Metanet Öncümüz: Sümeyra Hatun (ranha)
27 Haziran 2020

Metanet Öncümüz: Sümeyra Hatun (ranha)

Kendisi Ensar’dan olup pek çok Medineli gibi Mus’ab b. Umeyr (ra)'ın vesilesi ile imanla tanışır. Daha Peygamber Efendimiz (sav)’i görmeden ona derin bir şekilde muhabbet duyar. Dolayısıyla kendisini yakından tanıyarak çocuklarını da bu şekilde eğitmek ister. Efendimiz (sav) Medine'ye geleceği zaman hemen onun Mekke hayatını araştırmaya başlar. Bu sebeple de Mekkeli hanımların evlerine giderek onların temizlik, çamaşır, bulaşık gibi ev işlerini yaparak karşılığında Efendimizin (sav) Mekke hayatını öğrenmek ister. Ne güzel bir çaba, ne güzel bir gayret.. Bunu yalnızca kendi için değil evlatları için de ister. Çünkü o bir annedir, Müslüman bir anne!

Mekkeli hanımların evlerinde öğrendiği bilgileri kendi ev halkı ile paylaşmaya başlar ancak bu bilgileri vaaz verir gibi aktarmaz bilakis hayatın günlük seyri içinde eriterek öğretir. Sümeyra Hatun (ranha) her gün sofra başında da Efendimiz (sav)’in konuşulmasını sağlayarak evlatlarına Peygamber sevgisini aşılamıştır. Bu şekilde yetişen Sümeyra (ranha)’nın evlatları Avf, Muaz ve Muavviz de annesinden görerek Efendimiz(sav)’i çocuk yaşta sevmeye ve ona hasret duymaya başlarlar. Hicret'in ikinci yılına gelindiğinde Bedir için asker çağrılıyordu. Bunu duyan Sümeyra Hatun (ranha)'nın üç yiğidi de bu iş için can atıyordu, küçük yaşta olmalarına rağmen parmak uçlarına basıp boylarını büyük göstererek orduya seçiliyorlar. Bundan sonra üç kardeşin tek bir hedefi vardır: Peygamber Efendimiz(sav)’in en azılı düşmanı olan Ebu Cehil'i bulup öldürmek. Ancak Ebu Cehi’i tanımayan bu üç genç Abdurrahman Bin Avf (ra)’ın yanına gelerek onun kim olduğunu sorar. Bundan sonrasını Aburrahman Bin Avf (ra) anlatıyor: “Bir de baktım, Ebu Cehil, atının üzerinde yanında adamları, başında kırmızı bir sarığı savaş meydanın ortasında duruyor. Elimi uzatarak: ‘Gençler! İşte aradığınız adam şu başında kırmızı sarık olan adam.’ dedim. Daha ben elimi aşağıya indirmemiştim ki o gençler, küheylanlar gibi Ebu Cehil’in etrafını sardılar ve kılıçları ile onu atının üzerinden indirmeye çalıştılar.” Ağabeyleri Avf orada şehit olsa da hedeflerini gerçekleştiren bu gençler annesine iki müjde ile gittiler. Hem ağabeylerinin şehit olduğu haberini verdiler hem de Peygamber Efendimiz (sav)’in düşmanını öldürdüklerini müjdelediler. Sümeyra (ranha)’nın yetiştirdiği gençlerden de ancak bu beklenirdi!

Hicretin 3. yılı Mekke… Bedir’in intikamını almak için üç bin kişilik ordu ile Medine’ye gelinince Efendimiz (sav) de yedi yüz askeriyle Uhud dağının eteklerine yerleşir. O mübarek ordunun içine Sümeyra (ranha)’nın hanesinden de dört kişi katılır. Babası, eşi ve Bedir’de gazi olan iki oğlu Muaz ile Muavviz. Sümeyra (ranha) bu yiğitleri gönderirken onlara şöyle der: “Siz gidin Uhud’un meydanında canlarınızı verin; ama Efendimiz (sav)’e bir şey olmasın. Eğer siz sağ olarak gelir de O’na bir şey olursa vallahi sizleri eve almam. Siz, Efendimiz (sav)’i koruma adına kendi canlarınızı O’na feda edeceksiniz!” Ve öyle de olur, Uhud meydanında Peygamber Efendimiz (sav)’in yolunda niceleri gibi onlar da şehitlik makamına kavuşur. Savaşın kızıştığı bir zamanda İbn Kamia, Musab Bin Umeyr (ra)’ı Efendimiz (sav)’e benzeterek öldürmeye çalışır ve o anda bir ses yükselir: “Muhammed öldü, Muhammed'i öldürdüm!” Bu sesle sarsılan Uhud'un feryatları Medine sokaklarına da ulaşır. Haberi duyar duymaz Uhud meydanına koşanlardan biri de elbette Sümeyra Hatun (ranha)’dır. Her yönüyle bize örnek olduğu gibi bu davranışı ile de şu Nebevi mesajı hatırlatır:

“Sizden biriniz beni annesinden, babasından, çocuklarından ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe tam iman etmiş olamaz.” (Buhari, Sahih, İman, 2/8)

Sümeyra Hatun (ranha), Resulullah (sav)'in hayatta olup olmadığını öğrenebilmek için canhıraş biçimde onu arar. Onun bu halini görenler yakınlarını aradığını sanırlar ve aile fertlerinin şehit haberlerini verirler: “Sümeyra bak burada yatan kocan Haris, şehit oldu. Sümeyra bak bu baban Ubeyddir, şehit oldu. Sümeyra bak bunlar oğulların Muaz ve Muavviz şehit oldular.”

Sümeyra (ranha) bütün bu duydukları karşısında hep aynı tepkiyi verir: “ Allah kocamın şahadetini kabul etsin, Allah babamın şahadetini kabul etsin, evlatlarım size de bu yakışırdı Allah şahadetlerini kabul etsin!” Onun derdi ise başkaydı, o her seferinde Efendimiz (sav)’i soruyor onun hakkında hayırlı bir haber almak için can atıyordu. Kimseden beklediği cevabı alamayınca Efendimiz (sav)’i aramaya devam eder ve nihayet yanında birkaç sahabe ile birlikteyken bulur. Sevinçle, gözyaşlarıyla ona doğru koşar ve şöyle der: “Sen ki hayattasın senden sonra bütün musibetler bana hiç gelir ya RasulAllah!” Allah ve Rasulüne işte böyle gönülden bağlıydı Sümeyra Hatun (ranha). Çünkü o biliyordu ki imtihan için gönderildiğimiz bu geçici hayatta tek gayemiz Allah’u Teala’ya itaat ederek O’nun rızasını kazanabilen bir kul olmaktır. Bu kulluğun temellerinde Allah ve Rasul’ünü sevmek vardır. Gerçek sevgi ise sadece kalp ile hissedilen bir şey olmayıp amele dökülendir. Nasıl ki bir çiçeği “seni seviyorum” diyerek büyütemeyeceğimiz gibi Allah ve Rasul’ünü de kalp ile sevmek yeterli olmayacaktır. Çiçeği sulayıp onun filizlenmesine sebep olduğumuz gibi de Allah ve Rasul’ünü razı edecek fiillerde bulunarak amellerimizin meyvesini ebedi hayatta alacağız, inşAllah. Tüm bunların bilincinde olan ve uygulayan Sümeyra Hatun (ranha) daima güçlü bir hanım olarak hem örnek bir anne hem de örnek bir şahsiyettir hepimize. İşte Sümeyra (ranha), işte biz! O da kadın, biz de. Soralım kendimize, onun gibi olmakla aramızdaki engel nedir?

Sümeyye Şeyma ÖZDOĞAN