RAMAZAN AYINDA TEFEKKÜR ÜZERİNE HASBİHAL
06 Nisan 2021

RAMAZAN AYINDA TEFEKKÜR ÜZERİNE HASBİHAL

Dünya hayatının çakıllı ve zor yollarında İslam akidesi ile hayatımıza yön vermediğimizde, bizi yönetme işini İslam’a tevdi etmediğimizde yolda kalırız. Bu hakikati idrak edebilmek için ise Rabbimizle baş başa kalmaya, tefekkür etmeye, sükûnete ihtiyacımız var. Ki böylece kendi mefhumlarımızı, ailemizin mefhumlarını, toplumun mefhumlarını gözden geçirebilelim. Doğru olan fikirleri alıp kendimizde kanaat haline getirdikten sonra da bu hakikati insanlara taşıma peşinde olalım.

Yaklaşan mübarek Ramazan ayı bu anlamda bizim için büyük bir fırsat… Özellikle insanın ölümü çokça hatırlaması, oruç tutarak acziyetini idrak etmesi, kendisinde rahatsız olduğu davranışları düzeltmesi açısından bu ay önemli bir vesiledir.

Bu hayatı anlamlı kılan en ehemmiyetli husus sahip olduğumuz Allah’a (svt) kulluk şuuru. Zira kişi bu bilinci kendisinde ve hayatında tam manasıyla oturttuğunda, bu konudaki büyük düğümleri doğru bir şekilde çözdüğünde Allah’tan (svt) başka kimseye dayanmaz, hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmaz. Bu huzurlu atmosferi yaşar ve yaşatır. Kim olursa olsun veya nasıl bir hayat yaşıyorsa yaşasın, Allah’a (svt) kulluk şuuruna sahip bir insan karşılaştığı tüm engelleri kolaylıkla aşabilir.

İslam akidesine sarılan bir Müslümanın yönleri olumlu anlamda değişir. Örneğin problemlerin gölgesinde yaşamaya tahammül edemez. “İnsanlarla aramda problem çıkmasın, aman etliye sütlüye karışmayayım” gibi bir düşünce sebebiyle Allah’ın (svt) hudutlarının çiğnenmesine asla müsaade etmez. Kelimeleri bitene, nefesi tükenene kadar konuşup İslam’ın hükmünün yani hakkın ortaya çıkması ve tatbik edilmesi için karşısındakini ikna etmenin gayretinde olur. Çünkü bilir ki, “Rahatım bozulmasın” veya “Mesele çıkmasın” diye susup problemin üzerini kapattığında o problem asla kapanmış olmaz. Bunu kavrayan bir Müslüman bu hususu temele alarak İslam’ın gereğini yerine getirdiğinde kendisinde müthiş bir rahatlama ve huzur hisseder. Rabbinin rızasını umarak şer’i hükümlere sıkı sıkıya sarılır ve hiçbirinden kendini geri çekmez. Müslüman kardeşleriyle fikir alışverişinde bulunmaya yılmadan devam eder. Tüm toplumun İslam’ın getireceği huzura ihtiyacı olduğunun şuurundadır.

Bir Müslüman kendi nefsinin menfaati için Allah’ın (svt) hükümlerinden uzak durmayıp Allah (svt) katında işlenen günahlara tepki gösterdiğinde; kimseyle kişisel tartışmaya girmeden yalnız sahih fikir, Kur’an-ı Kerim, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in Sünneti üzerinden konuştuğunda Allah’ın (svt) yardım ve desteği ile muhatap olduğu insanla arasında çok sıcak ilişkiler doğduğunu görecektir. Uğruna emek verdiği insan kendisi için candan bir dost olacaktır.

Böylece insan kendinde var olan bilgiyi, huzuru ve sükûneti çevresiyle paylaşmış olur. Allah’ın (svt) hükümlerini “İnsanlar kırılmasınlar” diye çiğnemeyip her daim hakkın tarafında olmak önce şahıslarda sonrada toplumda düşünce ve davranışlardaki bütün seçimlerin şer’i delile binaen olması gerektiği şuurunu meydana getirir. Böylece bu örnek davranış birçok insanın yanlış olan bakışını düzeltmesine de yardımcı olur. Bir de yaşadığımız kapitalist toplumda bu batıl ideolojinin çarkına sıkışmış insan çıkıyor karşımıza. Bunlar ne yapacağı, ne söyleyeceği belli olmayan insanlar… Biz onlara “imtihan” diyoruz. Bu tip insanlarla her konuşmayı fikirde bırakmak en doğrusu bana göre. Yani “Ben sana Allah’ın hükmünü söylüyorum, gerisi seni bağlar…” Bu tip insanlar hatalarını bildikleri halde karşıya top atmayı üstünlük zannederler. Bu tip durumlara tahammül etmekte insan gerçekten zorlanıyor. İşte bu noktada da insanda İslam ABC gibi oturuyor. İnsan hiçbir meseleyi kişiselleştirmemeyi, tahriklere kapılmamayı, öyle bir anda derin bir nefes alıp öfkeyi yutmanın en büyük fazilet olduğunu idrak ediyor. İnsan hatasını görmeli, sonra kabul etmeli ve sonra da değiştirmeli değil midir? Bende hata yok diye düşünürse Allah’ın (svt) rızasına nasıl ulaşmayı düşünür insan?

Hayatımızı idame ettirmeye çalıştığımız bu toplumda küfrün fikirleri tatbik edilmekte maalesef. Bunun bir neticesi olarak birçok sorunla karşı karşıya kalıyoruz. Fakat bizler Allah’ın (svt) bize gösterdiği yoldan yürümek durumundayız. Nasıl bir toplumda yaşıyorsak yaşayalım, bizim görevimiz bu toplumu nasıl İslami bir toplum haline getireceğimizi düşünmektir. Zira Allah’ın (svt) emri; salih amel işle, onu Allah (svt) da, Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem de, Müminler de görsün şeklindedir. Şeytan, Allah’ın (svt) salih kullarını yoldan çıkaramaz…

Bir konuyu tedavi etmek başka, dayanmak başkadır. Şu dünya hayatında dünyalık hiçbir şey insanı çökertmemeli. Allah’a (svt) havale ederek duaya ve salih amele yönelmeliyiz. Eğer toplum İslam’la yönetilmiş ve terbiye edilmiş olsaydı, Allah korkusu fikri hâkim olsaydı bugün kimse kimseye zulmetmeye yanaşamazdı… Oysa toplum bugün öyle mi? İnsan hayatında değiştirebileceği şeyler üzerinde durmalıdır. Fikirler, duygular, nizam. Belki bu yolda her imkânı önüne serip bir sineğin bile seni rahatsız etmesine izin vermeyecek Allah. Belki de dünya hayatında bir an önce Rabbine kavuşmayı arzulayacak kadar sıkıntıların olacak.

Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Rasulullah (sav); yanıldığında, yorulduğunda, daraldığında sana rehber olmalı. Bunlar sığınacağın Hira’n olmalı. Bulunduğun bozuk ortamdan uzaklaşarak dua edip tefekkür ettiğin sığınağın olmalı. İşte o zaman Rabbinin sana ne kadar yakın olduğunu ve senden ne istediğini tefekkür etmiş olmanın huzuru ile güçlenerek çıkacaksın toplumun karşısına.

Sana huzur ve keyif verecek olan gayene -ki bu Allah’ın (svt) rızasıdır- odaklandığında, sürekli artan güzel ameller biriktirirsin. Moralini daima yüksek tutabilirsin. Sabırla İslam’ı taşımaya devam edersin. Sabırla diyorum çünkü bu yolda karşına genelde yaşadığı bozuk hayatın farkına varamamış, kendisi ile yüzleşmemiş, doğru fikirlere ulaşamamış insanlar çıkacaktır. Bu insanlarla akraba, komşu yahut tanıdıksınız. İslami bir hayatı yaşamayı teklif ettiğin bu insanlar, sonunda böyle bir hayatı yaşamaya talip olacaklar. Batıl düzeni, zalimlerin otoritelerini birlikte devireceksiniz. Sosyal, ekonomik, hukuksal problemlerin artarak devam ettiği bir toplumun bu hale gelmesinin asıl nedeninin batıl nizam olduğunu mutlaka idrak edecekler.

Savaşlar… Sömürüler… Mahvolan hayatlar… İnsan hayatında kötülüğe dair ne varsa beşeri haz ve nizamlardan kaynaklanıyor. İnsan cenneti yüreğinde taşıdığını hatırladığında ise yaşanan zorlukları Allah’a (svt) ve ahirete imanın nasıl onardığını görüyor. Yalnız kendi hayatına odaklı yaşamaktan kurtulup Ümmetin derdini, davasını omuzlayan bir kişi haline geliyor. Özellikle namazın, orucun, tesettürün ve İslam’ın getirdiği ölçülere göre yaşamanın bir kadın için gerçek anlamda özgürlük ve güven olduğunu anlıyor. İslam insanda müthiş bir fikri güç birikmesine yol açıyor. Böylece kişi bunu önce kendi hayatına geçiriyor, sonrasında taşıyabileceği herkese taşıyor. Yukarıda da ifade etmeye çalıştığım gibi İslam’ı taşırken her türlü zihniyete sahip insanla karşılaşabiliyorsun. İslam kültürünü araştırırken hayata dair bütün konuların çözümü karşına çıkıyor. Fikri telakkilerde bulunuyorsun. İslam’ın davet metodunu keşfediyorsun. Şer’i delilleri öğreniyorsun.

Bu konularda mutabık olmayı isteyip buna muvafık olamadığın insanlarda giriyor hayatına. Tabi bu durum onları koruyup gözetmene, insani ilişkileri güzel tutmana engel değildir. Varsa bu ilişkilerin zarar gördüğü birileri, helalleşmek gerekiyor. Ramazan bunun için de çok güzel bir fırsat. Ölümlü hayatta her şey olabiliyor. Şehadet, esaret, hicret.

İnsan beşeri nizamların sebep olduğu zulümlerin ortasında yaşamaya daha ne kadar tahammül edebilir ki? Mekkeli müşriklerin İslam’a olan baskılarından Habeşistan’a hicret eden Sahabeler (ra) Mekke’yi fethetmek için geri döndüklerinde bu defa Habeşistan’a gitme sırası müşriklerdeydi…

Azgınlığı ve zulmü ululuk zanneden zalimler görecekleri İslami muamele karşısında ne kadar yanıldıklarını hissedecelerdir. Tıpkı ölüm korkusuyla Habeşistan’a kaçan İkrime’ye (ra) Mekke’ye geri dönmesi için çağrısında bulunan Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem gibi. Müslümanlara yaptığı onca kötülükten sonra öldürüleceğini düşünmüştü. Fakat yolda eşinin de yardımıyla İslam’a kalbi ısınan İkrime (ra) Rasulullah’ın (sav) huzuruna çıktığında, Rasulullah (sav) ayağa kalkıp İkrime’yi (ra) kucakladı ve “Hoşgeldin ya İkrime!” dedi. Ne kendisinin ne de babasının yaptığı kötülüklerin hiç birini yüzüne vurmadı. İkrime’yi (ra) sevgiyle bağrına bastı… Bugün sizi kınayıp ayıplamak yoktur. Allah (svt) sizi bağışlasın. O merhametlilerin en merhametlisidir.