeytanlar vardır” buyurdu. Arkasından da şu âyeti okudu:
﴿ وَاَنَّ هٰذَا صِرَاط۪ي مُسْتَق۪يماً فَاتَّبِعُوهُۚ وَلَا تَتَّبِعُوا السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَنْ سَب۪يلِه۪ۜ ذٰلِكُمْ وَصّٰيكُمْ بِه۪ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ ﴾ “Şu emrettiğim yol, Benim dosdoğru yolumdur. Hep ona uyun! Başka yollara ve dinlere uyup gitmeyin ki sizi O’nun yolundan saptırmasın. (Azâbından) korunmanız için (Allah) size böyle tavsiye ediyor.” [En’am, 153; İbn Mâce, Mukaddime 1]