İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ PARADOKSU NASIL OLUŞTU?
09 Aralık 2020

İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ PARADOKSU NASIL OLUŞTU?

“İfade özgürlüğü” düşüncesi, demokrasinin temel sütunlarından biridir. Demokrasi ise Allah’ın hükmünü inkâr edip hüküm koymayı beşerin aklına ve iradesine kayıtlamıştır. Böylece demokrasi; beşer aklını ve hevasını hayat nizamının temeli olarak garanti altına almıştır. Dolayısıyla demokrasi, Allah’ın yeryüzünde insan hayatı üzerindeki etki ve yetkisini inkâr etme ve O’na isyan etme özgürlüğünün diğer bir adı olarak ifade özgürlüğü ve ortaya attığı diğer tüm düşünceleri ile bekasını korumayı amaçlamaktadır.

Gerek Batı’da gerek İslam beldelerinde ifade özgürlüğündeki çifte standardı en çok hisseden ve bundan en çok mustarip olanlar kuşkusuz Müslümanlardır. İfade özgürlüğü düşüncesinin amacı temelde beşer aklının hâkimiyetini korumak olduğundan, demokratik ülkeler bu düşünceye sığınarak İslam’a ve Müslümanlara hakaret etme cesaretini gösterirler. Müslümanlara ise, bu durumun ifade özgürlüğü kapsamına girdiğini aşılar, bu durumu kabullenmek şartı ile ifade özgürlüğünün kendileri için çizmiş olduğu sınırlar dahilinde kendi inançlarını da savunabileceklerini empoze ederler.

Laik-kapitalist devletlerin hepsi bu duruma tam destek verir. Hatta buna zemin hazırlamak için fırsat kollarlar. Batılı devletlerin bu konudaki tavrı çok açıktır. Peki, İslam beldelerinin yöneticilerinin anlayışı, Batılı yöneticilerinkinden farklı mıdır?

Bu konuyla ilgili çarpıcı örneklerden biri Türkiye’de yaşandı. “Dünya Hilafete Neden Muhtaç?” konulu konferanstan dolayı konuşmacılar hakkında 52,5 yıl ceza talep edildi. Demokrasiyi ilke olarak benimsediğini iddia eden laik devlet; Müslümanları konuşturmamak için çeşitli yöntemlerle konferansı engelledi, bu da yetmiyormuş gibi niyetlerine 52,5 yıl ceza talep etti.

Gerçek şu ki İslam’ın hükümlerini dikkate almadan, Müslümanlara kapitalist ideolojinin kalıbına göre şekil vermek için zorbalık yapmak, hapis cezası vermek ifade özgürlüğü putunu yemekten başka bir şey değildir. Daha açık konuşmak gerekirse ifade özgürlüğü, hakkın ortaya çıkmasını garantilemek için verilmemiştir. Eğer bunun için verilseydi bugün yegâne doğru ideolojinin kapitalizm değil de İslam olduğu açıkça ortaya konduktan sonra, gerekli adımlar çoktan atılır, kapitalizm terk edilir ve derhal İslami bir hayata geçiş başlatılırdı!

Öyleyse dosdoğru ideolojinin ortaya çıkarılması için olmadığı sürece, ifade özgürlüğünün varlığının bir anlamı kalır mı?

İfade özgürlüğü insanların hak olan fikir ile bağını koparmaktan başka bir işe yaramamıştır. Aksine yıllardır her türlü sapkın düşünce ve davranış ifade özgürlüğü kisvesi altında, üstelik devlet eliyle, toplum içinde yayılmaktadır.

Kapitalist devletin politikacıları, taraflı medya mekanizmaları, sahtekâr din adamları... Bunların hangisi halka yalan söylemedi? Hangisi halkı aldatmadı?! Dünyanın neresinde olursa olsun ifade özgürlüğünü en çok savunanlar, özellikle kapitalist siyasilerdir. Kapitalizmin siyaset anlayışında yalan söylemek bir gereklilik olduğundan, bu siyasiler için ifade özgürlüğü tutunulması gereken önemli bir bahanedir. Oysa ancak bâtıl olan bir ideoloji yalana ihtiyaç duyar. Mesela dünyanın lideri konumunda olan ABD Başkanı Trump’la ilgili 2017 yılında yapılan bir araştırma, bu şahsın günde ortalama 5 yalan söylediğini ortaya koymuştur. [https://www.nytimes.com/.../23/opinion/trumps-lies.html...]

Maalesef dünyanın yönetimi böylesi bozuk şahsiyete sahip olanların elinde…

Bu bozuk şahsiyetler yine de kapitalist medyada ifade özgürlüğünün ve kapitalist şahsiyetin rol modeli olarak gösterilir, bu doğrultuda bir algı oluşturulur. Bozuk şahsiyetler kapitalist siyasilerle sınırlı değildir elbette. Mükemmelmiş gibi göklere çıkarılarak şımartılan oyuncular, şarkıcılar vs. aracılığı ile de kapitalist nizam, insanların şahsiyet gelişimini oldukça etkilemektedir.

Beşeri nizam olan kapitalizmin bu bâtıl etkilerini doğru bir şekilde ancak Allah’a ve O’nun hükümlerine inanan Müslümanlar muhasebe edip ortaya çıkarabilirler/çıkarmalıdırlar. İşte tam da bu noktada onlar bu güçlerini “ifade özgürlüğü” safsatasından değil, hak olan İslam’dan alırlar. Kendisini ifade etmesine müsaade etmeyen laik-kapitalist yönetime rağmen, berrak bir zihinle, kimsenin cesaret edemeyeceği sorumlulukları üstlenirler. İslam’ı tanımayan veya bunu düşünmemiş insanları dahi, aklî burhanlarla İslami hayatın üstünlüğüne ikna ederler. Onlar bilirler ki eğer bir fikir doğru ise sadece kendileri ile sınırlı kalmamalıdır. Tüm toplum, hatta toplumlar hep beraber İslami değişim için hazırlanmalıdır.

O zaman kapitalizmin yalanlarından kurtulmanın, Hak olan İslam’ı yaşamanın hissettireceği huzurun, hiçbir beşeri nizam altında hissedilmeyeceği anlaşılacaktır.

Fakat ondan önce kapitalizmin ne siyasetinin, medyasının, eğitiminin ne de başka bir güdümünün gerçekçi ve güvenilir olmadığı araştırılıp düşünülmelidir. Bugün bunu anlamak çok da zor değildir çünkü kapitalist nizam, tüm fikirlerinin bir cüzü olan ifade özgürlüğünde olduğu gibi, uygulamasında da tutarsızlıklarla doludur. Çünkü o, beşer aklından çıkmıştır. Beşer aklının insanın problemlerine dosdoğru çözümler sunacağına inanmak, aklın vakıasına aykırıdır. Akıl, Allah’ı sorgulayarak bulmak, Allah’ın hükümlerini anlamak ve bunu hayata geçirmek için verilmiştir.

İnsanı dört bir yandan saran beşeri nizamlar, fikirler, tabular baskın olsa da, bu durum bir insanın düşünmesine, sorgulamasına ve iyi bir hayat yaşamak için değişmesine engel değildir. Çünkü insan akıl sahibi bir varlıktır. Hayat hakkındaki düşüncesini akli delile binaen oluşturur, davranışları da bu temel düşünce üzerine şekil alırsa yaptığı ve söylediği hiçbir şeyden pişmanlık duymadan bunları dile getirebilir. Demokrasinin “ifade özgürlüğü paradoksu”, başka insanları tüm dünyanın muhtaç olduğu İslami hakikatleri konuşmaktan alıkoyarken Müslüman için engel teşkil etmez. İnsan doğruluğu kanıtlanmadan dayatılan kapitalist fikirler doğrultusunda yaşamak zorunda olmadığını bilmelidir. Akıl sahibi bir insan için asıl özgürlük budur.

﴿لَٓا اِكْرَاهَ فِي الدّ۪ينِ قَدْ تَبَيَّنَ الرُّشْدُ مِنَ الْغَيِّۚ فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِنْ بِاللّٰهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقٰىۗ لَا انْفِصَامَ لَهَاۜ وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ﴾ ‘’Dinde zorlama yoktur; Artık hak ile batıl iyice ayrılmıştır. Tağutu inkâr edip Allah'a inanan kimse, kopmak bilmeyen sağlam bir kulpa sarılmıştır. Allah işitendir, bilendir.’’ [Bakara 256]