İnsanoğlunun hayatını devam ettirebilmesi ve hayattaki işlerinde başarıya ulaşabilmesi için üstlenmesi gereken birtakım sorumlulukları vardır. İnsan fıtratı sahip olduğu beka içgüdüsü gereği devamlı planlar yapar, sürekli kendisine yeni hedefler belirler. “Haftada bir kitap bitireceğim”, “yeni bir dil öğreneceğim” gibi çeşitli hedeflere uğraşmak için çabalar. Örneğin bir öğrenci başarılı olabilmek, istediği kariyere sahip olabilmek için ders çalışmalıdır. Yine ailesini geçindirmekle sorumlu olan bir baba ekmeğini kazanmak, çalışmak zorundadır. Hayat böyle belli bir düzen içinde akıp gider. Kuşkusuz belli amaçlar edinmenin ve bunlara ulaşmak için planlar yapmanın bir sakıncası yoktur. Haftada bir kitap bitirilebilir, yeni diller öğrenilebilir, iyi bir kariyere sahip olmak için çaba harcanabilir. Peki, ne için? Eğer daha iyi bir yaşam, saygın bir hayat içinse bunlar ölümle beraber anlamsızlaşacak. Hedeflerine ulaşan ile ulaşamayan aynı seviyeye gelecek.
“Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda karşılıklı bir övünme, çok mal ve evlat sahibi olma yarışından ibarettir. (Nihayet hepsi yok olur gider). Tıpkı şöyle: Bir yağmur ki, bitirdiği bitki çiftçilerin hoşuna gider. Sonra kurumaya yüz tutar da sen onu sararmış olarak görürsün. Sonra da çer çöp olur. Ahirette ise (dünyadaki amele göre ya) çetin bir azap ve(ya) Allah’ın mağfiret ve rızası vardır. Dünya hayatı, aldanış metaandan başka bir şey değildir.” [Hadîd 20] İşte burada resmin tamamını görmek gerekir. Hayatı, ölümü ve sonrasını...
İnsanlar inançlarından bağımsız bir şekilde ölüm gerçeğinin farkında olarak yaşarlar. Ateisti, deisti, inananı, inanmayanı herkes öyle ya da böyle ölümü kabullenir. Ancak Müslüman için ölüm mefhumu farklıdır. Müslüman bir kimse, “O, hanginizin daha güzel iş yapacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstündür, bağışlayandır.” [Mülk 2] ayetine muhatap olduğunu bilir. Hayatın ve ölümün kendisi için yaratıldığına ve ölümün aslında bir son olmadığına iman eder. Peki, ya sonra?
Sonrasını ne kadar düşünüyoruz? Ölüm gerçeğini biliyoruz fakat sonrasında ne olacak, bizi ne bekliyor hiç düşünüyor muyuz? Bu konuda hiç tefekkür ediyor muyuz? Mesela bize ne kadar çok ders çalıştığımız sorulacak mı? Veya dünya hayatında ne kadar iyi bir kariyere sahip olduğumuzdan, ne kadar çok para kazandığımızdan sual olunacak mıyız? Sahip olduğumuz milliyetçilik, asalet, soy sop, laiklik gibi tüm dünyevi fikirler… Bunlar orada işimize yarayacak mı??? Elbette ki hayır! Allah-u Teâlâ insanoğluna dünya hayatının karşılığı olarak cennet ve cehennemi vadetmiştir. Şüphesiz Mümin bir kimse cennetle mükâfatlandırılmayı arzular ama onun için asıl olan Allah Subhânehu ve Teâlâ’nın rızasını kazanmaktır. Cehennem ateşinden korktuğundan değil Allah’ın rızasına nail olabilmeyi amaçladığından amellerinin ölçüsü helal ve haramdır. Çünkü ancak bu ölçünün gözetilmesiyle Allah’ın rızasına nail olunabilir. Ne kadar Allah yolunda olduğumuz, O’nun emir ve nehiylerine ne kadar uyduğumuz ne kadar onun davetini taşıdığımız, İslam için ne kadar çalıştığımızdan hesaba çekileceğiz. Hiç şüphesiz bu hayattaki asıl vazifemiz bunlardır. Elbette hayattaki diğer vazifelerimizi unutmamak, uzvi ihtiyaçlarımızın ve içgüdülerimizin farkında olarak aslolan görevlerimizi yapmak mecburiyetindeyiz. Yeni bir dil öğrenebiliriz, çok iyi bir kariyere sahip olabiliriz. Ancak bunlar; takvayı esas alarak Allah’ın dinine yardım etme gayretiyle yaptığımızda bir değer kazanır. Böyle olursa bir değeri olur ve ölümle sıfırlanmaz. Yoksa “ya sonra?”sını düşünmek bile istemeyiz.
O halde hayatın sonrasında nelerden hesaba çekileceğimizi, Allah’ın rızasına nasıl nail olabileceğimizi tefekkür ettiğimiz takdirde ölüm öncesi hayatımızı düzenlemek çok daha kolay olacaktır. Bunu sağlamak içinse İslami bir hayat gereklidir. İslam’ın hayattaki yolu şu üç unsur üzerine kurulmuştur:
Nasıl ki herhangi bir sözleşmenin bir veya birkaç maddesi yerine getirilmediğinde o sözleşme taraflarca fesholunur, durum İslam’da da tam olarak böyledir. Bir ibadeti alıp diğerini bırakamayız. İslam’ın akide ve nizamı bir bütündür. Yani Allah’ın birliğine, peygamberlerine, meleklerine ve kitaplarına iman ederken ortaya koymuş olduğu şer'i hükümleri, hadleri, çözümleri de kabul ederiz. Ancak böyle olduğu zaman bütünlük sağlanmış olur.
Şari’nin emir ve nehiyleri doğrultusunda yaşanmış bir hayat ahiret için ekilmiş bir tarla gibidir. İslam bu yolun nasıl olması gerektiğini çizmiştir. Ancak o yoldan yürüyenler Allah Subhânehu ve Teâlâ’nın rızası ve vaadi olan cennet ile mükâfatlandırılacaktır. Ne mutlu o Müslümanlara! “Allah, Mü’min erkek ve kadınlara altından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetleri ve Adn cennetlerindeki güzel meskenleri vadetmiştir. Allah’ın rızası ise hepsinden daha büyüktür. Bu, kurtuluşun en büyüğüdür.” [Tevbe 72]
Yağmur Altunok