DİĞERKÂM OLMAK
13 Kasım 2024

DİĞERKÂM OLMAK

Gözü yaşlı masum bir çocuk ne olduğunu anlamaya çalışarak ceset torbasının açık kalan yerinden annesine son bir kez daha bakıyor... Bir diğeri, şehit olmuş annesinin ayaklarına sarılıp öpüyor, öpmeye doyamıyor... Savaşın ortasında kalmış güzel bir kız çocuğu sırtında taşıdığı kız kardeşine yiyecek bulabilmek için bir anne metanetiyle kilometrelerce yürüyor... Ayrılığın acısına dayanamayan bir başka çocuk ise annesinin geceleri onu göğsünde uyuttuğu anların hasretiyle, her gece korkmadan annesinin mezarında uyumaya gidiyor...

Şahit olduklarım bana bir düşünürün “Hafif acılar konuşulabilir ama derin acılar dilsizdir.” sözünü hatırlatıyor. Ümmetin evlatlarının yaşadığı bu acıları tarif etmekte elbette kelimeler kifayetsiz kalıyor. Yere düşse, ağlasa kendisini teselli etsin diye koştuğu annesini bir daha bulamayacak olmanın acısı kim bilir o küçük yüreklerini nasıl dağlıyor... Gazze’nin evlatları, öksüz ve yetim kalmaktan ziyade belki de ağlarken onlara kucak açılmamasına, başlarını yaslayacak bir omuz verilmemesine ağlıyor... Biz çaresizce onları izliyoruz, onlar da düş kırıklığı ile bizi...

Onların acılarını anlayabilmek için aynı zulmün bizim ya da evlatlarımızın başına gelmesi gerekmiyor. Empati yapabilen her insan yapılan bu zulüm ve haksızlığın karşısında ne hissedildiğini az çok anlayabilir. Müslümanların özellikle kendi ümmetinden kardeşlerine karşı diğerkâm olması gerekir. Diğerkâmlık, kişinin kendi menfaatini gözetmeksizin başkalarının zararını, yoksunluğunu veya zor durumunu azaltmayı ya da sonlandırmayı hedeflediği davranıştır. Diğerkâmlığın sevgi, merhamet, empati, yardımlaşma ve fedakârlık gibi pek çok duygu, düşünce ve eylemle sıkı bir ilişkisi vardır.

Fakat dünya hayatını önceleyen, bencilliği ve menfaatperestliği empoze eden kapitalist ahlâk, insanların birbirlerine merhametle muamele etme ve empati yapabilme gibi yetilerini köreltmiştir. Bunun sonucunda da başkalarının acılarına kör ve sağır kesilen insan tipleri ortaya çıkmıştır. Kapitalist ahlâktan -samimi Müslümanlar hariç- maalesef bir takım Müslümanlar, makam sahipleri ve liderler de nasibini almıştır. Kendi konforundan taviz vermek istemeyenler din kardeşlerinin uğradığı zulüm karşısında empati yapamamış dolayısıyla fedakârlık nâmına bir tavır sergileyememişlerdir.

Oysaki bizler Allah Rasulu Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den şunu öğrenmiştik: “Sizden biriniz, kendisi için istediği şeyi, din kardeşi için de istemedikçe (kâmil manada) iman etmiş olmaz.” [Buhârî, İman 7; Müslim, İman 71-72]

Yine Rahmet elçisi Sallallahu Aleyhi ve Sellem: “Allah, merhametli olanlara rahmetle muamele eder. Öyleyse sizler, yeryüzündekilere karşı merhametli olun ki semâda bulunanlar da size rahmet etsinler.” buyurmuş ve Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın rahmetini celbetmenin yolunun ancak diğer insanlara ve yaratılmışlara merhamet etmemizden geçtiğini bizlere bildirmiştir. [Tirmizî, Birr 16; Ebû Dâvûd, Edeb 58]

Babası Uhud’da şehit düşen Beşir bin Akrabe (ra) aynı gün akşamüzeri Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e gelerek acılı bir hâlde sorar:

  • Babam nerede?
  • Baban şehid düştü. Beşir bin Akrabe ağlamaya başlar. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem onun yetim başını okşar, kucağına alır ve şöyle der:
  • İstemez misin, ben baban olayım, Aişe de annen olsun?

İşte bu örnekteki gibi Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem bizlere yetim başını okşamayı öğretmiş aynı zamanda birbirlerini sevme, birbirlerine merhamet etme ve şefkat göstererek bütünleşme konusunda “bir vücudun organlarından farksız olan” bir toplum inşa etmiş ve bu anlayış müslüman toplumlarda Hilafetin yıkılışına kadar gelmişti. Ancak laik kapitalist düzenin üzerimize uygulanmasıyla zihinlere ırkçılık, bencillik, dünyevileşme kodlanmış; nihayetinde de “merhametten maraz doğar”, “bize dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” gibi görüşler insanlara hâkim olmuştur.

Şiddet olaylarının bu denli artması da merhametsizliğin kasıtlı olarak bilinçaltına yerleştirilmesinden kaynaklanmaktadır. Bu merhametsizlik de hayatımızda maalesef bir öğreti gibi yer etmiştir. Bunun başlıca sebebi de “benmerkezci” yaşam şeklidir. Sadece merhamet etmek ancak hiçbir girişimde bulunmamak giderek kökleşen sinsi bir hastalık gibidir. Bu hastalığı ortaya çıkartan ve tetikleyen ise vahşi laik kapitalist sistemin ta kendisidir. İlacı ise İslâm’dır, İslâm’ın öğretileridir. İslâm medeniyetinin ruhlara merhamet nakşeden asil bir yüceliği vardır. Bu nakşediş sadece duygu bazında kalmaz Müslümanları harekete de geçirir. İşte bu medeniyeti yeniden canlandırmak ise bizlere düşmektedir.

Binaenaleyh bugün bizler zulüm ve şiddetin bu kadar arttığı bir zamanda yerimizde oturup kalamayız. Bizler insanlara Rahmet Peygamberi’nin ümmeti olduğumuzu ispatlamak zorundayız. Biz Müslümanlar yetim başını okşayacak -ve dahi diğer mazlumlara- şefkatle kucak açacak Hilâfetin yeniden tesis edilmesi için çalışmak zorundayız.

Vakit diğerkâm olma, vakit fedakârlık yapma, vakit acıları dindirme vaktidir...

“Muhammed Allah’ın elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler.” [Fetih, 29]