İzmler Çalıştayı Konuşmacı Metinlerinden Kesitler-1
06 Şubat 2019

İzmler Çalıştayı Konuşmacı Metinlerinden Kesitler-1

HÜMANİZM Hümanizm, 14. yüzyılda İtalya'da doğan, insanı evrende tek ve en yüce değer sayan, insanı geliştirme ve yüceltme amacını güden düşünüştür. Sorunların sadece insan ile çözülebileceğini savunan bu görüşte insan tek ölçü olarak kabul edilir böylece din ve yaratıcı kavramları devre dışı bırakılır. Bu düşüncenin doğuşunda, kilise ve devlet baskısına dayanan Ortaçağ zihniyetine karşı özgür olma düşüncesi yatmaktadır. Ortaçağda kilise karşısında değerini kaybeden insana Rönesans dönemiyle beraber hak ettiği değeri vermek isteyen filozoflar, insanı her şeyin ölçütü olarak kabul etmişlerdir. Hümanistler dünyayı ve insanı ikinci plana itmiş, onu tümüyle doğaüstü bağımlamış olan Hıristiyan ahlâkından yavaş yavaş kopmaya ve insandaki yetenekleri yücelterek onu doğada özgür ve yarınını daha iyi kuracak biçimde güçlü bir varlık saymaya başladılar. Aydınlanma Çağı düşünürleri evrenin bazı temel kurallara bağlı kalarak yaşadığını, insanın akıl yoluyla bu kuralları kavrayabileceğini ve bunun sonucunda da bilgiye, özgürlüğe ve mutluluğa ulaşacağına inanmaktaydılar. Bu düşüncelerinde ise bilimin rolü büyük olmuştur. İlhamını Allah'tan alan ahlak, bilim, doğa, insan, devlet ve hukuk değil onun yerine insanın kendisinden ilham alan bir hayat felsefesi benimsenmiştir. Ayrıca belli bir zamanı, mekanı, toplumu ya da insanı ele almadığı için evrensel bir akım olarak kabul edilir. Bu sebeple hümanistler millî değil, evrenselcidir. İnsana doğanın bir parçası gözüyle bakan hümanistler sadece insanın değil tüm canlıların ve doğanında iyiliğini düşünürler. Kanunlara ya da ahlak kurallarına karşı çıkmasalar da bunlarda da sadece insanın belirleyebileceğine inanırlar. Ahlak anlayışlarını mantığa dayandırsalar da kendi aralarında da fikir ayrılığına düştükleri birçok konu vardır. Örneğin; ötenazi, kürtaj meselesi, ölüm cezası ya da vergilendirme sistemi… İşte bu konular da ise taban tabana zıt görüşler savunabilmekteler. Sonuç itibariyle insan kendi aklıyla hüküm vermeye çalıştığında mutlaka ihtilaflar olacaktır. Hümanizm ve ahlak konusunda ise birtakım ciddi sorular ortaya çıkmaktadır. Bunlardan ilki ve en önemlisi “ Tanrı olmadan iyilik olabilir mi? ” sorusudur. Hayatın merkezine koydukları insanın etik değerler belirlenirken de önemli bir çizgi olduğunu mesela insan açısından dünya üzerindeki gelişmelerin dikkate alınması gerektiğini savunurlar ve dinin ya da siyasetin hazır olarak verdiği ahlaki kuralları kabul etmezler. Bu görüşü savunurken de şunu sorarlar: “ Bir şey Tanrı yanlış bulduğu için mi ahlaki açıdan yanlıştır yoksa yanlış olduğu için mi Tanrı doğru bulmuyor?” bu soruya İslam ‘Allah’ın hayır dediği hayır, şer dediği şerdir’ şeklinde cevap verirken, hümanizm tam aksini iddia etmiştir. Hümanizm bireyin doyuma ulaşması için insanlık idealleri uğruna çaba sarf etmesi gerektiğini iddia eder. İnsanların problemlerinin acımasızlıktan uzak bir şekilde karşılıklı özen ile çözülebileceğini söyler. Hümanistlerin birçoğu ya ateisttir ya da agnostiktir. Yani yaratıcının varlığından şüphe ederler. Dolayısıyla ölümden sonra bir hayat olduğuna da inanmazlar. Laikliğe ve demokratik düşüncelere sıkı sıkıya bağlıdırlar. İşte hümanizmin insancılık ya da insancıllık olarak adlandırılmasının altında bu düşünceler vardır. Tek merci olarak kabul edilen insan, bu dünyanın hem kural koyucusu hem de kanunların yürütücüsüdür. Etik ve ahlaki kuralları kendi aklı ile bulabilir; özgürce, eşit olarak adalet ve huzur içinde yaşayabilir. İyiliğe ve kötülüğe kendi karar verebilir. Peki, ihtilaflı, çelişkili, değişken bir yapıya sahip olan insan başıboş bırakıldığında gerçekten bunu sağlayabilir mi? Nefsine, arzu ve isteklerine uygun olarak onu yaşamaktan alıkoyan kimse olmadığında kendisi bunu sağlayabilir mi? bu sorulara net ve tatmin edici cevaplar veremeyen hümanizme İslam’ın nasıl yaklaştığına bir bakmak gerekir. İslamiyet'te kilisede yok, Allah'la kul arasında herhangi bir aracı da. İslam düşüncesi hangi baskıya karşı direnecek, bağımsızlığını kime ispat edecekti? Buna rağmen Batı’nın bulduğunu iddia ettiği ve savunduğu birçok görüş çok kolay bir şekilde Müslümanlar arasında yayılmıştır. İnsana en çok değeri veren onu eşref’i mahlukat olarak tanıyan, dünyadaki tüm nimetleri insanın önüne seren bir dinin mensuplarının, adına hümanizm denen ve yaratıcı dahi yok sayan bir görüşü kabul etmesi mümkün değildir. İnsana insan olarak, yaratıcının yarattıklarının en güzeli, mükemmeli olarak bakmak hümanizm değildir. Hümanizm insandan yüce bir varlık tanımazken, İslâm Allah’tan yüce hiçbir şey tanımaz. Hümanizm insanı ilahlaştırırken, İslâm Allah’ı ilah bilir. Temeldeki bu ayrılık, bakış açısı farklılığı, sonuca kadar kendini göstererek sürer gider ve başka başka fakat birbirlerinden ayrı dinler oluşturur. Biri hümanizmin oluşturduğu bâtıl dindir ki insanları huzursuz edip kaosa sürükler ve sağlam bir temele sahip değildir; diğeri, yani Allah’ın ilah bilindiği İslâm, oynamayan bir zemin üzerinde sapasağlam yapılar, düşünceler, tavırlar ortaya çıkmasına ve insanlık sürdükçe de geçerliğini sürdüren gerçeklerin hâkimiyetinin insanlığa huzur ve saadet bahşettiği dindir. Böylece iki ayrı dünya meydana gelmektedir ve bu dünyalar birbirine hiç benzememektedir. Temeldeki bu farkların dışında başka başka farklılıklar da vardır. Hümanizme göre, en iyiyi yapmakta kaynak olarak insan kabul edilirken, İslâm o insanı Yaratan’ın en iyiyi bildiğini kabullenmeyi gerektirir. Her konuda yaratana hâkimiyet tanımak, O’nun hükmüne teslim olmak ve O’nun gönderdiği düzene göre yaşamak İslâmiyetin temel esasıdır. Hümanizm ise bunun tam tersini savunmuş ve Yaratıcının yerine insanı koymuştur. İşte bu yüzden bir Müslüman’ın hümanist olması, olabilmesi mümkün değildir. Bu mümkün olsaydı, hem müşrik hem de mü’min olmak da mümkün olurdu. İslâm kendini tarif ettiği gibi, hümanizm de kendini tarif ediyor. Bu tarifler çerçevesinde, birini diğerinin içinde görebilmek, barındırabilmek mümkün değildir. İnsanın aslı yaratılmışlığıdır, kendisini yaratanın farkına varması, ona kulak vermesi ve ona teslim olması ile hak ettiği yere ulaşacaktır. Eğer bu teslimiyet yoksa, gerçekleşmemişse, aslındaki azîzlik de zillete dönüşmüş demektir. İnsanı İslâm’dan başka azîz eden bir şey de yoktur. Gerçek izzet ve şeref de Allah katındadır.

Not: Bu çalışma İzmler Çalıştayı konuşmacı metinlerinden kesitler içermektedir. Amaç katılımcılarda konularla ilgili temel meselelerin kalıcılığını sağlamaktır. Bir kitapçık çalışması veya araştırma raporu değildir ancak gelecekte izmlerle alakalı bu minvalde bir çalışmamız olacaktır. Takipte kalınız…