Günümüzde İslam coğrafyasında devam eden savaşlar, adaletsizlikler ve işgaller karşısında Hilâfetin yeniden kurulması; Müslüman toplumlar için birleştirici bir güç ve adaletin teminatı olarak arzu ettiğimiz, Filistin’den Yemen’e kadar birçok yerde yaşanan zulümlerin nihayetleneceği, Müslümanların seslerini duyuracağı ve İslam’ın adalet anlayışının yeryüzünde tecelli edeceği yegane çıkış olarak karşımızda durmakta.
Hilâfet, İslam’ın altın çağı olarak hüküm sürdüğü dönemlerde adalet, birlik ve güvenli bir yönetim sistemi olmuştur. İslam dünyasında Hilâfet, özellikle Dört Halife döneminde Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali'nin (ranhum) liderliğinde hakkaniyet, adalet ve güvenin en üst düzeyde sağlandığı bir yönetim sistemi olarak tarihe geçmiştir. Bu dönemde toplumsal huzur ve adaletin sağlanması, yalnızca zengin veya nüfuzlu kimselerin değil, her bireyin hakkını koruyan bir sistemle ve şer-i kanunlarla gerçekleşiyordu.
Hz. Ömer’in (ra) halifeliği sırasında Hz. Ömer (ra), herkesin hakkını gözeten ve adaletten kişisel menfaatler üzerine asla taviz verilmediği bir yönetim sergilemiştir. Mısır Valisi'nin oğlu tarafından bir Hristiyan'a yapılan haksızlık karşısında, Hz. Ömer'in (ra) valinin oğlunu bizzat cezalandırması, Hilâfetin evrensel adalet anlayışında asla adam kayırmadığını göstermektedir. Bu olayda Hz. Ömer’in (ra) "Analarının özgür doğurduğu insanları köle yapmaya ne hakkınız var?" sözü, İslam’ın insan haklarına verdiği önemin altını çizmektedir.
Hz. Ali’nin (ra) bir Yahudi ile mal davasında yargı önüne çıkması ve mahkemenin halifenin makamına bakmaksızın adaletle hükmederek Yahudi’yi haklı bulması, İslam’ın adalet sisteminin tarafsızlığına son derece izzetli bir örnektir. Mahkemede halifeye karşı karar verilmesi, İslam’ın adaleti kişisel ve siyasi güce boyun eğmeyen bir ilke olarak koruduğunu gösterir. Bu tür örnekler Hilâfet Devletinde saymakla bitmez.
Hilâfet döneminde halkın refahı, zengin ile fakir arasında adaletin sağlanması ve sosyal dengelerin korunması, yönetimin en temel ilkelerindendi. Hilâfet, her bireyin hakkını alabileceği güvenilir bir sistem sunuyordu. Sömürgeye asla müsaade yoktu.
Bu düzen Osmanlı’ya kadar böyle devam etti.
Sömürgeci güçler, sadece Müslüman topraklarını işgal etmekle kalmamış, aynı zamanda ekonomik kaynakları yağmalamış ve İslam toplumlarının kültürel değerlerini de işgal etmişlerdir. Filistin, Cezayir, Yemen ve Irak gibi ülkelerde yaşanan zulümler, sömürgeci güçlerin Müslüman halklara uyguladığı baskının en acı örneklerindendir. Bu yüzden Hilâfet, Müslümanlar arasında yalnızca dini ritüelleri yerine getirdikleri bir makam değil, aynı zamanda sömürgeciliğe karşı güçlü bir direniştir.
Kur’an’da da birçok ayetle sabittir ki adaletin sağlanması her yönetim için zorunludur. Hilâfet sistemi, bu adalet ilkesini en güçlü şekilde uygulamış, herkesin haklarını koruyan bir yönetim sunmuştur. İslam’ın adalet anlayışı, farklı dinlerden, etnik kökenlerden ve sosyal sınıflardan insanların huzur içinde yaşadığı bir toplum inşa etmiştir.
Hilafet, aynı zamanda halkın güvenliğini sağlayan bir sistemdir. Hem iç hem dış tehditlere karşı güçlü bir savunma mekanizması sunmuş, Müslümanları dış güçlerin sömürüsüne karşı korumuştur. İslam dünyasının siyasi ve ekonomik bağımsızlığı, Hilâfet döneminde en üst düzeye çıkmış ve bu sayede Müslümanlar güçlü ve itibarlı bir topluluk haline gelmişlerdi. Çünkü izzet yalnız İslam’dadır.
Evet, istemez misiniz Allah’ın vaadi ve Rasulullah’ın müjdesi olan o izzetli, şerefli Hilâfet Devleti için çalışmayı, Gazze’nin ve bütün zulüm gören kardeşlerimizin intikamını almayı ve tevhit çatısı altında sömürülmeden huzur içinde yaşamayı? Öyleyse şu ayete kulak verin ve hayran en güzeli için çalışın:
“Her milletin yöneldiği bir kıblesi vardır. Siz hep hayırlı işler yapmada birbirinizle yarışın! Nerede olursanız olun, Allah hepinizi huzurunda bir araya getirecektir. Çünkü Allah’ın her şeye gücü yeter.” [Bakara 148]
Dilek Polat