Müslümanların Normalleşmesi: Sessizlikte Kaybolan Feryatlar
20 Ekim 2024

Müslümanların Normalleşmesi: Sessizlikte Kaybolan Feryatlar

Müslüman toplumlar, tarih boyunca zulüm, baskı ve katliamlara maruz kalmışlardır. Bugün de savaşlar ve işgaller Müslüman topraklarında halihazırda devam ederken toplumlar üzerinde çok büyük bir etkiye sahip olan medyanın bu olaylara sessiz kalışı veya sıradanlaştırarak sunması acının büyüklüğünü örtbas etmektedir. Acı, zulüm ve adaletsizlik bu kadar görünmez hale gelirken Müslümanlar için “normalleşme” ne anlama gelir? Gerçekten de zulmün gölgesinde bir normalleşme mümkün müdür?

Müslüman coğrafyalarında yaşananlar çoğu zaman medyada ya göz ardı edilmekte ya da dramatik unsurlarıyla kısa süreliğine ilgi çekmekte. Ne zaman ki bu olaylar, ana akım medyanın odağından düşer, o zaman savaşın bittiği, acının sona erdiği varsayılır. Ancak gerçekler, ekranlardan kaybolsa da yerinde durmaya devam eder. Irak’ta, Suriye’de, Filistin’de ya da Myanmar’da Müslümanlar, savaşın ve zulmün en ağır bedellerini öderken bu sessizlik bir nevi katlanılabilir hale getirilir. Oysa İslam, zulme sessiz kalmayı şiddetle reddeder. Nitekim Kur’an’da, Allah (cc), zalimi ve zulmü durdurmayı emreder:

“Zulme uğradıktan sonra kendini savunan kimseye bir günah yoktur.” [Şura 41]

Bu ayet, zulmün sıradanlaşmasına karşı direnç göstermenin ne denli önemli olduğunu gayet açık vurguluyor. Medyanın soğuk sessizliği karşısında Müslümanlar, bu adaletsizliklere karşı sessiz kalmayarak kendilerini savunmakla yükümlüdür.

Müslüman coğrafyalarındaki zulüm, sadece haberlerde karşımıza çıkan birkaç saniyelik görüntülerden ibaret değildir. Bugün Yemen’de çocuklar açlıkla savaşırken, Filistin’de Müslümanlar işgal altındaki topraklarda özgürlük arayışında can veriyor. Myanmar’da Arakan Müslümanları köylerinden sürülüp denizlere açılırken dünya onların dramını “normal” bir göç sorunu olarak algılıyor.

Bu yaşananlar, normalleşme adı altında unutturulmaya çalışılan bir umursamazlığı gözler önüne seriyor. Ancak bu zulme karşı gözlerini kapatmak, insanlık adına büyük bir vicdan kaybıdır. Peygamber Efendimiz (sav) de bu duruma dikkat çekerek bir hadis-i şerifte şöyle buyurur:

“Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu yardımsız bırakmaz.” [Buhârî, Mezâlim, 3]

Bu hadis bize, Müslümanların birbirine karşı olan sorumluluğunu hatırlatarak zulme karşı duyarsız kalmanın ne kadar yanlış olduğunu da gösterir.

Peki, Müslüman toplumlar nasıl bir normalleşme yaşayabilir? Bu, sadece çatışmaların sona ermesiyle değil, aynı zamanda adaletin tesis edilmesi ve ancak İslam Hilâfet Devletinin kurulmasıyla mümkündür. Ancak böylesi bir adalet sağlandığında gerçek bir huzur ve barıştan bahsedilebilir. İslam, adaletin her şeyin önünde geldiğini söyler. Nitekim Allah (cc) Kur’an’da şöyle buyurur:

“Ey iman edenler! Kendiniz, ana babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa Allah için şahitlik ederek adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun.” [Nisa 135]

Bu ayet, adaletin dinin temel prensiplerinden biri olduğunu ve hiçbir şart altında vazgeçilmemesi gerektiğini bize hatırlatır. Müslümanların normalleşmesi ancak İslam’ın hâkim olduğu bir dünyada mümkündür.

Medyanın olayları görmezden gelmesi, zalimlerin hikayesini yazdığı bir dünyada mazlumların sesinin duyulmaması demektir. Bu nedenle Müslümanlar, kendi hikayelerini anlatma sorumluluğunu üstlenmelidir. Bugün sosyal medya, bloglar ve alternatif platformlar Müslümanların gerçekleri dünya ile paylaşmaları için güçlü araçlar sunuyor.

Ancak bu sadece teknik bir mesele değildir; bu, hakikate sahip çıkmanın ve zulme karşı durmanın bir gereğidir. “Kim bir kötülük görürse, onu eliyle düzeltsin; eğer eliyle gücü yetmezse diliyle düzeltsin; ona da gücü yetmezse kalbiyle buğzetsin. Bu ise imanın en zayıf derecesidir.” (Müslim, İman 78) hadisinde de görüldüğü gibi, Müslümanlar her daim zulme karşı ses çıkarmalı, adaletsizliğe boyun eğmemelidir.

Müslümanların normalleşmesi, bu görünmezlik perdesini kaldırmak ve hakikatin ışığını yaymakla tek Ümmet, tek bayrak ve Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah sancağı altında yaşamakla mümkündür.

Dilek İmrak