TÜİK’ten sevindiren haber geldi!
TÜİK 2021 yılı asgari ücret teklifini açıklayarak bekâr bir işçinin asgari geçim tutarının ağır işlerde çalışanlar için 2 bin 792 lira 10 kuruş, orta nitelikteki işlerde çalışanlar için 2 bin 507 lira 70 kuruş, hafif işlerde çalışanlar için 2 bin 339 lira 10 kuruş olarak hesaplandığını paylaştı.
Asgari ücret; her yıl Aralık ayında Türkiye gündeminde ilk sıraları meşgul eden ve yıl içerisinde de sık sık şikâyet etmek amacıyla kullandığımız, kısaca bir işçinin kendisinin ve ailesinin geçimini sağlamak için aldığı minimum ücrettir. Asgari ücretin -genel olarak kabul gören- geniş tanımını yapmak istersek gerçekle bağdaşmayan bu tanımı tartışmamız gerekir. Fakat bu yazıyı yazmaktaki amacım; asgari ücretin tanımını tartışıp çözüm üretmeyen, zaman kaybı olan boş eleştiriler yapmak değil. Asıl amacım, asgari ücretin nasıl bir aldatmaca olduğunu, arka planda hangi oyunların döndüğünü göstermektir. Aslında asgari ücreti; kapitalizmin modern dünyanın köleleri olarak gördüğü işçi sınıfının haklarını, emeklerini sömürmeye devam etmek için kurduğu sistemin bir ürünü olarak da tanımlayabiliriz. Ki bence bu daha doğru bir tanımdır.
Çünkü bugün kapitalist Batılı ülkelerin ekonomilerinin daha iyi bir durumda olmasının, belli bir kesimin refah seviyesinin yüksek olmasının sebebi, kurdukları modern sömürgecilik sistemidir. Sanayi devrimiyle birlikte ekonomisi de gelişip büyüyen Avrupa ülkelerinin hammadde ve sanayi alanlarında işgücü ihtiyacı arttı. Onlar da çözümü gelişmemiş ülkelerin bütün yerüstü ve yeraltı kaynaklarını, insan gücünü sömürmekte, onları köleleştirmekte buldular. Hatta kendi halklarını da sömürdükleri halklarla birlikte gayri insani şartlarda genç–yaşlı, çoluk-çocuk demeden uzun çalışma saatleri boyunca çalıştırarak ölmeyecek kadar yemek verip çalıştırdılar. Böylece zenginler daha zengin, fakirler daha fakir ve daha çaresiz hale geldiler.
Daha sonra sömürülen halklar gayri insani şartlara daha fazla dayanamayarak komünistlerin desteğiyle kurulan işçi sendikalarıyla bir başkaldırıya, devrim hazırlığına giriştiler. Fakat durumun ciddiyetini kavrayan kapitalistler bu krizi hemen fırsata çevirdiler. Halkın gözünü boyamak için sahneye yeni bir oyun “Asgari Ücreti” çıkardılar, biraz da ışık ekleyerek süslemeyi ihmal etmediler. Ve isyana kalkan halkı bazı insanî haklarını geri iade etmeyi ve temel ihtiyaçlarını en düşük miktarda karşılamalarını sağlayacak asgari ücreti vaadiyle kandırmayı başardılar. Bu durum da kapitalistler biraz para kaybetseler de sömürge çarkının devam etmesini sağladılar. Dünyada da ilk kez 1890 yılında Avustralya ve Yeni Zelanda’da başlayan asgari ücret uygulaması, 1900’lü yılların başında Avrupa’da, 1969 yılında da Türkiye’de uygulanmaya başlanmıştır.
Türkiye’de de her yıl Aralık ayında sahnelenen asgari ücret belirleme komitesi oyunu: beş işverenden, beş sendika temsilcisinden, beş devlet yetkilisinden ve TÜİK faktöründen oluşur. Oyunun sonu tüm iddia ve tartışmalara rağmen bellidir. Asgari ücret, TÜİK’in açıkladığı gerçeği yansıtmayan verilerle, enflasyon oranıyla ve işverenlerin daha da zenginleşmesi için devletin verdiği destekle asgari ücretten kesilen vergi ile sonlanır. Piyesin sonu zengin ve mutlu işverenler, zafer kazanan devlet, mağlup olmuş gibi görünerek sahneyi terk eden sendikalar ve hakları bir kez daha yenilen işçiler...
Aslında burada her zaman işçinin yanında olduğunu iddia eden sendikalar için bir parantez açmamız gerekiyor. Sendika işçilerin haklarını devlete ve işverenlere karşı korumak ve iyileştirmek için örgütlenen kurumların genel adıdır. İşçi haklarını, eşitliği ve adaleti savunan komünizm ile ortaya çıkan sendikalar bir dönemde kapitalizme karşı silah olarak kullanılmıştır. Ancak günümüzde kapitalizm sendikaları kendi tarafına çekmiştir. Artık sendikalar işçinin hakkını koruyan değil, işverenin arkasını kollayan, işverenin işçileri terbiye etmek için kullandığı bir kurum haline geldi.
Şöyle ki günümüzde sendikaların yaptığı toplu sözleşme ile işçilerin hakları kısıtlanıyor. Türkiye’de yürürlükte bulunan mevzuata göre, bir işyerinde bir toplu iş sözleşme imzalandı mı, bu toplu iş sözleşmesinin yürürlükte bulunduğu dönemde işçiler tek taraflı yeni hak talebinde bulunamaz. Ancak sendika ile işverenin anlaşması durumunda toplu iş sözleşmesi değiştirilebilir. Diğer bir deyişle kötü bir sendikanın veya bir sendikanın kötü yöneticilerinin bir işyerinde kötü çalışma koşullarıyla imzaladığı üç yıllık bir toplu iş sözleşmesi, bu üç yıllık süre boyunca çalışma koşullarının işçiler lehine değiştirilmesinin önünü kapatabilir. Hatta böylece işyerinde geçmişten beri uygulanan bazı haklar azaltılabilir. İşçi sendikaya bağlı olduğu için kötü koşullardan dolayı tek başına işten ayrılmaz, ayrılır ise tazminatsız olarak işten çıkarılır.
4857 sayılı İş Kanunu’na göre, işçinin fazla çalışma yapması, hafta tatili ve genel tatillerde çalışması işçinin rızasına (onayına) bağlıdır. Ancak bu rıza, toplu iş sözleşmeleri aracılığıyla peşin olarak verilebilir. Eğer peşin rızanın verildiği durumlarda işçi geçerli bir mazereti olmaksızın fazla çalışma yapmaktan kaçınırsa, kendi adına yapılan bir sözleşmenin hükümlerini yerine getirmediği için, tazminatsız olarak işten çıkarılabilir. Daha öncede dediğimiz gibi sendikalar artık işçinin değil, işverenin haklarını koruyan kurumlar olmuştur. Ve asgari ücret belirlenirken de sendikalar rollerini yeni kimliklerini gizleyip işçinin yanındaymış gibi görünerek oynarlar.
10 milyon işçi belki bu yıl sendikalar hakkımızı alır diyerek bir umut beklerken aslında kandırılıyorlar. Onları sömürge çarkının önemsiz bir dişlisi olarak gören bu devletle, işverenlerle, sendikalar ile oyunun sonu bellidir. Her yıl aynı tiyatro güzelce sahnelenerek halkın gözü boyanır ve perde kapanır. Artık sıra asgari ücret sonrası tartışmalarındadır. Tartışmalar işverenin işçinin hakkını vermemesi üzerine ya da hükümetin izlediği yanlış ekonomi politikaları üzerine döner. Suçlu işveren mi? Hükümet mi? Sonu gelmeyen çözüm üretmeyen boş tartışmalar ile halk oyalanır 1 yıl daha geçerek sömürge çarkı dönmeye devam eder. Kimse asıl suçluyu, sorunun kaynağı kapitalist iktisat sistemini tartışmaz!
Kimse faize, sanal paraya dayalı ekonomik sistemi, halkın sadece %20’lik zengin kesimini destekleyen ve onların daha da zenginleşmesini sağlayan sistemi eşleştirmiyor. Kimse halkın geri kalan %80’lik orta ve alt gelir grubunu asgari ücrete yani hayat standartlarını en düşük seviyede karşılamaya, gayri insani şartlarda çalışmaya zorlayan kapitalist sistemi eleştirmiyor. Oysaki elimizde hayatımızdaki bütün problemleri çözecek İslam Nizamı gibi bir nizam varken kapitalizmin gayri insani, kokuşmuş iktisat nizamına muhtaç değiliz.
O zaman bize asıl çözümü sunan İslam İktisat Nizamına bakalım. İslam’da asgari ücret nasıl belirlenir? İslam’ın işçiye yaklaşımı nedir? İslam devleti Ümmetin servetini sermaye sahibi bir grup zenginin ayağının altına serdikten sonra geriye kalan halkı düşük hayat standartlarını kabullenmek zorunda bırakmaz. Bugünkü gibi ekonomik kaynağın azlığı, kıtlığı açısından bakılarak ferdin ihtiyaçları karşılanmaz. Kapitalizmde ferdin ihtiyaçları değersizdir. Sermayenin kazanımları ve beklentileri değerlidir. Oysa Hilafet devletinde devlet herkese birer fert olarak bakar. Ve ferdin ihtiyaçlarını karşılamada fert, merkezdedir. İslam’da asgari ücret diye bir şey yoktur. İşçinin ücreti işin çeşidine, zorluğuna göre işveren ve işçi arasında belirlenir. Devlet asgari ücret belirlemez. Ücrette asıl olan işçinin çalışıp ürettiği emeği miktarınca ücret almasıdır. Hakların ihlal edildiği olası bir durumda sorun adli mahkemelerde çözülür.
İşçinin aldığı ücret geçimine yetmiyorsa geçimini sağlayacak kadar, çalışmasına engel bir rahatsızlığı varsa ihtiyaçlarını karşılayacak kadar miktarı karşılamak üzere devreye zekât sistemi girer. Ve devlet kişinin geçimini üstlenir. Hilafet Devletinde işçinin maaşından vergi alınmaz. Devlet vergiyi gereken miktarda zenginlerden toplar. İşte İslam’ın, Hilafet Devletinin asgari ücrete bakış açısı bu şekildedir. İşçiyi bir köle olarak değil, ihtiyaçları insan onuruna yakışır şekilde karşılanması gereken bir fert olarak görür. Bugün kapitalizmde olduğu gibi zengin ile fakir arasında uçurumlar kadar fark olmayacak, aksine İslam toplumsal kalkınmayı hedef edindiğinden fakirle zengin arasındaki fark sınırlı olacaktır. İşte İslam nizamı bugün toplumları kapitalizmin, kapitalist zihniyete sahip yöneticilerin zulmünden kurtaracak tek nizamdır. Eğer hükümet halkın refah bir seviyeye ulaşmasını istiyorsa ekonomik açıdan yapacağı en büyük reform kapitalizmi Ümmetin coğrafyasından söküp atmaktır. İlerlemenin, üstün ve büyük devlet olmanın tek yolu İslami Hilafet Devletini kurmakla olur. ﴿لِمِثْلِ هٰذَا فَلْيَعْمَلِ الْعَامِلُونَ﴾ “İşte çalışanlar böylesi bir kurtuluş için çalışsınlar.” [Saffat 61]
ZEYNEP DENİZ