Kapitalist sistem içerisinde yaşayıp giderken “halkın hayatının nasıl olduğunu merak eden yöneticiler ve zenginler var mıdır acaba” diye sormaktan kendimi alamadım. İslam Devleti zamanında Hz. Ömer (ra) devlet yöneticisi iken Fırat’ın kenarında bir koyun kaybolsa hesabını verememekten endişe duyuyordu. Müslüman olan yöneticiler de bugün Ümmet için o koyun kadar endişeleniyorlar mıdır? Ümmetin bir derdi var mı, nasıl yaşamaktadırlar diye merak ederler mi? Kendi gözlemlerim doğrultusunda bazı değerlendirmeler yapmaya çalışacağım inşallah.
Son günlerde enteresan haberler duyar olduk. Örneğin geçen haftalarda Bursa’nın İnegöl ilçesinde kaybolan bir vatandaşın, arama ekipleriyle birlikte kendini arıyor olması günün en çok okunan trajikomik haberiydi. Bugün yine ona benzer bir haber; Balıkesir’in Bandırma ilçesinde gece saatlerinde bir şahsın, sahilde ailesiyle yaptığı görüntülü telefon görüşmesinde denize atlayarak intihar edeceğini söylemesinden sonra, kayıp ihbarı üzerine emniyet güçleri, sahil güvenlik ekipleri, 911 arama kurtarma ekipleri ve Balıkesir Büyükşehir Belediyesi Bandırma İtfaiye Ekipleri tarafından kordonda yaklaşık 3 saat arandıktan sonra arkadaşının evinde uyurken bulunmuş olmasıydı.
Yukarıda aktardıklarım “bazen güleriz ağlanacak halimize” denilecek türden sadece iki tanesiydi. Belki gerçek anlamda haber değeri bile yoktur. Halk her gün buna benzer pek çok olay yaşamaktadır. İnsanların kafası karışık. Kapitalist sistemin onları mecbur bıraktığı zorlu hayat şartları içerisinde yaşam mücadelesi verirken ne yapacaklarını bilemeyecek kadar şaşkın ve çaresizlik içindeler. Bozuk çarkın içerisinde savrulup giden insanlar, akli değerlerini koruyup muhafaza etmekte zorlanıyorlar. Kapitalist sistem, insanları İslami değerlerden uzaklaştırırken ruh ve baden sağlığını da elinden almakta, insani değerlerden de uzaklaştırmaktadır. Hatay’da bir erkek elinde satırla bir kadını kovalıyor. Kadın kaldırımda tavla oynayan beş erkek yardım etsinler diye yanlarına kaçıyor. Adamlar “bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” misali hiç istifini bozmuyor.
İslam; insanın Rabbiyle, kendisiyle ve diğer insanlarla ilişkilerini en mükemmel şekilde düzenlerken kapitalist sistem de en berbat şekilde bozmaya devam etmektedir ve bunun dozu gittikçe artmaktadır. Her yeni gelen yıldan geriye doğru baktığımızda geçmişteki günlerimizi özler olmaktayız. Anne-babalar olarak kendi çocukluğumuzdaki sevgi, saygı, güven, huzur vb. güzellikleri evlatlarımıza aktarmak istediğimiz halde sistemin tuzakları buna engel olmaktadır.
Geçen gün katıldığım bir eğitimde, üniversite mezunu ve aynı zamanda pek çok eğitim sertifikası almış genç bir kardeşle sohbet ederken iş bulamadığından yakındı. Sistemin yeni nesili ne kadar karamsar ve umutsuz bir hale getirdiğinin sadece bir örneği olan o kardeşimiz, henüz yirmili yaşlarda bir genç olduğu halde yüzünde ihtiyarlamış gibi bir görüntü vardı. Üniversiteyi bitirenler için yeterli istihdam olmayınca mezun olan gençler neye tutunacağını, nasıl çalışıp iş hayatına atılacağını bilemez durumdalar. Genç işsizlik oranı rekor kırıyor. Gençler mutsuzlar, umutsuzlar, huzursuzlar. Onca emeklerinin, çabalarının, eğitim hayatı boyunca yaptıkları masrafların heba olup gitmesi onların üzülmesine sebep olmaktadır.
Toplumda sadece gençler değil, çocuklar ve yaşlılar da mutsuz, endişeli ve karamsar bir halet-i ruhiye içerisindeler. Çünkü bu kapitalist sistemin çözümsüzlükleri artık insanların canına tak etti. Günden güne giderek artan hayat pahalılığı, işsizlik, eğitim, sağlık, vb. konularda insanlar devletten yeterince hizmet alamamaktadırlar. Zengin ile fakirin hayat tarzları ve alım gücü arasındaki uçurum her geçen gün daha da artmaktadır. Tüm kesimlerin alım gücünü artıracağız diye söylemlerde bulunan devlet yetkililerinin sözleri de daha önceden halka verilen vaatler gibi çoğunlukla askıda kalmaktadır. İnsanların alım gücünün azalmasını da küresel iklim krizi ile örtbas etmektedirler. Eğer dünyada küresel iklim krizi varsa zengin-fakir ayırımı yapmadan herkesi aynı şekilde etkilemesi gerekmez mi? Fakat zenginler daha zengin fakirler daha fakir oluyorsa dünyanın yeraltı ve yerüstü varlıklarının dağılımında büyük bir haksızlık ve adaletsizlik var demektir.
Rivayet edildiğine göre; 1789 yılında Fransız halkı kuru ekmeğe dahi muhtaç durumdayken fakir kadınlar, hükümetin değişmesi yönündeki taleplerini Kral’a duyurma adına Versailles Sarayı önünde yürüyüş yapıyorlarmış. Söylentiye göre, yanındaki kişilere, “kadınların ne istediğini” soran Kraliçe Marie Antoinette’e, “ekmek istiyorlar” denilmiş. Ve o da bu söze “ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler” karşılığını vermiş. XVI. Louis’nin taç giyme töreni, Paris’teki ekmek kıtlığının doruğa ulaştığı esnada, Reims’de gerçekleşmiştir. Bu dönemde söylenmiş olan, “Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler!” tabiri yöneticiler, sarayda yaşayanlar, zenginler ve fakir halk arasındaki uçurumu ifade etmek için kullanılan bir tabir olmuştur.
Sayın Cumhurbaşkanı “Almanya’da, Fransa’da yiyecek bulamıyorlar, Elhamdülillah Türkiye’de böyle bir sorun yok.” demiştir. Bugün Türkiye’de yaşayan insanlar; halk için Tarım Kredi Kooperatifleri marketi açarak piyasa fiyatlarına göre daha hesaplı diye reklam yapan, sarayda yaşayanların “itibardan tasarruf olmaz” şeklinde sözlerine şahit olmaktadırlar. Üstelik Sayın Cumhurbaşkanı örnek bir alışveriş yaparak yeni marketlerin tasarruflu oluşunu da ispatlamaya çalışmıştır. Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın hafta sonu alışveriş yaptığı Tarım Kredi Kooperatifleri marketinde fiyatların piyasa fiyatlarına göre daha uygun olduğunu ifade ettiğini hatırlatan Akbaşoğlu, Türkiye genelinde bu marketlerin binin üzerinde yaygınlaştırılacağı ve bu manada, daha kaliteli ve daha ucuz ürünlerin halkımıza sunulacağı müjdesini (!) vermiştir.
Sofradan en fazla pay alanlar, karnını zor doyuran halka kanaatkâr olmalarını tavsiye ediyor. Karnını tıka basa doyuranlar, açlara seslenip güzel günlerden bahsediyor. Ancak ne var ki bu hesaplı alışveriş miktarı da halkın alım gücünün üstündedir. Aylık 2800 TL asgari ücret alan insanların haftalık 1000 TL’lik alışveriş yapmak gibi bir lüksü yoktur. Yani kısacası halk, devletin belirlediği açlık sınırının altında ezilmektedir. Akşamüzeri pazar yerlerindeki kalıntıları toplayan insanlar, oradan milli gelirden kendi paylarına düşen miktarı aramaya mı gidiyorlar? Kısacası insanlar aç aç! Halkın hayatı, yöneticiler ve zenginler gibi kolay değil. Yaşam şartlarının bütün zorluğu fakir insanları eziyor. Zenginler “nerede ne yenir”, “hangi tatil beldesine gidilir” diye keyfi tercihlerle meşgulken fakir halk “ayın sonunu bu maaşla nasıl getiririz” düşünmekten saçları ağarıyor. Sonra da “tuzu kuru” olan birtakım insanlar TV’de, sosyal medyada çıkıp halka öğütler veriyor. Halkın içinde bulunduğu zorlukları uzaktan değerlendirip de nasihatte bulunmak ne kadar da kolay!
İnsanların içinde bulunduğu bu kara tablonun bir çıkar yolu, bir çözümü elbette ki vardır ve o ancak adaleti tarihe altın harflerle yazılmış olan, halkının yemediği yemeği kendine çok gören, Hz. Ömer’ler gibi infak etmekte yarışan zenginler ve yöneticileri olan İslam Nizamının tatbik edildiği Hilafet Devleti’dir. İman eden bütün Müslümanlar Hilafet Devleti’ni kurmak için çalışmalıdır.
اَللّٰهُ وَلِيُّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۙ يُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِۜ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَوْلِيَٓاؤُ۬هُمُ الطَّاغُوتُۙ يُخْرِجُونَهُمْ مِننَ النُّورِ اِلَى الظُّلُمَاتِۜ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ۟ “Allah, iman edenlerin dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlerin dostları ise şeytânî güçler olup onları aydınlıktan karanlıklara sürüklerler. Onlar cehennemin yoldaşlarıdır ve orada ebedî kalacaklardır.” [Bakara 257]