İSLAMİYET’TEN ÖNCEKİ TOPLUMLARDA KADININ YERİ VE İSLAM’IN KADINA VERDİĞİ ÖNEM
22 Aralık 2024

İSLAMİYET’TEN ÖNCEKİ TOPLUMLARDA KADININ YERİ VE İSLAM’IN KADINA VERDİĞİ ÖNEM

İslam; insanın yaratılışına uygun olarak hükümler getirmiş, kadın ve erkeği birbirini tamamlayan bir bütün olarak görmüştür. Rum suresi 21. ayette “Onlara ısınıp kaynaşasınız diye size kendi türünüzden eşler yaratıp aranıza sevgi ve şefkat duyguları yerleştirmesi de O’nun delillerindendir. Doğrusu bunda iyi düşünen kimseler için ibretler vardır.” buyurularak erkek ile kadın arasındaki ilişkilerin niteliği de belirtilmiştir.

İslam’da insana insan olarak bakılır ve dil, ırk, soy, cinsiyet gibi özelliklere bağlı bir ayrım ya da üstünlük söz konusu olmaz. Kadın, erkekten üstün olamayacağı gibi erkek de kadından üstün değildir. İslam, üstünlüğü sadece takvada görür. İslam’dan önceki toplumlarda ise soy, köken, cinsiyet vb. nitelikler üstün sayılma sebebi olarak göze çarpmaktadır.

İslam’dan önceki toplumlarda kadının yerini anlamak için bazı toplumların incelenmesi yerinde olacaktır. Örneğin, Eski Yunanlarda kadın, pazar yerlerinde bir meta gibi satılırdı. Yunanlar kadını ticari bir mal hâline getirmişlerdi. Kadının bir eşyadan bir farkı yoktu. Alınıp satılan mallar gibi kadın da miras olarak bırakılabilir ve bir başkasına bağışlanabilirdi. Aynı zamanda Eski Yunan toplumu, kadını “Şeytan işi çirkin bir yaratık!” diye adlandırarak kadınlara kölelik dışındaki her şeyi yasaklamışlardı.

Hint toplumunda da durum farklı değildi. Bu toplumda kadının işi, kocasına hizmet etmekten ibaretti. Kadın, kocası öldüğü zaman dünyada bir işi kalmadığı düşünülerek kadının kendisini ateşe vermesi emredilirdi. Yani kadına en temel hakkı olan yaşama hakkı dahi verilmiyordu.

Yahudilerin bakış açısı kadını alçaltıcı bir konuma indirgemişti. Yahudi erkekler sabah dualarında kendisini kadın olarak yaratmadığı için şöyle dua ederlerdi: “Ezelî ilahımız beni kadın olarak yaratmadığın için sana hamdolsun.”

İslam gelmeden önce dünyada önde gelen ve bugünkü İran’ın ataları olan Sasani Devleti’nin kadınlarla ilgili tutumları akıl almaz nitelikler taşımaktaydı. Sasanilere göre bir erkek, kız kardeşiyle evlenebilirdi ve bu toplum içinde ayıplanmaz, aksine daha çok teşvik edilirdi.

Hristiyan âleminde durum daha da vahimdi. Hristiyanlara göre kadın, şeytanın oyuncağı olmuş ve Hz. Âdem’e (as) yasaklı meyveyi yedirerek asli suç denilen günahı işletmiştir. Hristiyanlar nazarında “Kadın günahın anası fesat ve fitnenin kaynağıdır ve bu sebeple cehennemin kapısıdır. O bizzat var oluşuyla utanılacak bir yaratıktır.” Hristiyanlarca kadının aşağılık bir varlık olduğu ve cehennemde en ağır azabı çekmesi gerektiği öne sürüldü.

Çin toplumunda kadının bir adı bile yoktu. Çinliler, kadınlara bir iki üç gibi sayılarla hitap ederlerdi. Kız çocuğuna hayvan nazarıyla bakarlardı.

Cahiliye Devri’nde ise Araplar, kadınları utanç kaynağı olarak görürlerdi. Herkesin bildiği gibi kız çocuklarını diri diri gömerlerdi, diğer dönemlerde ve toplumlarda olduğu gibi Arap toplumu da kadınlara eziyet ve işkence çektirirlerdi. Cahiliye insanları, kadınları zorla miras olarak alırlardı ve kocası ölen bir kadına ceketini ilk atan kimse ona şöyle derdi: “Ölünün malına olduğu gibi karısına da vâris oldum.” Böylece o kadın kayıtsız şartsız o kişinin malı olurdu.

Dünya üzerinde kadın hakkında bu denli iğrenç fikirler varken İslam, kadını geçmiş uygarlıkların hiçbirinde görmediği bir değere kavuşturdu. Kadını mal, köle, zevk ve eğlence aleti olmaktan kurtardı. İffet ve namusu, haysiyet ve şerefi böylesine çiğnenen hor görülen kadını en değerli mevkie ulaştırdı.

İslam, kadına çok çeşitli haklar verdi, kadın ve erkeğin birbirini tamamladığını tüm insanlığa telkin etti. Birçok hadiste ve ayette kadına verilmesi gereken değerden bahsedilmiştir. Hz. Peygamber (sav) tüm konularda rehber olduğu gibi kadını ve kadın haklarını koruması ve insanlığa rehberlik etmesi için gönderilmiştir. Cenneti annelerin ayakları altına seren Hz. Peygamber, kadının konumunu yükseltmiştir. Hristiyanlar, kadını cehennem kapısı görürken İslam, cenneti kadınların ayakları altına sermiştir.

Buhari’de zikredilen bir hadis şöyledir: “Ebu Hureyre’den (ra) rivayet edildiğine göre bir kişi Hz. Peygamber’e (sav) gelerek: ‘Ya Resulallah! Benim siyah bir oğlum doğdu, karımdan şüpheleniyorum.’ dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, ‘Senin develerin var mı?’ diye sordu. Adam, ‘Evet var!’ dedi. Onun bu ifadesi üzerine Hz. Peygamber, develerin renklerini sordu. Adam, devlerinin kırmızı olduklarını söyledi. Hz. Peygamber, ‘Bunların içinde beyazı siyaha çalar boz deve var mıdır?’ diye sorunca adam, ‘Evet vardır!’ diye cevap verdi. Hz. Peygamber, ‘O boz renk nereden oldu?’ diye sorunca adam, ‘Soyunun bir damarına çekmiş olsa gerek!’ dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, ‘Oğlun da eski bir soy damarına (köküne) çekmiş olabilir.’ dedi.”

Görüldüğü gibi Hz. Peygamber, çölden gelen bir adamın anlayıp kavrayabileceği bir şekilde karısından şüphelenmesinin yerinde olmadığını söylemiştir. Böylece o, delilsiz ve şahitsiz hiçbir kadın hakkında kötü konuşulmayacağını ortaya koymuştur. Peygamberimize ilk iman eden Hz. Hatice hakkındaki hadis-i şerifte “Dininizin üçte birini ondan öğrenin.” buyrulmuştur. Ehlibeytin annesi Hz. Fâtıma validemizin yaşantısı, İslam’da kadınlara verilen ehemmiyeti ve hiçbir ayrıma tabi tutulmadıklarını gösterir.

Hz. Peygamber’in eşi Hz. Aişe (ranha) anlatıyor: “Peygamberimiz oturuyordu. Birden insanların ve çocukların gürültüsünü işitti. Bir de baktık ki Habeşli dans ediyor, insanlar etrafını sarmışlar. Bana: ‘Aişe gel bak!’ dedi. Yanağımı omzuna koydum, iki omuzu arasından bakmaya başladım. ‘Doymadın mı Aişe?’ demeye başladı. Ben de bana verdiği değeri anlamak için ‘Hayır!’ diyordum. Yorgunluktan ayaklarını değiştirdiğini, ayaklarının birbirine, bir ötekine bastığını gördüm.” Hz. Peygamber, ne kadar yorgun olsa da Hz. Aişe’ye değer verdiğini göstermek için yorgunluğunu göz ardı ederek Hz. Aişe’yi beklemiştir.

Yine Hz. Aişe, Peygamber Efendimizin nezaketini şu sözlerle aktarmıştır: “Rasulullah, hanımlarıyla baş başa kaldığında insanların en nezaketlisi ve güler yüzlüsüydü. Eve girişinde mutlaka hanımına selam veren Peygamberimiz, geceleyin geldiği takdirde uyuyanı uyandırmayacak fakat uyanık olan bir kimsenin duyabileceği bir sesle yine selam vererek içeri girerdi.” diyor.

Bir gün Hz. Aişe, Peygamberimize şu soruyu sordu: “Ya Rasulullah, bana olan sevgin nasıldır?” Peygamberimiz: “Kördüğüm gibidir.” diye cevap verdi. Aradan zaman geçince Hz. Aişe yine sordu: “Kördüğüm nasıldır?” Peygamberimiz “İlk günkü gibidir.” diye cevapladı.

Peygamberimiz sadece hanımlarına değil, kız çocuklarına ve sahabe hanımlarına da çok merhametli ve sevgi dolu davranırdı. Ensar hanımları “O, bize bizden daha merhametliydi.” demişlerdi. Efendimiz gittiği seferlerden döndüğünde ilk önce kızı Hz. Fatıma'nın evine uğrardı. Hz. Fatıma onu ziyarete geldiği zaman ayağa kalkar ve onu alnından öperdi. Ashabına, çocuklarına hediye dağıtmaya kız çocuklarından başlamalarını tavsiye ederdi.

Bir şahıs, Rasulullah Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem’e gelerek “Kendisine en iyi davranmam gereken kimdir?” diye sordu. Rasulullah Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem “Annen!” buyurdu. O sahâbi “Ondan sonra kimdir?” diye sordu. Efendimiz, “Annen!” buyurdu. Sahâbi tekrar “0ndan sonra kim gelir?” diye sordu. Allah Rasülü yine “Annen!” buyurdu. Sahabi tekrar “Sonra kim gelir?” diye sorunca Rasul-i Ekrem Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu sefer “Baban!” cevabını verdi.” (Buhari, Edeb, 2)

İslamiyet’te kadına ev geçimi vb. yüklenmediği gibi hanımların miras ve mülkiyet hakları da vardır. Kadınlar, vazife ve hassasiyetlerine uygun işler yapabileceği gibi sahip olduğu mallar üzerinde tasarrufta özgürdürler. Biliyoruz ki Hz. Hatice ticaretle uğraşan bir kadındı. Sevde ve Zeyneb validelerimiz deri işleri yaparak para kazanırdı. Görüyoruz ki İslamiyet’te kadın belirli şartlar altında çalışabilir, ticaretle uğraşabilir.

İslamiyet, kadına evlilik konusunda da birçok hak tanımıştır. Diğer topluluklarda kadın rızası olmadan evlendirilirken İslamiyet’te kadının rızası çok önemlidir. Nisa suresi 19. ayette şöyle buyrulmuştur: “Ey iman edenler! Kadınlara zorla vâris olmanız size helal değildir. Apaçık bir edepsizlik yapmadıkça onlara verdiğinizin bir kısmını ele geçirmeniz için de kadınları sıkıştırmayın. Onlarla iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmazsanız (biliniz ki) Allah’ın hakkınızda çok hayırlı kılacağı bir şeyden de hoşlanmamış olabilirsiniz.”

Kadınlara evlilik hayatında maddi sorumluluk yüklemeyen İslam, olası bir ayrılık durumunda kadınlara mehir hakkı da tanımış ve kadının ekonomik olarak zora düşmesinin önüne geçilmiştir. Nisa suresi 4. ayette şöyle buyrulmuştur: “Kadınlara mehirlerini gönül rızası ile (cömertçe) verin, eğer gönül hoşluğu ile o mehrin bir kısmını size bağışlarlarsa onu da afiyetle yiyin.”

Örneklerden de anlaşılacağı üzere İslamiyet, her alanda olduğu gibi kadın hakları konusunda da diğer millet ve devletlerin önüne geçmiş, insanlığın sorunlarına köklü çözümler getirmiştir. Günümüzde İslam’ın hükümlerinden uzaklaşıldığı için kadın, Cahiliye Devri’ndeki konumundan daha aşağı konuma gelmiştir. Günümüzde kadın; ekonomik sorumluluklar altında ezilmiş, tecavüz ve katliamların kurbanı olmuş, sömürgecilerin bombaları altında yaşama hakkı elinden alınmış bir konuma gelmiştir. Kadını hak ettiği konumuna tekrar getirecek olan da elbette İslam’dır.

Rümeysa Babayiğit