Ahmet Varol "Siyonist İşgal Rejiminin Varlığı İslam’ın Egemen Olmamasından Kaynaklanıyor"
05 Ekim 2024

Ahmet Varol "Siyonist İşgal Rejiminin Varlığı İslam’ın Egemen Olmamasından Kaynaklanıyor"

7 Ekim Aksa Tufanı Harekatı’nın üzerinden tam bir yıl geçti. İşgal, katliam ve soykırım ile geçen bu bir yılda Müslümanlar, İslâmi kitleler, âlimler, yöneticiler, devletler ve dahası dünya halkları nasıl bir sınav verdiler? Gasıp Yahudi varlığı “İsrail”in işgali altında olan Gazze ve Filistin’in kurtuluşu için ne yapılmalı? Sorunun nihai çözümü nedir ve bunun için ne tür adımların atılması gerekir?

Köklü Değişim olarak; kanaat önderleri, âlimler, STK temsilcileri ve gazeteci-yazarların katılımı ile 7 Ekim’in yıldönümünde Gazze’de yaşananları bir soruşturma dosyası ile kamuoyunun istifadesine sunduk. Soruşturmaya katılan 8 kıymetli katılımcıya 5 soru sorduk ve cevaplarını sizler için hazırladık. Kıymetli katılımcılara teşekkür ediyoruz, Allah kendilerinden razı olsun.

Soruşturmanın altıncı katılımcısı, gazeteci yazar Ahmet Varol’un sorularımıza verdiği cevapları istifadenize sunuyoruz:

SORUŞTURMA: 7 EKİM AKSA TUFANI'NIN 1. YILI

Katılımcı: Ahmet Varol

Köklü Değişim: Bir yıl boyunca tüm dünya, Gazzeli bebek, çocuk, kadın ve masumların katledilmesini seyretti. Hiçbir somut adım atılamadı ve hiçbir devlet harekete geçemedi. Özellikle halkı Müslüman olan devletler hamasi birkaç söylem dışında hiçbir etkinlik gösteremedi. Bu duru-mu siz nasıl izah ediyorsunuz?

Ahmet Varol: Bu konuyu izah ederken, İslâm dünyasındaki mevcut durumu iyi teşhis etmemiz ve bizim Müslümanlar olarak nerede durduğumuza bakmamız gerekir. Bugün Filistin topraklarında bir Siyonist işgal rejiminin varlığı zaten Müslüman toplumların yaşadığı coğrafyada İslâm’ın egemen olmamasından kaynaklanmaktadır. Rabia Katliamı’nın sorumlusu ve Gazze’ye uygulanan ablukanın bekçiliğini yapan Mısır’dan, yıllarca işgal rejiminin perde arkasında en güçlü destekçisi olan “normalleştirme” sürecinde de bu desteğini son derece arsız bir şekilde perdenin önüne taşıyan ve Gazze’deki katliama rağmen işgal rejimiyle askerî ittifakını sürdüren Fas’tan, Gazze’de insanların hunharca katledilmesinden sonra BM Genel Kurulu’nda “İsrail” işgalinin sonlandırılması için verilen teklifin aleyhine, “İsrail” lehine oy kullanan Azerbaycan’dan birtakım olumlu adımlar beklememiz, yersiz ve anlamsızdır. Ama zulüm rejimlerinin tutumları, Müslümanların gerek kitlesel ve gerekse bireysel sorumluluklarını ortadan kaldırmaz. Yani zihniyet olarak Filistin topraklarını işgal edip katliamlar yapan Siyonist işgalcilerle aynı yerde duranların tutumları, bizim ihmallerimize ve duyarsızlığımıza gerekçe oluşturmaz. Bizim nerede durduğumuz önemlidir.

Köklü Değişim: Boykot noktasında insanlar büyük bir hassasiyet gösterirken yöneticilerin birtakım kısıtlamalar ile birlikte bazı şirketler üzerinden ticarete devam ettiği görüldü. Ayrıca boykot mallarının tüm marketlerde satışına devam edildi. Gerek devam eden ticaret gerekse de boykot hakkında düşünceleriniz nelerdir?

Ahmet Varol: Boykot konusunda insanlarımızın bireysel açıdan yeterince duyarlılık gösterdikleri konusunda aynı görüşü taşımıyorum. Eğer ki bireysel duyarlılık ideal düzeyde olsaydı; söz konusu firmalar, marketler vs.de satışa devam edemezdi. Müşterileri var ki onlar da satmaya devam edebiliyor. Bu firmaların ve marketlerin hepsinin dünyalık peşinde olduklarını düşünüyorum; uluslararası Siyonizm ile işbirliği içindeki markaların sahiplerinin kaşlarına gözlerine aşık oldukları için onların ürünlerini sattıklarını sanmıyorum. Bu ürünlerden para kazanabildikleri için satıyorlar. Bu da boykot konusunda bireysel duyarlılıkların zayıf ve yetersiz olduğunu gösterir. Ayrıca söz konusu ürünleri çıkaran firmaların ürünlerinin satışı, bölgesel boyutta bile %10 oranında düşecek olsa bölgesel satış birimleri kesinlikle iflas eder. Çünkü bu tür ürünlerin satış ve dağıtımı için yüksek miktarda sabit gider kalemleri mevcuttur. Bunlar, satış ne kadar olursa ol-sun değişmez. Dolayısıyla bir firmanın ayakta kalabilmesi için sabit kalemlere yapacağı harcamaları tedarik etmesi gerekir. Ondan sonrası kârdır. O da çoğunlukla satışın %10’una tekabül eden miktarı geçmez.

Bu konuda da aynı noktaya geliyoruz. Evet, boykotlu ürünleri satan firmaları eleştirmeye ve protesto etmeye devam edelim. Ama onlar bu konuda değerlerden uzaklaşmış, çıkarcılığı öne çıkarmış iseler biz, şahsi duyarlılığı daha da yaygınlaştırarak onların bu ürünlerden otlanmalarının yolunu keselim.

Köklü Değişim: Bu bir yıl içinde; sivil toplum kuruluşu (STK) ve İslâmi kitlelerin, ayrıca âlimler, hocalar ve kanaat önderlerinin söylemleri, talepleri, yaptıkları ve yapmadıkları açısından değerlendirme yapmak gerekirse neler söylersiniz? Sizce İslâmi yapılar ve âlim/kanaat önderleri bu süreçte üzerlerine düşeni yaptılar mı? Nasıl bir sınav verdiler?

Ahmet Varol: İslâm dünyasında bir zihinsel “normalleştirme” var. Yani siyasi açıdan Siyonist işgalin normalleştirilmesine tepki gösteriyoruz ama kendi zihin dünyamızda bunu normalleştirmişiz ve mevcut durumu “değiştirilemez” gibi algılamaya başlamış durumdayız. Bu konuda kendi zihin dünyamızdaki engelleri aşmamız ve en başta Siyonist işgali kendi zihin dünyamızda “gayrimeşru” ilan etmemiz gerekiyor. Bunu başarabildiğimizde mutlaka herkes bu işgal karşısında yapabileceği bir şeyler olduğunu görecektir. Allah, hiç kimseden gücünün üstünde bir şey istemiyor. Herkes sadece gücünün yettiğini yerine getirmekle yükümlüdür. Gücünün yettiği şey, imkanlarının yanı sıra konum ve çevresiyle de ilgilidir.

Köklü Değişim: Meydanlarda aylarca “Ordular Aksa’ya!”, “Mehmetçik Gazze’ye!” sloganları atıldı. Dünya Alimler Birliği de bu konuda fetvalar verdi ve orduların harekete geçirilmemesini “ihanet” olarak tanımladı. Sizce işgalci Yahudi varlığına karşı nasıl bir mücadele verilmesi gerekirdi?

Ahmet Varol: Şu an herhangi bir ülkenin ordusunu Gazze’ye sevk etmesinden elde edilebilecek fazla bir sonuç olmayacaktır. Ayrıca unutmamak gerekir ki; Filistin topraklarında ve Lübnan’da sadece “İsrail” savaşmıyor. Siyonist işgal rejimi, ABD ve Avrupa, birlikte savaşıyor. Böyle bir savaşta etkili olabilmek için İslâm coğrafyasında da böyle bir ittifak potansiyelinin oluşması gerekir. Ama ne yazık ki İslâm dünyasının birlik ve bütünlüğünü temsil eden mekanizmanın ortadan kaldırılmasından, ümmetin bütünlüğünün bozulmasından sonra bu potansiyel ortadan kaldırılmıştır. Bu durum karşısında mevcut potansiyelle nelerin yapılabileceğine bakılması gerekir. Bunların başında da Siyonist işgali yalnızlaştırmak için bir program geliştirmek gerekiyor. Yönetimlerin bu konuda yeterince duyarlı olduğu söylenemez. Ama halklar, en azından kendi ülkelerinin yönetimlerini Siyonist işgal rejimiyle iktisadi ve diplomatik faaliyetlerini durdurmaya zorlamak için daha etkili olabilirler. Bunun yanı sıra; işgale karşı mücadele eden direniş hareketlerine sahip çıkılması, onların desteklenmesi ve Siyonist işgalin ABD ve Avrupa’yla birlikte sürdürdüğü savaşın mağdur ettiği halkların ellerinden tutmak için herkes gücünün yettiği kadarıyla bir şeyler yapabilir.

Köklü Değişim: Gazze’de yaşananlar Müslümanların sahipsizliğini ve iradesizliğini bir kez daha gösterdi. Sizce bu sahipsizlik, acziyet ve iradesizliği ortadan kaldıracak unsur nedir?

Ahmet Varol: Çağımızın bütün tağuti güçleri karşısında kararlılıkla mücadele etmek için güç-lerin birleştirilmesi, birleştirilen güçlerin iyi organize edilebilmesi için de bir merkezi otorite oluşturulması gerektiğini, ben zaten sürekli dile getiriyorum. Bu, bizim için bir idealdir ve bu ideali muhafaza etmemiz gerekir. Ama mevcut durumla ilgili pratiğimizin ideallere göre değil reel duruma göre şekil alması zorunludur. Eğer reel durumu göz önünde bulunduran bir pratiğimiz ve programımız olmazsa idealler sürekli hayal olarak kalacaktır. Ama reel durumu göz ardı etmeyen pratiğimiz ve programımız olursa ideale her gün biraz daha yaklaşırız.

Uygulamada ise ilkin kişisel hayatımızı ve sorumluluklarımızı öncelememiz gerekir. Değişim kişilerden başlar. Kişiler toplumu, toplum da siyasi mekanizmayı ve sistemi değiştirir.

Bugün Filistin ve Lübnan halkına destek için bir etkinlik düzenlendiğinde katılım yüz’lerle sınırlı kalıyor. Bu konudaki duyarlılığı sahaya taşımak, bizim insanımıza biraz fantezi gibi geliyor; üstelik bir futbol maçı veya müzik konseri kadar bile ilgisini çekmeyen. Bu tür etkinliklerin sonuçsuz kaldığını iddia edene, “Öyleyse alternatifin nedir?” diye sorduğunda, ortaya koyduğu şey, bir incir çekirdeğini doldurmuyor. O halde, önce bir kendimizi sorgulayalım!