İnsan yaratılışı gereği sosyal bir varlıktır. Aynı zamanda muhtaç bir varlıktır. Yaşantısını devam ettirebilmek için gıda almaya, akciğerlerinin vücudunda bulunan kanı temizleyebilmesi için havaya, kendisini soğuktan ve sıcaktan koruyacak elbiselere ve konuta ihtiyacı vardır. Karşılandığı zaman insanlara haz ve zevk veren, karşılanmadığında ise acı ve üzüntü doğuran her şeye ihtiyaç denir. İnsan hem hayatını devam ettirmek zorunda hem de hayat standardını yükseltme düşüncesindedir. Doğduktan sonra etrafındaki insanların, özellikle de anne ve babasının, ailesinin, ferdi olduğu toplumun güvenliğini sağlayan devletin himayesine muhtaçtır. Biz bunları içgüdü (Beka içgüdüsü, nevi içgüdüsü, tedeyyün içgüdüsü) ve uzvi ihtiyaçlar olarak da isimlendiririz. İnsanda bulunan içgüdü ve uzvi ihtiyaçların karşılanması gerekmektedir. İçgüdülerin doyurulmaması insanı huzursuz edip mutsuzluğa sevk ederken, uzvi ihtiyaçların karşılanmaması ise insanın varlığını devam ettirememesine neden olur.
İnsanlar var olduğu günden beri bu ihtiyaçları karşılamada çeşitli yöntemler tercih etmişlerdir. Günümüz toplumunda, fertlerin bu ihtiyaçlarını karşılamak için şiddete çok yöneldiklerine şahit olmaktayız. Şiddet konusunda araştırma yaparken genelde kadına ve çocuğa uygulanan şiddetin ele alındığı görülmektedir. Oysa bugün hayatımızın her alanında şiddetin olduğunu görmekteyiz. Aile içinde şiddet, okulda şiddet, sokakta şiddet, toplu taşıma araçlarında ve trafikte şiddet, hastanede ve sağlık kuruluşlarında şiddet, dizilerde şiddet, haberlerde şiddet, hayvanlara şiddet vb. kafamızı ne tarafa çevirsek, şiddeti görür olduk. Özellikle her gün haberlerde mutlaka şiddet içeren olayları üzülerek izlemek zorunda kalıyoruz. Geçen gün bir otobüs yolculuğumda şahit olduğum iki bayan arasındaki şiddet, oldukça çirkin hakaret ve tehditlerle otobüste gerilime sebep oldu. Toplumun ruh ve beden sağlığı günden güne kötüye gidiyor. İnsanlar tahammülü, hoşgörüyü, merhameti, saygı, sevgi ve iyi niyet gibi insani değerlerini kaybetmekteler. Yüksek gerilim hattı gibi bir toplumda yaşar olduk. Bu durum bazen bizim insanlarla temaslarımızı ve daveti taşımamızı da etkilemektedir. Her türlü şiddet baskı amaçlıdır ve ego tatmini ön plandadır. Ne yazık ki insanın eğitim düzeyi, sosyal statüsü, ekonomik seviyesi ve daha başka etmenler bu tipteki davranışları önlemeye yetmiyor.
Dünya Sağlık Örgütü’nün tanımına göre şiddet; sahip olunan gücün ve iktidarın, fiziksel ya da ruhsal bir yaralanmaya ve kayba neden olacak biçimde bir başka insana, kendine, bir gruba, bir fikre, bir yaşam tarzına, bir varoluşa, doğrudan ya da dolaylı yolla uygulanmasıdır. Şiddetin tanımındaki en önemli boyutlardan biri, içinde bir kasıt, yani bir zarar verme amacı taşıması ya da buna araç olmasıdır. Yani şiddet; amaçlı, kasıtlı olarak, gücün bedensel ve/veya ruhsal zarar verecek ya da verme riski yaratacak biçimde kullanımıdır. Şiddet, belirli amaçlara yönelik seçilmiş bir tutum ve davranıştır. Duygular davranışlara yön verebilir ama insanın duygusunu hangi tutum ve davranışlarla dışa vurduğu kendisinin seçiminde, kontrolünde ve sorumluluğundadır. Dolayısıyla, her ne kadar kıskançlık, kızgınlık ve öfke duygu repertuarları içinde yer alan insani duygular olsa da, bu duygular şiddet içeren tutum ve davranışları asla meşru kılamaz. Eğer bir davranış, kızgınlık göstermek, öfke boşaltmak, nefret göstermek, aşağılamak, cezalandırmak, güç kullanmak ve tahakküm etmek ve baskı altında tutmak amaçları ile sergileniyorsa o davranış şiddet kapsamında tanımlanır. Güç ve baskının kullanımı ile ortaya çıkan, tehdit, kontrol ve tahakküm içeren, doğrudan ya da dolaylı olarak bedensel, ruhsal, cinsel, ekonomik veya politik bir zarar veren ya da zarar verme riski taşıyan, bireysel ya da toplumsal her tür tutum ve davranış şiddet olarak adlandırılır.
Peki, neden insanlar birbirlerine karşı bu kadar kötü duygu ve davranışlarda bulunmaktalar? Her gün haber bültenlerinde bu ve buna benzer şekilde; İstanbul’da 2019 yılında 282 kişi öldürüldü. Emniyet Müdürlüğü istatistiklerine göre bu cinayetlerin 123'ünde tabanca, 88'inde ise bıçak kullanıldı. Haraç almak için dükkâna girenlerle, dükkân sahibi arasında kavga çıktı. Miras tartışması nedeniyle adam kardeşini arabasıyla birlikte yaktı. Kiraya zam yaptığı gerekçesiyle kiracı, ev sahibine kızarak evin her yerini yıkarak evi harabeye çevirdi. Adam cinnet geçirdi karısını öldürdü, kendisi intihar etti. Kadın boşanmak üzere olduğu eşinin dostunu öldürdü vb. şiddet haberleri verilmektedir. Ülkede şiddet sarmalı hız kesmeden can almaya, korku yaymaya devam ediyor. Yöneticilerin ise tek yaptıkları şiddeti lanetlemek, başsağlığı dilemek vb. yüzeysel çözümler sunmaktır. Şiddetin nedenleri, toplumsal ve siyasal sonuçları ve çözümleri üzerine düşünmek şimdi her zamankinden daha elzemdir.
Allah Subhanehu ve Teâlâ insanı ihtiyaçlarla yarattığı gibi insana bu ihtiyaçlarını karşılama yollarını da bildirmiştir. İnsanları ve insanların varlığını sürdürmesinde muhtaç olunan şeyleri temin etme ve kullanmada nasıl bir düzene uyulması ve bu düzenin uygulanmasının yollarını da peygamberler aracılığıyla göstermiştir. Bu amaçla şer’i hükümler gönderilmiş ve İslam Şeriatı, insandan kaynaklanan her hadisenin hükmünü açıklayarak insanın davranışlarını helal ve haramlarla sınırlandırmıştır. İnsanlar, Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın çizmiş olduğu helal ve haram çerçevesinin dışına çıktıkça davranışlarında bozulmalar meydana gelmektedir. İşte şiddet, meydana gelen bu davranış bozukluklarının bir neticesidir.
Şiddeti meydana getiren, insanın içgüdü ve uzvi ihtiyaçlarının doyumu esnasında ortaya çıkan kural tanımaz davranışlarının sebebi ise; üzerimize tatbik edilen Kapitalist nizam ve onun necis vakıasıdır. Dolayısıyla; şiddetin bizzat kaynağı olan bir sistemin, aynı zamanda şiddete çözüm üretme girişimleri abesle iştigalden başka bir şey değildir. Batıdan gelen bu kokuşmuş nizamın, batıdaki etkilerine bakınca ne demek istediğimiz çok daha iyi anlaşılacaktır. Kapitalizm gibi fasit fikirlerden oluşan bu nizamın toplumdaki şiddet illetini bitirmesi mümkün değildir. Mesela; bundan üç beş yıl öncesine kadar aile içi şiddet olayları bu kadar çok gündem olmazken, şimdi sokaklara taşmış durumdadır. İstanbul Sözleşmesi ile meşrulaştırılan bazı maddeler aile yapısının bozulmasında etkili olmaktadır. Yukarıda da bahsedildiği gibi şiddet sadece ailede değil, toplumun her alanında yaşanmakta ve gün geçtikçe daha da artmaktadır. Kapitalist sistemde şiddeti önleyecek tedbir ve düzenlemeler ise sonuç vermemekte, hatta insan fıtratına aykırı olan bu düzenlemeler şiddetin daha da artmasına neden olmaktadır. Çünkü insan İslam fıtratı üzere yaratılmıştır. Bu nedenle insanın mutluluğunun ve huzurunun tesisi ancak İslam nizamının tatbikiyle mümkündür.
İslam, hayata dair çözümler üreten kapsamlı ve esasi bir ideolojidir. Çünkü İslam’ın akidesinden fışkıran bir hayat nizamı vardır. İslam; insanın yaratıcısıyla, kendisiyle ve diğer insanlarla olan tüm alakalarını düzenleyen kâmil bir dindir. İslam bu alakaları, insanın aklına kanaat ve kalbine güven verici bir şekilde yani insan fıtratına uygun olarak düzenlemiştir. İşte bu çözüm, insanın dünya ve ahiret mutluluğunu sağlayacak olan yegâne çözümdür. Bunun yolu ise; İkinci Raşidi Hilafet Devleti’nin ikamesi ve onun eliyle İslami hayatın yeniden başlamasından geçmektedir.
اَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَۜ وَمَنْ اَحْسَنُ مِنَ اللّٰهِ حُكْماً لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ۟ Yoksa Câhiliye devrinin hükmünü mü istiyorlar? Gerçeği kesin olarak bilip kabul eden kimseler için Allah’tan daha güzel hüküm sahibi kim olabilir? [Maide 50]