KADININ KIRILGANLIĞI YARATILIŞINDANDIR
25 Şubat 2020

KADININ KIRILGANLIĞI YARATILIŞINDANDIR

Toplumun en küçük yapı taşı olan aile; kadın, erkek ve çocuklardan oluşmaktadır. Bir arada yaşayan aile fertlerinin de bir nizama ve birlikte yaşarken karşılaştıkları problemleri çözebilecekleri kurallara ihtiyaç duymaları kaçınılmazdır. Kadın ve erkek olarak iki cinste yaratılan insanın, yaratılıştan gelen bazı özellikleri vardır. Bu özellikleri doğru algılamak ve yorumlayabilmek, elbette ailenin devamlılığı açısından büyük bir önem arz etmektedir. Evlilik çağına gelen fertlerin ilk önce evlilik ile ilgili kendilerine düşen görev ve sorumluluklarını iyi öğrenmeleri gerekmektedir. Sadece karşı tarafın görevlerini yapmasını beklemek, evliliğin sağlam bir temele oturmasını olumsuz etkiler. Evlilik kararı veren kadın ve erkek, Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın kendilerine yüklediği görev ve sorumluluğu bilirse, karşı taraftan neleri bekleyeceğini daha net bir şekilde kavrayabilir.

Günümüzdeki en büyük aile problemleri, aile fertlerinin birbirlerini anlayamamasından veya yanlış anlamasından kaynaklanmaktadır. Gerek batının Müslüman aile yapısını bozmaya yönelik tuzakları gerekse Müslümanların İslami fikirden uzaklaşmaları bu problemleri gün geçtikçe daha da büyük bir düğüme dönüştürmektedir. Bu konuda evlilik danışmanları, psikologlar, aile danışmanları, yazarlar vb. pek çok yazılar yazıp önerilerde bulunmaktadırlar. Ancak bu önerilerin Müslüman aile yapısının dinamikleriyle örtüşmediği ve hatta taban tabana zıt olduğu toplumdaki boşanma oranlarından görülmektedir.

Türkiye’de Müslüman aile yapısı üzerinde meydana gelen sarsıntılar, gün geçtikçe daha ciddi sorunların ortaya çıkmasına ve daha büyük yıkımların oluşmasına neden olmaktadır. Üzerimize uygulanan kapitalist nizamın getirdiği batıl fikirler, sosyal medyanın yaygın ve yanlış kullanımıyla aile düzeni hızla bozulmaktadır. Sosyal medya aracılığıyla kişilerin, mahremiyetlerini ortaya dökmeleri sağlanarak aile yapısı teşhir edilmektedir. Artık Müslüman aileler, İslam’ın hükümlerini ve görüşlerini doğru bir şekilde anlamakta zorlanmaktalar. Ailenin temelini oluşturan kadın ve erkeğin münasebetlerini, fıtratı göz ardı ederek sorunları batıl fikirlerle çözmeye kalkışmak, akıntıya karşı kürek çekmek gibidir. Kadın ve erkeğin fıtratına uygun çözümleri; şeri hükümler en hassas detaylarıyla insanoğluna bildirilmişken çözümün insan kaynaklı fikirlerle bulunamadığı gözler önündedir.

Allah Subhanehu ve Teâla şöyle buyurmaktadır: يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ ذَكَرٍ وَاُنْثٰى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَٓائِلَ لِتَعَارَفُواۜ “Ey insanlar biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık. Tanışasınız diye sizi kabile ve halklara ayırdık”. (Hucurat 13)

İnsani özellikleri açısından kadın ve erkek arasında bir fark yoktur. İnsan neslinin devamı, kadın ve erkeğin birlikteliğine ve toplumda beraber yaşamalarına bağlı kılınmıştır. Bu ilişkilerde Allah korkusu ve takva hâkim olmalıdır. Ancak kadın ve erkek arasında fıtrattan kaynaklanan bir takım farklılıklar vardır. Erkek; rızık temini, ailesinin güvenliğini sağlamak vb. evin dışındaki işleri halletmekle mesuldür. Kadın ise evin içindeki işleri yapmak, çocuklarının bakımıyla ilgilenmek vb. işlerden mesuldür. Bir ailede erkeği dış işleri bakanı, kadını da içişleri bakanı gibi düşünebiliriz. Bu sorumluluklar her ikisinin de fıtratına uygundur.

Kapitalist sistem tarafından özellikle İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlüğe girmesiyle kadın daha çok aile dışına itilmek istenmektedir. Buna yönelik teşvikler günden güne artmaktadır. Günümüzdeki anlayışla kadının her işi yapabileceği iddiası, aslında kadına verilen bir özgürlük değil, haksızlık ve zulümdür. Kadın yaratılışı gereği narindir, kırılgandır, duygusaldır, hassastır, korunmaya muhtaçtır. “Kariyer de yaparım çocuk da” sloganı ise kadını korunaklı kalesi olan evinin dışına çıkarmak için uydurulmuştur. Çalışan ve çocuğunu; babaanne, anneanne ya da bakıcıya, kreşlere, özel okullara gönderen annelerin pek çoğunda evladına gereğince annelik yapamayışının yürek acısı ve pişmanlığı vardır. Yıllar öncesinde çalışan bir annenin; “sabah erkenden işe gitmek zorunda olduğum için çocuklarımı giydirip okula giderken peşinden bakamadım” ifadesi beni oldukça etkilemişti. Oysa ne kadar sıradan ve basit bir vakıa değil mi? Bir anne çocuğunun peşinden bakmaya, onu okula yolcu etmeye bile hasret kalabiliyor. Çünkü annelik duygusu kadının fıtratında vardır. Böyle bir konu babanın aklına bile gelmeyebilir. Ancak baba da evin rızkını temin edememek gibi konuları kendine dert eder. Zira geçtiğimiz günlerde, Hatay’da “çocuklarım aç” diye bir babanın kendini yakması da buna acı bir örnektir.

Hz. Ali ve Hz. Fatıma Radiyallahu Anhuma ile ilgili olarak Nebi SallAllahu Aleyhi ve Sellem’den şöyle rivayet vardır: “Kızı Fatıma RadiyAllahu Anha’ya ev işlerini ve hizmetini verdi. Ali RadiyAllahu Anh’a ise evin haricindeki işleri verdi”. Yine Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Kadın bir kaburga kemiği gibidir. Kadın bir kaburga kemiğinden, bir eğri kaburga kemiğinden yaratıldı, onu doğrultmaya kalkarsan kırarsın, kırılması da boşanmasıdır."(Müslim, Reda 64; Nesai, Nikah 15; Ahmed b. Hanbel, II/168)

Burada eğri kaburga kemiği, iki cins arasındaki farklılığa işaret etmekle beraber, erkekle kadın arasındaki tabiat uyumsuzluğuna ve kadınların erkekleştirilmeye kalkışılması, onları kırıp atmak demek olduğuna dair uyarı içeren bir misaldir. Kadınlara iyilik ve sabırla, onları kırmadan, incitmeden muamele edilmesi konusunda da uyarı niteliğindedir. Üstelik kadın, erkeğe Allahu Teâla’nın bir emanetidir. Emanetin zarar görmemesi için çok güzel muhafaza edilmesi gerekmektedir. Rasul Sallahu Aleyhi ve Sellem: "En hayırlınız kadınına karşı hayırlı olandır." diye buyurmaktadır. Allah Celle Celalihu ise ayeti kerimede şöyle buyurmakta: وَعَاشِرُوهُنَّ بِالْمَعْرُوفِۚ “Kadınlarla iyi geçinin.” (Nisâ sûresi, 19)

Kadınlarla iyi geçinmek için önce onlara güzel ve tatlı söz söylemek, sonra da elden geldiğince iyi ve nazik davranmak gerekir. Peygamber Efendimiz’in ortaya koyduğu ölçüye göre insanların en hayırlısı, aile fertlerine, eşine karşı iyi davrananlar, onlarla iyi geçinenlerdir. Bu ölçüyü iyice pekiştirmek isteyen Resûl-i Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), aile fertlerine en iyi davranan kimsenin kendisi olduğunu belirtmiştir. (Tirmizî, Menâkıb 63; İbni Mâce, Nikâh 50). Resûlullah Efendimiz, hanımlarıyla gülüp şakalaşmıştır. Akşamları zaman zaman hanımlarından birinin evinde diğer eşlerini de toplayıp onlarla birlikte yiyip içmiştir. Hz. Âişe ile bilindiği kadarıyla yarışlar yapmış, Habeşlilerin gösterilerini seyretmeye onu dâvet etmiştir. Hatta zaman zaman hanımlarının kaprislerine katlanması, ayeti kerimede tavsiye edilen iyi geçimin en güzel örneklerindendir. Kadınlara iyi davrananların değerli kişiler, kötü davrananların ise âdî kimseler olduğu; insanın evinde çocuk gibi, fakat dışarıda erkek gibi davranması gerektiği ortaya konulmuş olan İslami ölçülerdir.

Kadının görev ve sorumlulukları, erkeğin görev ve sorumluluklarından yaratılışı gereği farklılık göstermektedir. Kadına “özgürlük” ve kendi ekonomik gücünü eline almak adına erkek işlerini yüklemek, zulüm, haksızlık ve kadını erkekleştirmeye yönelik bir davranıştır. Oysa hayatın yükünü kendi kapasitesinin üstünde yüklenen kadın, daha çok yıpranmakta ve ezilmektedir. Kadının naif yapısı sertleşmekte ve deformasyona uğramaktadır. Sosyal medyada ve TV kanallarında her gün aile yapısını bozan programlar, diziler ve reklamlar maalesef buna çanak tutmakta, halk tarafından bilinçsizce takip edildiği için reyting rekorları kırmaktadır. Özellikle kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetle mücadele amacıyla hazırlanan Avrupa Konseyi sözleşmesi (İstanbul Sözleşmesi) imzalandıktan sonra, bu tür programlar daha da artmıştır. Türkiye, 12 Mart 2012’de sözleşmeyi onaylamış ve 1 Ağustos 2014’te de yürürlüğe koymuştur. Bu sözleşme, Müslüman aile yapısının temellerine yerleştirilmiş bir dinamittir. AB Uyum Yasaları adı altında Müslümanlara, şahsiyetleriyle bağdaşmayan bir aile anlayışı dayatılmaktadır. Müslümanların aile yapısı, Avrupa tarzı düzenlemelerle kadın ve erkeği birbirine düşüren bir yapıya dönüştürülmektedir. Her ne kadar Avrupa Konseyi, İstanbul Sözleşmesi’ni “Kadına yönelik şiddeti ve ev içindeki şiddeti önleme” üzerine kurduğunu iddia etse de günden güne artan şiddet olayları, bunun tam tersini göstermektedir. Bu sözleşmeyle kadın istismar edilmekte, korunaklı kale olan ailesinden çıkarılıp ifsat edilmektedir. İslami aile yapısının temeli sevgi, saygı ve yardımlaşma ile atılmışken, bu anlaşma ile kadınların erkekler üzerine hâkimiyet kurması teşvik edilmiştir. Oysa İslam’da evin reisi erkektir. Müslüman kadın ve erkek aile işlerini birbirlerine destek olarak yardımlaşma ile yürütmeye çalışırken, bu anlaşma ile birbirlerine rakip ve hatta düşman olabilmektedirler. Kadın; narin, nazik, kırılgan, duygusal, hassas yaratılmıştır. Erkek gibi güçlü, sert ve kaba olması beklenemez. O yüzden erkeğin yaptığı işleri yapması ona ağır gelecektir.

Aile ve kadın konusundaki araştırma ve kitaplarıyla tanınan Sema Maraşlı’nın, “İstanbul Sözleşmesi’nin imzalandığı gün “İstanbul Bizans’a geçmiştir” sözü de durumu çok güzel özetliyor. Aile ve nesil ancak İslam ile korunur. Bizler de Köklü Değişim Kadın Kolları olarak pek çok ilde bu konularda halkı bilinçlendirmek ve batılıların tuzağına düşmemek için uyanık olmaya davet etmek amacıyla eş zamanlı paneller, konferanslar düzenlenmekteyiz. İstanbul Sözleşmesi ile kadının aile yapısındaki yerini değiştirmek isteyenlere karşı, kadınları uyandırmak Müslüman aile yapısını muhafaza etmek açısından elzemdir.