DAVETİN ZORLUKLARI
20 Ağustos 2022

DAVETİN ZORLUKLARI

“Doğrusu biz, senin üzerine ağır bir söz bırakacağız.” [Müzzemmil 5]

“Sen de peygamberlerden azim sahiplerinin sabrettiği gibi sabret.” [Ahkâf 35]

İnsanların karşılarına dikilip isteyerek veya istemeyerek, neşeyle veya ıstırapla takip ettikleri hayat tarzlarının yanlış olduğunu, bu hayat tarzını ve dayanağı olan inançları terk etmeleri gerektiğini ilan etmek kolay değildir. Üstelik insanlara inançlarının ve hayat tarzlarının yanlışlığını bildirmekle kalmayıp hayatları boyunca sahip olduğundan çok farklı bir inanç sistemini ve hayat tarzını sunarak buna göre inanıp yaşamaları gerektiğini ilan etmek de hiç kolay değildir. İnsanlar doğruluğundan bir yığın şüpheleri olsa dahi inanageldikleri şeyleri, memnun olmasalar dahi alışageldikleri hayat tarzını terk etmeye yanaşmazlar. Az bir miktarda bile olsa mensubu oldukları hayat tarzını terk ederlerse pişman olacaklarını, onu da arayacak hale geleceklerini zannederler.

Bilindiği üzere bütün peygamberler insanlığa aynı mesajı getirmiştir. “Sadece Allah’a (svt) kulluk edin ve tağuta kulluktan kaçının.” diyen peygamberler gönderdik.” (Nahl 36) Peygamberlerin davetlerinin değişmeyen bu ilkesi üzerine düşünülürse Allah-u Teâlâ tarafından inanç ve hayat tarzının değiştirilmesinin istendiği görülür.

Peygamberler aracılığıyla insanlara sunulan ilahi davetin ilk plandaki hedefi, insanların sahip oldukları ve yanlışlıklarla dolu olan inançlarını terk etmeleri ve merkezine Allah’ı (svt) alan bir inanç sistemine sahip olmalarını sağlamak olmuştur. Bu inanç sisteminin adı “tevhid”dir. Peygamberlerin davetinin ikinci kısmını ise, tevhid inancı üzerinde şekillenen bir hayat tarzına sahip olunması oluşturmuştur. İşte bu durum ağır tepkilere neden olmuştur. İnsanlar, davet edildikleri şeyin güzelliğini, doğruluğunu ve iyiliğini görmemişler veya görmezden gelmeyi seçmişlerdir. Özellikle toplumun inanç, düşünce ve yaşantısında söz sahibi olanlar veya bir diğer ifadeyle statükonun sahibi ve temsilcisi olanlar, hakikat çağrısının en katı muhalifleri olmuşlardır. Kur’an, bu insanların ilahi daveti gerçekleştirenleri davalarından alıkoyabilmek için var güçleriyle çalıştıklarını ve çalışacaklarlarını bildirmektedir. İslam davetini durdurmak için sahip oldukları mal ve mülklerini harcamaktan çekinmediklerini söylemektedir. Onlar ilahi daveti gerçekleştirenlerle alay etmişler, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in büyülendiğini, cinlendiğini, delirdiğini, şair olduğunu, büyücü olduğunu, öğretilmiş olduğunu, uydurduğunu, sapıttığını, yalancı olduğunu iddia etmişler ve bu iddalarını topluma yaymaya çalışmışlardır. İlahi davayı yok etmek veya değiştirmek için çeşitli tuzaklar kurmuşlar, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i ve inananları yurtlarından kovmakla tehdit etmişlerdir. Taşlamak suretiyle fiziki zararlar vermeye, öldürmeye veya yakmaya karar vermişlerdir. Korkutmak için bağırıp çağırmışlar, eziyet etmişler, yalanlamışlar, aşağılamışlar, “eskilerin masallarını anlatıyor” diyerek gerçeği çarpıtmışlar ve insanlarla olan irtibatını kesmeye çalışmışlardır.

Batıl içerisinde yüzenler, bu ve benzeri bir çok davranışla, hak üzerine yürümeyi hedeflemiş bütün Müslümanların önünü kesmek için çabalamaktadır. Bu durum 14 asır önce de böyleydi, 21. yüzyılda da böyledir. Ne var ki başarılı olamamışlar, Rabbimiz Subhanehu ve Teâlâ onların planlarını suya düşürmüştür. Evet, davet taşımak zordur, sabır ve tevekkül ister, fakat Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in yolunu seçenler için büyük bir ecir kapısıdır.

“…De ki: "Ben, yalnızca Allah'a kulluk etmek ve O'na ortak koşmamakla emrolundum. Ben ancak O'na davet ederim ve son dönüşüm O'nadır." [Ra’d 32]

Şeyma OĞUZ