“Kadınlar ve Yoksulluk” Pekin Deklarasyonu ve Eylem Platformu'nun (PDEP) en önemli Kritik Alanlarından bir tanesidir çünkü ekonomi politikaları kapitalizmin ve sömürgeci kapitalist Batılı devletlerin varlığının ve bekasının can damarını teşkil etmektedir.
“Kadınlar ve Yoksulluk” Kritik Alanında Stratejik Hedefler ve Eylemler Özeti[i]: “Kadınlar ve Yoksulluk” başlıklı Kritik Alan, “Yoksulluğun Kadınla Özdeşleşmesi”nden (yoksulluk içinde yaşayan kadınların sayısının erkeklerin sayısıyla karşılaştırıldığında orantısız artmış olması) yola çıkmaktadır. Bu durumu şiddetlendiren hususları da “sosyal yönden tanımlanmış cinsiyet rollerinin katılığı ve kadınların yetki, eğitim, öğrenim ve üretim kaynaklarına kısıtlı ulaşımı (ör. Kredi, toprak mülkiyeti ve miras gibi)”, kadınların “hane halkının refahına ilişkin iş ve sorumluluklarındaki” “toplumsal cinsiyet farklılığı”, yetersiz sosyal güvenlik sistemleri, ücretsiz işlerle ücretli işler arasındaki dengesiz dağılım, iş hayatına yeniden atılmanın önündeki engeller (özellikle yaşı ilerlemiş kadınlar için), istihdam imtiyazlarının dağılımında ve işgücü piyasasında cinsiyete dayalı ayrımcılık ve birçok başka cinsiyete dayalı engeller olarak tanımlamaktadır. Dolayısıyla “Ekonomik güç paylaşımındaki cinsiyet eşitsizliği” ve “cinsiyete dayalı bakış açısını ana görüş olarak tüm ekonomik analiz ve planlamalara yeterince yansıtmamak” “Kadınların yoksulluğuna katkıda bulunan önemli bir unsur” olarak kabul edilmektedir. Sonuç olarak yoksullukla mücadelede asıl bakış açısı şöyle tanımlanmaktadır:
2015 yılında Pekin Deklarasyonu’nu hazırlayan Birleşmiş Milletler’in bir parçası olan Dünya Bankası; 2030 yılında “aşırı” yoksulluğu sıfırlamak için iddialı bir hedef edindi. BM, özellikle BM Kadınlar, bu hedefe entelektüel, kültürel, dilsel ve siyasi çerçeveyi sağlayarak hizmet etmekteler. Ortaya attıkları iddiaya göre “2030 Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerine ulaşabilmek için ekonomide kadını güçlendirmek ve iş dünyasında cinsiyetler arasındaki uçurumları kapatmak şarttır” yine “Ekonomiler daha çok kadın istihdamıyla büyür” çünkü “...OECD ülkelerindeki kadın istihdamı oranlarını İsveç seviyesine yükseltmek, GSYİH’yi 6 trilyon doların üzerinde artırabilir[...] Buna karşılık, cinsiyet farklılıkları ekonomide GSYİH'nin yüzde 15’ine mal olmaktadır.”[ii] BM Avrupa Ekonomik Konseyi (UNECE); SKH 5 (Sürdürülebilir Kalkınma Hedefi Toplumsal Cinsiyet Eşitliği) yerine getirilmeden diğer hiçbir SKH’nın 2030 yılına kadar gerçekleşmeyeceğini vurgulamıştır.[iii]
Yoksulluk Hakkında Rakamlarla Gerçekler: Dünya Bankası’nın Ekim 2019’da yayınladığı en son Yoksulluk Raporuna göre,[iv] “yoksulluğun azaltılmasında kaydedilen ilerlemeye rağmen dünya genelinde aşırı yoksulluk içinde yaşayan insan sayısı kabul edilemez bir şekilde yüksek kalmaktadır. Küresel büyüme tahminleri göz önüne alındığında, yoksulluğun azaltılması için yapılan çalışmalar 2030 yılına kadar aşırı yoksulluğun sona ermesi hedefine ulaşmak için yeterince hızlı olmayabilir.” Aşırı yoksulluk oranı; günde $1,90 ve altında yaşayan nüfusun kısmı olarak tanımlanmaktadır. Mutlak yoksulların yarısından fazlası Sahra Altı Afrika’da yaşıyor. Gerçekten de bölgedeki fakir sayısı 9 milyon artarak 2015 yılında 413 milyon insanı günde 1,90 dolardan daha azıyla hayat sürmeye mahkûm etmiştir. Bu rakam diğer tüm bölgelerdeki yoksul insan sayısının toplamından daha fazladır. Bu şekilde devam ederse 2030 yılında 10 yoksuldan 9’u Sahra Altı Afrika’da olacaktır.
Yardım kuruluşu Oxfam; dünyanın en zengin 26 milyarderin mal varlığının dünyadaki en yoksul 3,8 milyar insanın mal varlığıyla eşit olduğunun tespit edildiğini açıkladı. Dünyanın en zengin %1’i geri kalan %99’un toplam zenginliğine sahiptir. Finans krizinin yaşanmakta olduğu on sene içinde milyarderlerin sayısı neredeyse ikiye katlandı. Milyarderlerin serveti 2018 yılında 900 milyar Dolar artmıştır. Dünyanın en zengin adamı ve Amazon şirketinin sahibi Jeff Bezos'un serveti 2018’de 112 milyar dolar arttı. Bezos’un servetinin sadece yüzde 1’i nüfusu 105 milyon olan Etiyopya’daki tüm sağlık bütçesini karşılar. Yine efektif vergi oranları açısından da en fakirler en zenginlerden daha yüksek vergi ödüyor. Günde yaklaşık 10 bin insan yeterli sağlık hizmeti alamadığı için hayatını kaybediyor. Ebeveynleri okul harcı, üniforma veya kitap-defter masraflarını karşılayamadığı için 262 milyon çocuk okula gidemiyor. Ana sağlığı hizmetlerinin yetersiz olmasından dolayı kadınlar hayatını kaybediyor... Çocuklar eğitimden mahrum ediliyor... Oxfam Kampanyalar ve Stratejiler Müdürü Matthew Spencer’in ifadesiyle: “Ekonomilerimizin düzenlenme şekli gün geçtikçe servetin daha çok birkaç seçkin kişinin elinde birikmesine ve milyonlarca insanın zar zor hayatta kalmasına neden oluyor.”[v]
ABD’de 13 milyonu çocuk olmak üzere yaklaşık 40 milyon Amerikalı, yani her 8 haneden birisi, gıda güvensizliği çekiyor.[vi] 2018'de ABD'de erkeklerin %10,6’sı kadınların ise %12,9’u yoksulluk içinde yaşadı. Evli çiftlerin 2018’de %4,7’si yoksulluk içindeydi. Ancak karının olmadığı tek ebeveynli ailelerdeki yoksulluk oranı %12,7 iken kocanın olmadığı tek ebeveynli ailelerde bu oranın %24,9 olduğu tespit edilmiştir.[vii] Ve tüm bu yoksulluk ABD tarihinde görülmüş en uzun süreli istikrarlı GSYH büyümesi döneminde yaşanıyor.[viii]
Dünyanın en büyük beşinci ekonomisi olan Birleşik Krallık’ta ise 2018 yılında 14 milyon insan (halkın neredeyse yüzde 20’si) açlık sınırının altında yaşam mücadelesi vermiştir. Bunların 4,5 milyonunu çocuklar, yaklaşık 2 milyonunu da emekliler oluşturuyor.[ix] Mart 2019 rakamlarına göre kadınların yoksulluğa düşme ihtimali (%20) erkeklerinkine (%18) göre daha yüksek olmaya devam ediyor. Bekâr emekli kadınlardaki yoksulluk oranı %23’e ulaşarak son 15 yılın en yüksek seviyesine ulaştı. Bekâr ebeveynlerin yüzde 45’i yoksulluk içinde yaşıyor. Bunların büyük çoğunluğunu (%90) kadınlar oluşturuyor. Bekâr ebeveynle yaşayan çocukların neredeyse yarısı (%47) artık yoksulluk içinde yaşıyor.[x] Feeding Britain (Britanya’yı Doyuruyoruz) adlı hayır kurumunun açıklamalarına göre BK’ta 1,6 milyon insan sofraya yemek koymakla evini ısıtmak arasında imkânsız bir seçim yapmak zorunda. Alabildikleri tek destek, çoğu zaman Yakıt Bankaları ve Gıda Bankalarından geliyor.[xi] Hatta hemşireler, öğretmenler, polis memurları ve başka sektör çalışanları, özellikle tek ebeveynler bu gıda bankalarını sıklıkla kullanıyor. Gıda bankalarına gelen yedi kişiden birisi ücretli bir işte çalışıyor veya çalışan birisiyle birlikte yaşıyor...[xii]
Hani zengin ve cinsiyet eşitlikçi Batı’da “kadının istihdamı ve güçlendirilmesiyle” “yoksulluğu azaltmaya” ne oldu? Hakikaten de kadınları etkileyen yoksulluk ne cinsiyet rollerindeki eşitsizlikten ne de ekonomik planlamalarda toplumsal cinsiyet eşitliğinin eksikliğinden kaynaklanıyor. “Cinsiyet eşitliği” politikaları ve programları bu hakikati kabul etmek istemedikleri için kadın yoksulluğunu etkin bir şekilde çözmekten aciz kalmaktalar. Oysa tüm yoksulluğun sebebi; günümüzde devletlere ve küresel siyasi ve iktisadi yapılara tahakküm eden bozuk kapitalist sistemdir. Kapitalizme göre ferdin yoksulluğu çözülmesi gereken bir sorun teşkil etmiyor. Aksine kapitalizmin maksadı; “kıt/sınırlı kaynaklar karşısında sonsuz ihtiyaçlar” ilkesine dayanarak mal ve hizmet üretimini maksimum seviyeye ulaştırmaktır. Dolayısıyla kapitalizmin hedefi, tüm topluma ait gibi gösterilen rakamsal zenginliği, yani devletin zenginliğini artırmaktır. Bunu da gayri safi milli hasıla ile ölçüyor. Üretim arttığı sürece, devletin zenginliği artar, devletin zenginliği arttığı müddetçe de ferdin ihtiyaçlarının karşılanıp karşılanmaması kapitalist ekonomi için bir önem arz etmemektedir. GSYİH’nin iyileşmesi ferdin refahından daha üstün bir kıymete sahiptir. Aynı zamanda GSYİH Batılı sermaye sahiplerinin kârını artırmaya ve sömürgelerindeki kukla yöneticilerin ve elitlerin sömürgeci efendilerine itaatlerini garanti etmeye yarayan bir araçtır.
Kapitalist Kalkınmanın ve Pekin Deklarasyonu’nun Hakiki Yüzü: Uluslararası Para Fonu’nun ve Dünya Bankası’nın Birleşmiş Milletler sisteminin mali kolu ve en önemli kurumları olduğunu bilmek elzemdir. Birleşmiş Milletler 1945 yılında İkinci Dünya Savaşı’nın 5 asli galipleri -Çin, Sovyetler Birliği, Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri- tarafından kurulmuştur. BM Güvenlik Konseyi’nin ana ve daimi üyeleri olmaktan ziyade dünyanın asıl ve gerçek kapitalistleri de bu beş devlettir. İşte bu kapitalistler bu iki kurum vasıtasıyla sistematik olarak başka devletleri geri ödenmesi imkânsız olan faizli krediler almaya zorluyor, borçlanan devletlere felç edici ekonomi politikalarını dayatıyor ve onları kendi isteklerine boyun eğdiriyorlar. Bu sayede başka milletler üzerinde elde ettikleri kapitalist hegemonya ile doğal ve tarımsal kaynakların özelleştirilmesine, altyapıların, sanayi ve teknolojilerin yabancı yatırımcılara peşkeş çekilmesine, yozlaşmaya, gayriinsani yoksulluğa sürükleyen vergi politikalarına, tekelciliğin gelişmesine ve servetin bir avuç sermaye sahibinin elinde birikip çoğunlukları sömürmesine yol açan serbest piyasa politikalarını dayatıp kendi kapitalist yönetim sistemlerinin bekasını teminat altına aldılar. Yine altın ve gümüş yerine Amerikan Dolarına bağladıkları dünya ticareti, sözde kalkınma desteği bahanesiyle İMF ve Dünya Bankası’nın dayattığı yüksek faizli krediler, kapitalist güçlerin başka milletlerin kaynaklarını ve insan gücünü sömürmeye yaradı. Çevresel yıkımlar, çatışmalar, savaşlar ve göç, hepsi kendi siyasi ve iktisadi menfaatlerini gerçekleştirmek için başka ülkelere insan canını ve refahını yok etme pahasına dayatılan kapitalist politika ve planlarının birincil neticeleridir. Zenginle fakir arasında gittikçe büyüyen uçurum, artan işsizlik, erkeklere ailelerini geçindirmeye yetmeyen ücretler, dişiliğin sömürülmesi ve nihayet kadını da erkeği de, Batı’da ve tüm dünyada eşit şekilde etkileyen yoksulluğun nedeni işte burada yatmaktadır.
Eski ABD Başkanı Bill Clinton 2008 yılında BM nezdinde yapılan Dünya Gıda Günü toplantısında dünyadaki açlık krizini kendilerinin meydana getirdiğini itiraf etti: “ABD, Dünya Bankası, IMF ve tüm büyük kurum ve hükümetlerin politikaları, zirai mahsullere dünyadaki fakirler için hayati bir ürün olarak değil sıradan bir ticari mal olarak baktılar.” [xiii] ABD’nin teşvikiyle Dünya Bankası’nın ve IMF’nin on yıllarca dayattığı “Yapısal uyum politikaları” özellikle Afrika ülkelerini Amerikan biyoteknoloji şirketlerinin ürettiği hibrid tohumları ve gübreleri ithal etmeye zorlayarak yerli tohumları ve zirai bitkileri yok ettiler. Ayrıca bu politikalar yozlaşmış hükumetler sayesinde yerel çiftçileri yerlerini terk etmeye zorladı ve arazilerin (ekilebilir, mera, ağaçlık, orman ve sulak araziler, su kaynakları ve yaban hayatı habitatları) büyük çapta tahviline yol açtı. Toprağı köylüden, çiftçiden, göçebe çobanlardan ve kendi halkından kelimenin tam anlamıyla “gasp” ederek küçük ölçekli tarım sistemlerini bozup yabancı büyük ölçekli üreticilere verdiler. Böylece sadece yerel halkı en temel mülkiyet, geçim ve yaşamak için çalışma hakkından yoksun bırakmakla kalmadılar, aynı zamanda ekosistemlere, yaban hayatı habitatlarına, biyoçeşitliliğe ve su kaynaklarına da muazzam zarar verdiler.[xiv] Etiyopya hükümeti sadece 10 yıl içerisinde 3,5 milyon hektar araziyi kiraya verdi. Şu an en büyük yabancı holding, Hindistanlı “Karuturi” şirketi, 300 bin hektar araziyi 50 yıllığına kiralamış bulunuyor. Bu arazilerde sadece ucuz ihracat için pirinç, şeker kamışı ve yağ palmiyesi üretiliyor. Bir başka aktör ise “Saudi Star” şirketidir ki bu şirket Gambella eyaletinde 139 bin hektar araziyi ele geçirdi ve yerel halkı zor kullanarak kamplara sürdü, su kaynaklarını sömürdü ve kirletti.[xv] Gıda adeta aristokratların ayrıcalığı oldu. İstedikleri zaman el koyup daha fazla açlık oluşturdular. Etiyopya ve Sudan gibi bazı ülkelerde gıdanın kime ulaşacağına dair son kararı da hükumet veriyor. Buna ilaveten uluslararası gıda yardımları da gerçekte donör ülkelere yarar sağlayan bir araçtır ki buna “bağlı yardım” denmektedir. Dünyadaki iki-taraflı yardımların yarısı bu şekilde icra edilmektedir. Bir ülkeye para veya borç verilir, bu ülke bu parayı donör ülkeden ürün veya hizmet satın almak için kullanır. 2010 yılında BM Somali İzleme Grubu’nun yayımladığı bir rapor; Somali ile yapılan kârlı gıda yardımı sözleşmelerinin üç şahsın elinde olduğunu ve bu şahısların bu ticaretle “Somali’nin en zengin ve en etkili şahısları” haline geldiğini söylüyor. Dahası ise, genelde BM şemsiyesi altında yürütülen yardım kuruluşları aslında hayırsever değil daha çok açlıktan ve yardım programlarından kâr elde eden ve birbirleriyle rekabet eden ticari kuruluşlardır. [xvi] İşte Afrika’yı kendine yeterli gıda üretemez hale getiren, gün geçtikçe gıda ithalatını ve fiyatlarını artıran, açlığı sonsuzluğa dek artıran ve sahip olduğu tüm muazzam hammadde ve mineral kaynaklarına rağmen dünyanın en fakir kıtası olmaya mahkûm eden nedenler bunlardır.
IMF ve Dünya Bankası politikalarının, ülkeleri tam bir çöküşün eşiğine ittiğini gösteren bir başka örnek Lübnan’dır. Ülkede kamu borcu 86 milyar doları geçti ve GSYİH’ye kıyasla dünyada en yüksek borca sahip üçüncü ülke konumuna geldi. “Ülkenin borç oranı, ulusal gelirin (GSYİH) yüzde 152’sine ulaşıyor. Faiz, devletin gelirinin neredeyse yarısını yutuyor.” (BBC 28/10/2019) (BBC 26/11/2019). Yine işsizlik oranını en yüksek seviyelere taşıyarak “35 yaş altındakilerin yüzde 37’sini işsiz” (BBC 16/11/2019) bırakıyor. Siyasi sınıfın halka miras bıraktığı bu ekonomik yıkım karşısında, 17 Ekim 2019’da “WhatsApp uygulamasına yönelik vergi”, Lübnan sokaklarının fitilini ateşledi.[xvii]
Kapitalist politikaların felç edici etkisine ilaveten, Pakistan’nın “Terörle Mücadele” için yaptığı harcamalar doğrudan halkın yarısını gıda güvensizliğine itmiştir. Ayrıca sürekli kesilmekle birlikte her geçen gün pahalılaşan elektriğin, ulaşılması gittikçe zorlaşan bir lükse dönüştüğünü gösteriyor. Zira kamu borçlarının doğurduğu kriz sanayiyi çökertmiş ve çok sayıda insanı işsiz bırakmıştır. IMF paketleri ve politikaları sayesinde hükumet neredeyse tüm gelirlerini kredi borçlarını ödemek için kullanıyor. Hâlihazırda her Pakistanlı erkek, kadın ve çocuk başına 616 Dolar borç düşüyor ki bu GSYİH’nin yarısından fazlasına tekabül ediyor. Buna rağmen Pakistan'ın tüm savunma bütçesi yılda 5 milyar dolar artırılıyor ama eğitime yapılan harcama sadece 465 milyon doları zor geçiyor. IMF borç paketi tüm hükumet sübvansiyonlarını azaltıp nihayet sıfırlamayı ve bununla birlikte yeni vergi zamlarını zorunlu kılıyor. Pakistan'da zenginler ve güç sahipleri hariç neredeyse her şey ve herkes vergilendiriliyor. Zira onlar ya hukuken vergi dışı kalıyorlar ya da yasaları çiğnemenin yolunu buluyorlar.[xviii] İşte geçen yıllarda gaz, elektrik, petrol, sıkıştırılmış doğalgaz, mazot, buğday ve başka temel kalemlerdeki fiyatların fırlaması ve halkın çoğunluğunun alamayacağı kadar pahalanması bundan dolayıdır.[xix] Hal böyle iken, kadınlar nasıl bu yıkımın dışında tutulabilir ki? Pekin Deklarasyonu Kapitalist Toplumların Kapitalizme İnancını Onarma Aracıdır Bu makalenin en başında belirtildiği üzere: “Ekonomi politikaları kapitalizmin ve sömürgeci kapitalist Batılı devletlerin varlığının ve bekasının can damarını teşkil etmektedir.” Hakikaten yoksulluk; kapitalizmin bekasına karşısında gerçekçi ve hissedilebilir bir tehdit oluşturmaktadır. IFS Deaton Review[xx] başkanı Nobel ödüllü İngiliz Profesör Sir Angus Deaton şöyle bir itirafta bulundu: “sadece Amerika'da değil tüm zengin dünyada” görülmekte olan “mevcut eşitsizlikler, demokratik kapitalizmin tehdit altında olduğunun işaretleridir... Sadece Amerika’da değil, tüm zengin dünyada, büyük insan kitleleri sahip oldukları ekonomilerin kendileri için iyi olup olmadığını sorguluyor. Aynı durum siyaset için de söz konusudur.” Batı'da kanaat önderleri ve aktivistler, sürekli kapitalizmin bir sosyal sistem olarak akamete uğradığını, insanlık tarihinin en dehşet eşitsizliği olduğunu ve gezegeni ekolojik olarak bir “ölüm sarmalına” soktuğunu vurguluyorlar.[xxi] Washington Catholic University of America’da (Amerikan Katolik Üniversitesi), tarih profesörü Jerry Z. Muller'e göre:[xxii] “Eşitsizlik kapitalist faaliyetin kaçınılmaz bir ürünüdür, […]artan eşitsizlik ve ekonomik güvensizlik toplumsal düzeni aşındırarak halkın kapitalist düzeni bütünüyle reddetmesine [populist backlash-halkın bir bütün olarak geri tepmesine] yol açabilir.” Dolayısıyla, bugün dünyanın sorunu CİNSİYET EŞİTLİĞİ eksikliği ve kadınların ekonomik kapasitelerinin yetersizliği değil, aksine var olan KAPİTALİST EŞİTSİZLİKTİR!!! Toplumsal cinsiyet eşitliği ile kadının güçlenmesi; gerçeği çarpıtan bir palavradan başkası değildir. Pekin Deklarasyonu ve diğer tüm uluslararası anlaşmalar aracılığıyla teşvik edilen “cinsiyet eşitliği” ve “kadınların güçlendirilmesi” söylemlerinin arkasındaki tek gerçek de budur!
Yoksulluğu Ortadan Kaldırmaya ve Kadınların Üstün ve İzzetli Konumlarını İade Etmeye Giden İslami Yol[xxiii] İslam'ın yoksulluğa bakış açısını en güzel şekilde İslam’ın ikinci Halifesi Hz. Ömer bin el-Hattab (ra)’ın şu sözü özetlemektedir: “Yoksulluk cisim olsaydı onu öldürürdüm.” Bunun gibi çok sayıda ifadeler, İslam’ın yoksulluğa ve açlığa hiçbir şekilde tahammül etmediğini vurgulamaktadır. Allah’ın Rasulü Muhammed (sav); içinde bulunduğu toplum bolluk içindeyken herhangi bir kişinin aç kalabilmesine zerre dahi ihtimal vermeyerek «لَيْسَ الْمُؤْمِنُ الَّذِي يَشْبَعُ وَجَارُهُ جَائِعٌ» “Yanı başındaki komşusu açken tok olarak geceleyen kişi (olgun) Mü'min değildir” demiştir.
Hiç şüphesiz İslam, yoksulluğun ortadan kaldırılmasını bir iman meselesi olarak görmektedir ve yoksulluğu bir kişinin yiyecek, giyecek, mesken, eğitim ve sağlık olarak tanımladığı temel ihtiyaçlarını gidermekten aciz olması olarak tarif etmiştir. Peygamber (sav) her ferdin, kadın olsun erkek olsun, temel ihtiyaçlarının giderilmeye hakkı olduğunu buyurmuştur: «ليس لابن آدم حق في سوى هذه الخصال: بيت يسكنهُ، وثوب يُواري عورتهُ، وجلف الخُبز، والماء» “Bir ev gölgesi, katıksız bir ekmek, avretini örteceği bir elbise ve su dışındaki her şeyde ve bunun fazlasında ademoğlunun hakkı yoktur.” [Tirmizi](Bu hadis; bu üç hacetin insanoğlunun temel ihtiyacı olduğu, bunlardan fazlasının temel ihtiyaç olmadığına dair nastır.)
Bu nedenle, toplumda sadece tek bir erkek, kadın veya çocuk aç olduğu müddetçe, toplumun tümüne, hepsinden önce de devletin yöneticisine, her bir ferdin temel ihtiyaçları tamamen giderilene kadar mücadele etmek farzdır. Bu nedenle İslam; servetin kaynaklarına, servetin doğasına, serveti artırmanın ve dağıtmanın yöntemlerine dair sayısız açık ve net tanımlar getirmiştir. Yoksulluğu kökünden söküp atmayı ve insanın temel ihtiyaçlarının giderilmesini garanti eden mülkiyet hükümleri, para, döviz, altın standardı, riba (faiz), kenz (malın biriktirilmesi), alışveriş ve ticaret, şirketler, ziraat ve arazi ve insan emeği dâhil birçok açık ve etkili hükümler tanımlamıştır. Ancak bu ekonomik sistemin işlemesi, mevcut gayri İslami sistemlerde değil, sadece her bir İslami hükmün kapsamlı bir şekilde tatbik edildiği Nübüvvet Metodu üzere Hilafet Devleti’nde mümkündür. Hizb-ut Tahrir bu hükümlerin her birini kanun olarak, kendisiyle ilintili olan İslami delillerini teferruatıyla açıklayarak Hilafet Devleti’nin Anayasa Mukaddimesi’nde kayıt altına almıştır.[xxiv] Burada İslam’ın ve Hilafet Devleti’nin yoksulluğu ortadan kaldırmak için kullanacağı araçlardan birkaçı tanıtılacaktır:
· Yoksulluğu ortadan kaldırmanın ilk ve en önemli kuralı, servetin etkili bir şekilde dağıtılmasıdır. Zira bu Allah Subhanehu ve Teâlâ'nın bir emridir: ﴿كَىْ لَا يَكُونَ دُولَةًۢ بَيْنَ ٱلْأَغْنِيَآءِ مِنكُمْ﴾ “O mallar, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir servet (ve güç) hâline gelmesin diye (Allah böyle hükmetmiştir).” [Haşr 7]
İslam'ın iktisat nizamı; servetin ve kaynakların bir azınlığın elinde birikmesine izin vermez. Ayrıca kati surette herhangi bir biçimde faize (riba) müsaade etmez. Faizin haram olması, paranın tek yöne doğru akıp toplumun zenginlerinin elinde birikmesine ve devletin başka milletlere borçlanmasına ve böylece ekonomiyi çökertmesine engel olmaktadır. Allah Subhanehu ve Teâlâ şöyle buyurdu: ﴿ٱلَّذِينَ يَأْكُلُونَ ٱلرِّبَوٰا۟ لَا يَقُومُونَ إِلَّا كَمَا يَقُومُ ٱلَّذِى يَتَخَبَّطُهُ ٱلشَّيْطَٰنُ مِنَ ٱلْمَسِّ ذَٰلِكَ بِأَنَّهُمْ قَالُوٓا۟ إِنَّمَا ٱلْبَيْعُ مِثْلُ ٱلرِّبَوٰا۟ ۗ وَأَحَلَّ ٱللَّهُ ٱلْبَيْعَ وَحَرَّمَ ٱلرِّبَوٰا﴾ “Faiz yiyenler, ancak şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Bu, onların, “Alışveriş de faiz gibidir” demelerinden dolayıdır. Oysa Allah, alışverişi helâl, faizi haram kılmıştır.” [Bakara 275]
Bundan dolayı Hilafet asla hiçbir yabancı devletten faizli kredi almayacaktır. İslam; servetin kenz edilmesini (biriktirilmesini) kesinlikle haram kılmıştır, aksine servetin halk arasında dağıtılması için Zekâtı farz kılmıştır. Allah-u Teâlâ’nın şu kavli bir uyarı niteliğindedir: ﴿وَٱلَّذِينَ يَكْنِزُونَ ٱلذَّهَبَ وَٱلْفِضَّةَ وَلَا يُنفِقُونَهَا فِى سَبِيلِ ٱللَّهِ فَبَشِّرْهُم بِعَذَابٍ أَلِيمٍ﴾ “Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda harcamayan kimseleri elim bir azapla müjdele.” [Tevbe 34]
Bugün kapitalizmin insanlığı maruz bıraktığı muazzam eşitsizlik böylece İslam’ın ekonomi politikaları sayesinde bir çırpıda ortadan kalkacaktır.
· Bugün karşı karşıya kaldığımız kötü/arızalı yönetim ve altyapı eksikliği Hilafet devletinde olmayacaktır. Hilafet, felç edici vergilendirme olmadan, devletin köklü bir şekilde yeniden yapılandırılması, kamu ve özel mülkiyetin yeniden düzenlenmesi gibi araçlar sayesinde tarımsal ve endüstriyel gelişmeyi sağlayacak büyük bütçeler oluşturacaktır. · İslam; güçlü bir ağır sanayinin oluşturulmasını, bunun için dünya liderliği seviyesinde araştırma yapılmasını ve dolayısıyla Hilafetin lider konuma getirilmesini emretmektedir. İslam; arazinin mülkiyetini tarımsal olarak işletilmesine bağlayarak tarım arazilerinde yabancı mülkiyeti ve zirai işlemlerde ağır vergilendirmeyi ortadan kaldıracaktır. Bu şekilde gıda güvenliğinde muazzam bir artış elde edilecek ve Ümmet yüzyıllarca İslami yönetim ile tattığı refaha yeniden kavuşacaktır. Hilafet; ekini önceleyerek vatandaşlarının temel gıda ve giyim ihtiyaçlarının tamamen karşılanmasını hatta ihraç etmek üzere ihtiyaç fazlası üretimi de temin edecektir. Yine meraları güçlendirerek hayvancılıkta artış sağlayacaktır. · Bir kişinin metruk/ölü bir araziyi üretime kazandırması (ihya etmesi), o kişinin ona sahip olmasını sağlar. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle demiştir: «مَنْ أَعْمَرَ أَرْضًا لَيْسَتْ لأَحَدٍ فَهْوَ أَحَقُّ» “Kim ölü bir araziyi canlandırırsa o onun olur.” Ayrıca Şeriat; arazinin değerlendirilmesini, yani işletilmesini şart koşmaktadır. Eğer arazi 3 yıldan uzun bir süre işletilmezse, devlet o araziyi kişinin elinden alır ve işletecek olan başkasına verir. Bu hükümlerle İslam dünyasının tarımsal manzarası kökten değişecektir. Örneğin Afrika, Halife Ömer bin Abdülaziz döneminde bugünkü gibi dünyanın en fakir ve en aç bölgesi olmaktan çok uzaktı çünkü Halifeler İslam dininin hükümleri ve ilkeleri dışında hiçbir şey tatbik etmemişlerdi. Halife Ömer bin Abdülaziz döneminde valilik yapan Yahya bin Said şöyle anlatıyor: “Ömer bin Abdülaziz beni Zekâtı toplamaya Afrika'ya gönderdi. Zekâtı topladıktan sonra fakir fukaraya dağıtmak istedim. Ancak dağıtacak fakir bulamadım. O dönem Ömer bin Abdülaziz herkesi zengin etmişti. Nihayet zekâtı köle satın alıp kurtarmak için kullanmaya karar verdim.” [xxv] · Hâlihazırda elektrik, kömür, petrol ve doğal gaz kapitalist özelleştirme yüzünden ya çok pahalı ya da çoğu zaman mevcut bile değil. İslam'ın iktisat nizamı enerji ve su kaynaklarını özel mülkiyetten çıkarıp tekrar kamu mülkiyeti yapacak, bundan elde edilen gelirler tüm vatandaşların yararına kullanılacaktır. Bu şekilde hem enerji hem temiz su daima mevcut ve hazır ve çok ucuz olacaktır. Çünkü hiçbir enerji türüne hiçbir şekilde fiyatları yükselten herhangi bir vergi veya ücret tatbik edilmeyecektir. Nitekim Nebi SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle demiştir: «الْمُسْلِمُونَ شُرَكَاءُ فِي ثَلاَثٍ فِي الْمَاءِ وَالْكَلإِ وَالنَّارِ» “Müslümanlar üç şeyde ortaktırlar; su, mera ve ateş.” · İslam'da ne gelir vergisi ne satış vergisi vardır çünkü aslolan özel mülkün dokunulmazlığıdır. Vergi sadece ihtiyaç fazlası miktardan - temel ihtiyaçların ve örfe göre lüks ihtiyaçların karşılanmasından sonra artan kısımdan - ve çok kısıtlı koşullarda alınır. Yine araziden elde edilmesi beklenen mahsulün bir kısmı arazi sahibinden haraç vergisi olarak alınır. Bu düşük vergi sistemi fertlerin üzerinden ağır vergi yükünü etkili bir şekilde kaldırdığı gibi, girişimciliği, yatırımı ve servet üretimini teşvik ederek istihdam olanaklarını da artırmaktadır. Bunu mümkün kılan ise, Hilafet'in kamu ve devlet mülkiyetinden bol ve yeterli gelirlere birlikte ziraat ve sanayiden bol gelir oluşturacak mekanizmalara sahip olmasıdır. · Beldelerimizde hiç durmadan artan enflasyon IMF, Dünya Bankası ve diğer kâfir sömürgecilerin dayattığı yüksek faizli kredilerden ve Şeriat'ın emrettiği şekilde altın ve gümüşe dayalı olmayan, sürekli değer kaybeden para sisteminden kaynaklanmaktadır. Hilafet Devleti'nin parası altın ve gümüş olup enflasyonu kökünden kazıyacaktır. Hilafet ayrıca altın ve gümüşe bağlı kendi para birimini de çıkartacaktır fakat bu para hiçbir şekilde yabancı dövizle ilişkili olmayacaktır. · Ferdî ihtiyaçların teminine ilaveten, eğitim ve sağlık hizmetleri gibi, yüksek kaliteli anne ve bebek sağlığı hizmetleri gibi, kamu hizmetlerini de her vatandaşı için ücretsiz olarak yerine getirmek Hilafetin üzerine farzdır. Böyle olunca fertler, bugün olduğu gibi, gelirlerinin büyük bir kısmını böylesi temel ihtiyaçlar için harcamak zorunda kalmayacaklar. · Çalışma gücüne sahip olan erkek kendi ihtiyaçlarını gidermek için çalışmak zorundadır. Kadınlara gelince, istedikleri takdirde çalışabilirler ve meslek sahibi olabilirler. Ancak, kadınların maddi geçimi –sahip olduğu servet ve gelir ne olursa olsun- ailenin çalışma gücüne sahip erkeklerinin, onların olmadığı yerde de devletin üzerine farzdır. Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmuştur: «مَنْ تَرَكَ مَالاً فَلأِهْلِهِ وَمَنْ تَرَكَ دَيْنًا أَوْ ضَيَاعًا فَإِلَيَّ وَعَلَيَّ» “Kim bir mal bırakırsa onun ailesine aittir. Kim de bir borç veya iyal bırakırsa bana aittir ve benim üzerimedir.” Erkeklerin ailelerinin geçimini yeterince sağlayabilmeleri için istihdam olanakları sağlamak, Hilafetin üzerine farzdır. Ayrıca geçimini sağlamak ve kendi kendine yeterli hale gelebilmeleri için gerekli olan eğitimi, tahsili ve gerektiğinde kendi iş yerini kurmak için lazım olan fonları da sağlamak zorundadır. [Anayasa Tasarısı, Madde 153 ve sonrası] · Hilâfet İslam beldelerini İslam'ın hâkim olduğu eski günlerdeki gibi refaha ve bolluğa kavuşturacaktır. Rasulullah (sav)’in bu sözleri Hilafetin sorumluluklarını ve farziyetlerini bildiren delilden ziyade bir müjde niteliğindedir: «الإِمَامُ رَاعٍ وَهُوَ مَسْئُولٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ» “İmam Râîdir ve Raiyyesinden Mes`uldür.” Sonuç olarak, BM Pekin Deklarasyonu'nun “Yoksulluğun Kadınla Özdeşleşmesi” iddiası ile toplumsal cinsiyet eşitliğini ileri sürerek yoksulluğu ortadan kaldırması mümkün olmadığı gibi, kapitalizmin kendi bekasını ve kendi halklarının kapitalist yaşam tarzına olan inancını kurtarmak için çaresiz çırpınışlarından başka bir şey değildir. Zira dünyada milyonlarca kadını kıskacına alan ağır yoksulluğun ana sebebi kapitalist sistemin kendisidir. Dolayısıyla bu deklarasyonda belirtilmiş olan tüm stratejik hedefler ve eylemler yoksulluk sorununu çözemeyip akamete uğrayacaktır. Kadınları, erkekleri ve çocukları içinde bulundukları ekonomik zorluklardan ve fakirleşmekten kurtaracak sahih ve güvenilir bir yola sahip olan ancak İslam nizamını tatbik eden Hilafet devletidir. [i] https://beijing20.unwomen.org/~/media/Field Office Beijing Plus/Attachments/BeijingDeclarationAndPlatformForAction-en.pdf [ii] https://www.unwomen.org/.../economic.../facts-and-figures... [iii] http://www.unece.org/beijing25.html [iv] https://www.worldbank.org/en/topic/poverty/overview [v]https://www.theguardian.com/.../world-26-richest-people... [vi] https://monthlyreview.org/.../capitalism-has-failed-what.../ [vii] https://www.povertyusa.org/facts [viii]https://www.usatoday.com/.../cities-hit.../528514002/ [ix] https://fullfact.org/.../uk-sixth-or-ninth-richest-country/ [x]https://wbg.org.uk/.../dwp-data-reveals-women-continue.../ [xi] https://www.endhungeruk.org/.../heat-eat-choice-no-one-make/ [xii]https://www.trusselltrust.org/.../working-people-at-food.../ [xiii] (Endless Appetites: How the Commodities Casino Creates Hunger and Unrest; Alan Bjerga, Bloomberg News, New Jersey, 2011) [xiv] (Land to Investors: Large-scale Land Transfers in Ethiopia, Dessalegn Rahmato, Forum for Social Studies, Addis Abeba, 2011) [xv] Mordshunger: Wer profitiert vom Elend der armen Länder? | Jean Feyder, Westend Verlag, Frankfurt/Main, 2014 [xvi] https://www.dw.com/en/the-business-of-famine/a-15514858 [xvii]http://www.hizb-turkiye.com/index.php?p=soruCevap... [xviii]https://www.nytimes.com/.../07/19/world/asia/19taxes.html... [xix]http://www.khilafah.com/a-radical-approach-to-pakistans.../ [xx] IFS Deaton Review, a comprehensive five-year study of inequalities in society funded by the Nuffield Foundation, that will draw on a range of diverse perspectives to understand inequalities in income, wealth, health, social mobility, political participation and more. [xxi] George Monbiot, “The Earth Is in a Death Spiral. It will Take Radical Action to Save Us,” Guardian, November 14, 2018; Leonid Bershidsky, “Underemployment is the New Unemployment,” Bloomberg, September 26, 2018. [xxii]https://www.foreignaffairs.com/.../capitalism-and-inequality [xxiii] İslam'da Ekonomi Politikaları hakkında detaylı kaynaklar: İslam'da İktisat Nizamı; Takiyyuddîn en-Nebhânî, Köklü Değişim Yayıncılık Economic Crises: Their Reality and Solutions from the Viewpoint of Islam Sheikh Ata’ Bin Khalil Abu Al-Rashtah Anayasa Mukaddimesi veya Esbab-ı Mucibesi - İkinci Bölüm - (İktisadi Nizam, Öğretim Siyaseti ve Dış Siyaset), Hizb-ut Tahrir Neşriyatından Pakistan’s Economy under the Khilafah by Hizb ut Tahrir / Wilayah Pakistan (http://www.hizbut-tahrir.org/.../PK_Revival_of_the...) [xxiv] http://www.hizb-uttahrir.info/.../Hilafet_Devleti_Anayasa... [xxv] İbn Abd Hakem, Abdullah (1994), Adil Halife Ömer bin Abdülaziz: Khamis al-Khulafa al-Rasyidin. Dar al-Fadilat, Kaherah 78