Aziz ve kıymetli kitabımız Kur’an-ı Kerim birçok peygamberden kıssalar halinde bahseder. Bahsedilen kıssalar ibretliktir, öğüt almamız içindir. Ancak peygamberlerden hariç yine kıssalar halinde bazı olaylardan bahsedilir. Onlardan bir taneside Hâbil ve Kâbil’dir.
Rivayete göre Âdem’in iki oğlu Hâbil ile Kabil arasında bir ihtilâf çıkmış, babaları her ikisinin de Allah’a kurban sunmalarını, hangisinin kurbanı kabul edilirse onun haklı olacağını söylemişti. O zaman gökten inen bir ateşin kurbanı yakması, kurbanın kabul edildiğini gösteriyordu. (Âl-i İmrân 3/183) Sunulan kurbanlardan Hâbil’inki kabul edildi. Kıskançlığı yüzünden bu durumu içine sindiremeyen Kabil, kardeşini öldürdü. [İbn Kesîr, III, 76[
Kâbil, ziraat ürünlerinin en kötüsünden az bir miktar takdim etti. Ayrıca takdimenin kabul edilip edilmemesinin onun için önemi yoktu.Hâbil ise sürüsünün en iyilerinden besili bir koç ile süt ve yağ takdim etti; içinden de hakkıyla Allah’ın (svt) emrine boyun eğmeyi ve rızâsını kazanmayı arzu ediyordu. Bu olayı Allah Azze ve Celle Yüce Kitabımızda şöyle naklediyor:
وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَاَ ابْنَيْ اٰدَمَ بِالْحَقِّۘ اِذْ قَرَّبَا قُرْبَاناً فَتُقُبِّلَ مِنْ اَحَدِهِمَا وَلَمْ يُتَقَبَّلْ مِنَ الْاٰخَرِؕ قَالَ لَاَقْتُلَنَّكَؕ قَالَ اِنَّمَا يَتَقَبَّلُ اللّٰهُ مِنَ الْمُتَّقٖينَ لَئِنْ بَسَطْتَ اِلَيَّ يَدَكَ لِتَقْتُلَنٖي مَٓا اَنَا۬ بِبَاسِطٍ يَدِيَ اِلَيْكَ لِاَقْتُلَكَۚ اِنّٖٓي اَخَافُ اللّٰهَ رَبَّ الْعَالَمٖينَ اِنّٖٓي اُرٖيدُ اَنْ تَبُٓوأَ بِاِثْمٖي وَاِثْمِكَ فَتَكُونَ مِنْ اَصْحَابِ النَّارِۚ وَذٰلِكَ جَزٰٓؤُا الظَّالِمٖينَۚ فَطَوَّعَتْ لَهُ نَفْسُهُ قَتْلَ اَخٖيهِ فَقَتَلَهُ فَاَصْبَحَ مِنَ الْخَاسِرٖينَ فَبَعَثَ اللّٰهُ غُرَاباً يَبْحَثُ فِي الْاَرْضِ لِيُرِيَهُ كَيْفَ يُوَارٖي سَوْاَةَ اَخٖيهِؕ قَالَ يَا وَيْلَتٰٓى اَعَجَزْتُ اَنْ اَكُونَ مِثْلَ هٰذَا الْغُرَابِ فَاُوَارِيَ سَوْاَةَ اَخٖيۚ فَاَصْبَحَ مِنَ النَّادِمٖينَۚۛ
“Onlara Âdem’in iki oğlu hakkındaki haberi gerçek olarak oku. Hani her biri birer kurban sunmuşlardı da birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul edilmemişti. -Kurbanı kabul edilmeyen-, “Seni öldüreceğim” demişti. O da, “Allah sadece müttaki olanlardan kabul eder. Andolsun sen beni öldürmek için bana elini uzatsan da ben seni öldürmek için elimi uzatmam. Ben âlemlerin Rabbinden korkarım. Ben dilerim ki sen benim günahımı da kendi günahını da yüklenesin ve cehennem halkından olasın. Zalimlerin cezası budur” dedi. Nefsi kendisini kardeşini öldürmeye yöneltti ve nihayet onu öldürdü; böylece ziyana uğrayanlardan oldu. O anda Allah bir karga gönderdi. Karga ona, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini göstermek için yeri eşeliyordu. “Yazık bana, şu karga kadar bile olmaktan, kardeşimin cesedini gömmekten aciz miyim!”dedi; sonunda da pişmanlık duyanlardan oldu.” [Mâide 27-31]
Bu olay üzerine Peygamber efendimiz (sav) şöyle atıfta bulunmuştur:
“Haksız yere öldürülen hiçbir kimse yoktur ki onun kanından Âdem’in birinci oğluna bir pay ayrılmasın. Zira cinayeti âdet edenlerin ilki odur.” [Müsned, I, 383]
Dünyamızı hayırla donatmak için Allah’a (svt) kulluğun hürriyet değil, teslimiyet olduğunu bu vakıa üzerinden idrak etmemiz gerekir.
Bütün amellerimizi Allah’a (svt) takva ile sunmamız, yalnızca O’nun (svt) rızasını kazanmak için salih bir niyet ile yapmamız gerekir.
Takva, kulun yüce yaratıcının azametinden korkarak ve rahmetini ümit ederek Rabbine karşı olan kulluk görevlerini yerine getirmesi, emirlerini tutup yasakladıklarından kaçınması, dünyasını rızayı ilahi çerçevesinde düzenlemesi anlamına gelir.
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ ذَكَرٍ وَاُنْثٰى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوباً وَقَـبَٓائِلَ لِتَعَارَفُواؕ اِنَّ اَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ اَتْقٰيكُمْؕ اِنَّ اللّٰهَ عَلٖيمٌ خَبٖيرٌ
“Ey insanlar! Şüphesiz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık, tanışasınız diye sizi kavim ve kabilelere ayırdık, Allah katında en değerli olanınız O’na itaatsizlikten en fazla sakınanınızdır. Allah her şeyi hakkıyla bilmektedir, her şeyden haberdardır.” [Hucurat 13]
Takva; insanın özde ve sözde, davranışlarda, sözlerde ve fiillerde her zaman kendini Allah’ın (svt) huzurunda bilerek buna göre hareket etmesi, harama düşmek korkusuyla bazı mubahları, hatta helalleri de terketmesi ve tüm varlığıyla O’na (svt) yönelmesiyle zirve bulur.
Bu bağlamda takva, aynı zamanda Allah’a (svt) ve O’nun (svt) yarattıklarına karşı saygı, sevgi ve şükür duyarak varlık bilincinde olmak anlamına gelir. Allah’a (svt), hükümlerine, yarattıklarına saygı duymak, teslimiyet göstermek, muhafızı olmak, uygulamak mümince bir yaşantının neticesinde gerçekleşir.
“Takva sahibi olan; İnsanlara gösteriş yapmaz, dinine zarar verecek bir işe girişmez. Allah’ın sınırlarını koruyanı Allah da korur.” [İbnü'l-Cevzi]
Amellerini Allah’ın (svt) rızasını gözeterek, salih bir niyetle yapan Hâbil, Allah’ın (svt) izniyle kazanan olmuştur. Kıskançlık ile dünyasını ve ahiretini yakan Kâbil, kaybeden olmuştur.
Hayırda yarışmak yerine, kıskançlıkla, doyumsuzlukla hayatını ikame ettirmek, İslami bir yaşantıya uymayan Allah’ın (svt) rızasından uzak bir yaşantıya sebep olur.
Bizler için önemli olan, Allah’ın (svt) rızasını kazanmak için Allah’ın (svt) bizler için verdiği nasihatları almamız, ibretlik olaylardan ders çıkarmamızdır. Allah’ın (svt) ipine sımsıkı tutunur, emir ve nehiyleri yerine getirir, insanlığı İslam ile hükmetmeye davet eder, bireysel ve toplumsal amellerimizi hakkı ile ikame edersek, Allah'ın izni ve inayetiyle Hakkı yaşayanlardan oluruz.
Allah için yaptığımız her ameli küçümsememeli, niyetlerimizi her daim salih tutmalıyız.
Din kardeşlerimizle aramızdaki bağı sıkı tutmalı, onlara yapacağımız her iyiliği ve fedakarlığı Allah (svt) adına yapıp kıskançlık gibi, böbürlenme gibi duygulardan kendimizi soyutlamalıyız.
Rabbim bizlere takva ile bezenmeyi, her halimizde İslam'ı hakkı ile temsil etmeyi nasip etsin.
Hatice YİĞİT