Dilimize Arapçadan geçmiş olan izzetinefis kelimesi; büyüklük ve saygınlık manasındaki izzet kelimesiyle, kişinin kendi öz varlığı manasındaki nefis kelimesinin birleşimiyle oluşmuştur. Nefis; insanın içindeki olumsuz duyguların, isteklerin ve kötü fiillerin sebebi olarak ta anlamlandırılmaktadır. Allah-u Teâlâ ayetinde Yusuf’tan (as) bahsederek bize nefsin kötülüğünü bildirmiş:
وَمَٓا اُبَرِّئُ نَفْس۪يۚ اِنَّ النَّفْسَ لَاَمَّارَةٌ بِالسُّٓوءِ اِلَّا مَا رَحِمَ رَبّ۪يۜ اِنَّ رَبّ۪ي غَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴾ ﴿ “Yine de ben nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis, Rabbimin acıyıp koruması dışında, daima kötülüğü emreder; şüphesiz Rabbim çok bağışlayan, pek esirgeyendir.” [Yusuf 53]
Nefis için haramları terk etmek; memleketi, çoluk çocuğu veyahut anne babayı terk etmekten daha zordur. Zira günümüzde insanlar haramları işlerken bunu yapmaktan hayli zevk alır hale geldiler. Hilafetin kaldırılışıyla İslami yaşantıdan uzaklaşan insanlar hayatlarının merkezlerine nefislerini aldı ve haramları işlemeye, işledikçe de hoş görüp sevmeye başladılar. Oysa Peygamberimiz (sav) şöyle buyurdu:
وَالمُهَاجِرُ مَنْ هَجَرَ مَا نَهَى اللَّهُ عَنْهُ»» “…Gerçek muhacir, Allah’ın yasakladıklarını terk edendir.” [Buhari, İman, 4]
Muhacir, hasetten, fitneden, münkerden; iyiliğe, sevgiye, hoşgörüye, marufa hicret edendir. Muhacir olabilmek, nefsimizi öldürmekle değil, aksine ona helalleri sevdirmekle mümkündür.
Vahyin ilk muhatapları olan Sahabe Efendilerimiz (ranhum), cahiliyenin kötülüklerinden kendilerini İslam ile arındırarak ilk hicretlerini yaptılar. Kur’an’ı yaşayarak onun muhafızı olan saadet iklimi sahipleri, günümüzden daha az imkânları olmasına rağmen pek çok şeylerini Allah için feda ettiler ve Allah’ın (svt) razı olduğu kullar zümresine katıldılar. Bugün ise insanlar haramları işlemek için, faize, zinaya, alkole, münker olan şeylere kavuşmak için her şeylerini feda eder hale geldiler. İşte nefislerini Allah (svt) için öldüren yiğitlerin hayatlarından birkaç örnek:
-Musab Bin Umeyr (ra), çok varlıklı bir aileye sahip olmasına, hatta dönemin en yakışıklı, bakımlı ve giydiği ipek elbiseleri bir daha giymeyecek varlığa sahip bir kimse olmasına rağmen İslam ile nefsini korudu ve ilk öğretmen olma şerefine nail olarak Yesrib’e Medine İslam Devleti’nin tohumlarını ekti..
-O günkü zor şartlar altında ya unuttuğu bir hadisi hatırlamak, ya unuttuğu bir kelimeyi iyice sağlamlaştırmak, ya şüpheye düştüğü bir hadisi teyit etmek, ya da bilmediğini öğrenmek maksadı ile şehirler, ülkeler, coğrafyalar aşan Sahabilerden birisi olan Ebu Hureyre (ra), fırıncı iken karın tokluğuna yaptığı fedakârlıktan biriydi Rasulullah’ın (sav) mirasını taşıma, koruma arzusu.. O da diğer Sahabiler gibi nefsini değil İslam’ın arzularına tabi olmayı ve onu anlamayıp yaşamayı seçmişti.
İslam’la şereflenen vahyin ilk muhatapları, bir hüküm geldiğinde anında uygular ve bir daha onu yapmaktan nefislerini alıkoyarlardı. Alkolün haram kılınması, tesettürün farz olması, ipek ve altının erkeğe haram olması, faiz ve kan davasının kaldırılması gibi olaylar karşısında Onlar (ranhum) bu amelleri duydukları ilk anda hükmünü uyguladılar ve bir daha o amelleri işlemekten imtina ettiler.
Ashab-ı Kiram, her zaman Rasulullah’ın (sav) yanında olmuş, kendi nefislerinden önce O’nu (sav) sevmiş, düşünmüş ve kendi canlarından önce Peygamberimizi (sav) korumuşlardır.
Hz. Ömer (ra) ile Efendimiz (sav) arasında geçen şu konuşmaya bakın: Hz.Ömer (ra): “Ya Resulallah! Seni çok ama çok seviyorum.” dedi. Efendimiz (sav) Ömer’e (ra) doğru döndü ve dedi ki: “Babandan ve annenden daha mı çok?” Ömer (ra): “Evet, Ya Resulallah!” dedi. Efendimiz (sav): “Evladından ve eşinden daha mı çok?” diye sordu. Ömer(ra): “Evet, Ya Resulallah!” dedi. Bu sefer Efendimiz (sav): “Malından ve mülkünden daha mı çok?” diye sordu. Ömer (ra) yine: “Evet, Ya Resulallah!” dedi. Efendimiz (sav) devam etti: “Peki, nefsinden ve canından daha mı çok?” Efendimizin (sav) sorusu karşısında Hz. Ömer (ra), hiç tereddüt etmeden: “Hayır, Ya Resulallah! Sizi nefsimden ve canımdan daha çok sevmiyorum.” dedi. Abdullah b. Hişam rivayete devam ediyor: “Efendimiz (sav), Ömer’in (ra) bu cevabı karşısında, anında elini bıraktı: “Olmadı Ey Ömer, olmadı! Eğer ben sana nefsinden bile daha sevimli olmazsam kâmil bir imana ermiş olamazsın.” dedi. Bir müddet sonra Hz. Ömer (ra) yine Efendimizin huzuruna gelerek büyük bir coşku ve seda ile: “Ya Resulallah! Vallahi, seni nefsimden ve canımdan daha çok seviyorum.” dedi. Bunun üzerine Efendimiz (sav): “Evet, şimdi (gerçek iman) oldu Ey Ömer! Şimdi…” dedi. [Buhari, Kitabü’l-İman ve’n-Nüzûr, 3]
Sevgi olduğu zaman yapılan her işin kıymeti ve ona olan meyil artar. Kâinatın en kıymetlisi olan Rasulullah’ı (sav) kendi nefsimizden dahi çok sevmek, O’nun (sav) sünnetini yaşamak için bizlerin her şeyden evvel yapması gereken husustur.
Nefsi öldürmek, insanın öz benliğine hakarettir. Nefsi öldürmek bugün her şeyden el-etek çeken, bedenine eziyet eden, mağaralara sığınan, hakkı söylemekten vazgeçenler olmak demektir. Oysa nefsin alametini Allah-u Teâlâ bizlere bildirmiştir:
وَنَفْسٍ وَمَا سَوّٰيهَاۙ ﴿ فَاَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوٰيهَا قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰيهَاۙ ﴾ وَقَدْ خَابَ مَنْ دَسّٰيهَاۜ
“Nefse ve onu (insanın özü olarak) şekillendirip düzenleyene; Ona kötü ve iyi olma (takvalı olma ilhamını) kabiliyetlerini verene! Nefsini arındıran elbette kurtuluşa ermiştir. Onu arzularıyla baş başa bırakan da ziyan etmiştir.” [Şems Suresi / 7-10]
Nefsini kötülükle harmanlayanların örnekleri her daim bizler için ibretlik olmuştur. Kardeşi Habil’i öldüren Kabil, Kıskançlıklarıyla Yusuf’u (as) kuyuya atan abileri, Kin ve kibirleri yüzünden iman etmeyen Ebu Leheb, Ebu Cehil, Karun, Firavun, Nemrut ve nice nefsini kötülük üzere terbiye edenler...
Müslümanların hayatındaki tek ölçüsü Allah’ın (svt) kitabı ve Rasulullah’ın (sav) sünnetidir. Allah’a (svt) ve Rasulü’ne (sav) itaatle iyiliğe, takvaya ulaşır, kurtuluşa erenlerden oluruz.
İzzetinefis olmak, fıtratımıza uygun bir yaşam sürmektedir. Allah-u Teâlâ ise bizleri İslam fıtratı üzere yaratmıştır. (Rum Suresi-30) Fıtrat gereği bir şeyleri sever, sevdiklerimiz neticesinde ya o ya da onun gibi oluruz, sevdiğimiz şeylere de meylimiz sürekli artar. Hatalarımızı sevmekten ziyade pişmanlıkla tevbe etmek bizler için en doğru olandır:
«كُلُّ ابْنِ آدَمَ خَطَّاءٌ وَخَيْرُ الخَطَّائِينَ التَّوَّابُونَ » “Her insan hata eder. Hata işleyenlerin en hayırlıları tevbe edenlerdir.” [Tirmizî, Kiyâme, 49]
Müslümanların kalbinde de, hayatında da yer alması gereken sevgi, ancak Allah’ı razı edecek nitelikte olmalıdır. Zira sevginin gereği olarak yapılan ameller hayatımıza da sirayet eder. Yolumuzu Kur’an ve Sünnetin ışığında belirlersek nefsimize karşı da izzeti (saygı) seçer, hayatımızı da kolaylaştırırız. Yolumuzun rehberi, Allah Rasulu’dür.(sav) İzzetin tek kaynağı da İslami kimliğe sahip olmak ve bu kimliğimizi korumaktadır. Zira bizim hareketimiz, mesuliyet hareketidir. Davamız hayata uymak değil, hayatı Hakk'a uydurmaktır…
وَمَنْ يُطِعِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَيَخْشَ اللّٰهَ وَيَتَّقْهِ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَٓائِزُونَ﴾ ﴿ “Kim Allah’a ve Rasûlü’ne itaat eder, Allah’tan korkar ve O’na karşı gelmekten sakınırsa, işte onlar ebedî başarı ve mutluluğa erenlerin tâ kendileridir.” [Nur 52]
Hatice YİĞİT