İnsan varlık gayesini idrak edip kendisini, yaşadığı hayatı ve kâinatı tanımaya başladığında bu dünyadaki konumunun farkına varır. Ve akıl baliğ olunca da mesuliyet ve iradesinden sadır olan fiillerinden sorumlu hale gelir.
Kuşkusuz mesuliyet, Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın sağlıklı bir akıl verdiği her insan için söz konusudur. Mesuliyetinin idrakinde olan kul, vahiyle muhataplık serüvenine başlar ve bu sağlıklı akıl kendisinde olduğu sürece de bu mesuliyet bitmez. İşte tam da bu noktada muhatap olduğu vahiy; kendisinden bir kısmını uygulaması, bir kısmını benimsemesi ve bir kısmının da topluma nizam olarak uygulanması için hayata dair fikirler sunar. Dolayısıyla Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın emir ve yasaklarıyla her bir Müslüman muhatap ve muhataplığının gereği olarak mesuliyet sahibi olur.
İşte bu mesuliyet, şer'i hükümleri idrak etmeyi ve bağlılığı gerektirir. Allah Subhanehu ayetinde şöyle buyuruyor;
“Allah ve Rasulü bir konu hakkında hüküm verince, inanmış bir erkek ve kadının kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur...” [Ahzab 36]
Müslüman için temel referans şer’i hükümlerdir. Şeriat sahibinin çerçevesini çizdiği her bir hüküm, şer’i hükümdür. O halde şer’i hükmün kaynakları nelerdir? Müslümanın şer’i hükme yaklaşımı nasıl olmalıdır?
Şimdi hatırlatma olması açısından bir göz atalım...
Şer'i hüküm; Şari'in, kulların fiillerine ilişkin hitabıdır.
Şer'i hükümler ise şu beş esastan oluşur:
Farz
Haram
Mendup
Mekruh
ve Mubah
Bunlar asla değişmeyen temel esaslardır.
Bunlardan;
· Farz; yapılması kesin olarak emredilmiş, terk edildiğinde cezası olan işler.
· Haram; yapılmaması kesin olarak yasaklanmış, yapıldığında cezası olan işler.
· Mendup; yapıldığında sevap kazandıran, yapılmadığında günahı/cezası olmayan işler. (nafile, sünnet)
· Mekruh; yapıldığında günahı/cezası olmayan, terk edildiğinde sevabı olan işler.
· Mubah; yapıldığında veya terk edildiğinde ne sevabı ne de günahı olan işlerdir.
Dolayısıyla Müslümanların bütün işlerini ve tavrını bu esaslara göre belirlemeleri ve uygulamaları gerekir. Zira bu hükümler insan hayatını olması gerektiği gibi düzene koyar ve insanı eşref-i mahlûkat (yani yaratılanların en şereflisi) seviyesine çıkarır. Bahsetmiş olduğumuz bu düzen, insan fıtratına en uygun yaşamı sunar, Ukba'da ise sonsuz mükâfatı vadeder.
Nitekim sahabelerin yaşantılarına baktığımızda bunun örneğini net bir şekilde görebiliyoruz.
Şöyle ki; Abdullah bin Revaha (ra) bir gün Peygamber Efendimiz (sav)’in huzuruna geldi. Rasulullah (sav) da o esnada mescitte hutbe irat ediyordu. Abdullah bin Revâha (ra) mescide yaklaşmış, fakat içeri henüz girmemişti ki o esnada Peygamberimizin cemaate, “Oturun.” dediğini işitti. Bu emri duyar duymaz hemen bulunduğu yere çöküverdi ve Peygamberimiz hutbesini bitirinceye kadar bekledi. Ashâb (ranhum), Peygamber Efendimize:
“Yâ Rasullah, Abdullah bin Revâha’nın nerede oturduğunu görüyor musunuz? Sizin cemaate, ‘Oturun.’ diye emrettiğinizi işitince, hemen olduğu yere oturdu!” dediler.
Peygamber Efendimiz (sav), Abdullah (ra)’ın teslimiyetini ve itaatini gösteren bu hareketinden çok memnun oldu ve “Allah, senin Kendisine ve Peygamberine olan itaatini artırsın!” diye dua etti. (Hayâtü’s-Sahâbe)
Sahabe efendilerimiz şer'i hükümlere bağlanmada o kadar hassastı ki onların bu hassasiyeti onlarla ilgili yazılan her yazıya konu olduğu gibi bizim de yazımıza konu olmuştur.
Aişe Radıyallahu anha'dan rivayet eden Safiyye binti Şeybe (ranha) şöyle tahriç etti: “O, Ensar kadınlarını hatırladı da hayırla yâd etti. Onlar ve onlar hakkında güzel sözler söyledi. Ve dedi ki, “Nur suresi nazil olduğunda onlar önlüklerine yöneldiler ve hemen onu parçalayıp ondan himar (örtü) edindiler.” (Ebu Davut)
Bunlar gibi binlerce örnek verebiliriz sahabenin (r.anhum) şer'i hükümlere bağlanmaları konusunda. Muhakkak ki Allah'ın mağfiretine ve cennetine koşmak isteyenler, şer'i hükümlere bağlanmada acele etmeli ve emre icabet etmede bir an için dahi tereddüt etmemelidir.
Yukarıda verdiğimiz hadis ve ayetlerden örneklerde görüldüğü gibi itaat etmede tereddüte kesinlikle mahal yoktur. Zira Peygamber Aleyhisselatu Vessellem şöyle buyurmuştur:
“Ümmetimden yüz çevirenler müstesna, hepsi cennete girer. Yüz çeviren kimdir diye sorulduğunda; bana itaat eden cennete girer, isyan eden de yüz çevirmiştir.'' buyurmuştur. (Buhari)
Şer'i hükümlere bağlanmanın farziyetini ortaya koyduktan sonra artık sormamız gereken soruyu sorabiliriz. Nasıl oluyor da şer'i hükmü bu kadar kolay terk edebiliyoruz? Menfaatlerimiz ile çatıştığında emredilenden nasıl yüz çevirebiliyoruz? Falancanın sözü şer'i hükmün önüne nasıl geçebiliyor? Canımız pahasına sarılmamız gereken hükümler nasıl oluyor da ilk terk ettiklerimiz arasında yerini alıyor?
“Sağ elime güneşi sol elime de ayı verseler, vallahi yine de ben bu davamdan vazgeçmem” diyen Rasulullah Aleyhiselatu Vesselam’ın ümmeti olarak bizlerin onu örnek alıp adımlarını takip etmemiz gerekmiyor mu? Mesela; farz olan namaz, oruç gibi ibadetleri dünyevi işler için nasıl bu kadar kolay feda edebiliyoruz? Oysa cihat meydanlarında sahabelerden bir grup savaşırken diğer bir grup arkada namaz kılıyordu, asla namazlarından taviz vermiyorlardı. Allah Subhanehu ve Teâla bizleri şeriatı ile mukayyet kılıp, fiillerimizi işlerken her şart ve durumda ona itaat etmemiz için bizi yaratmıştır. Öyleyse muhatap olduğumuz vahyin bizlere yüklediği mesuliyetin farkına varmalı ve amellerimizi şeriatın emrettiği şekilde düzenlemeliyiz. Zira şeriat, kendisine uyulduğunda ne dünyada ne de ahirette sahibini hüsrana uğratmayacaktır, Biiznillah.
“De ki: Ben ancak Rabbimden vahyolunana uyarım.” [Araf 203]
Köklü Değişim Kadın Kolları için yazan
Hatice Uluşık