İnsanoğlu elindeki kıymetlerin değerini nedense hep kaybedince anlıyor. Bizler de zaman eridikçe kaybettiğimiz değerlerin kıymetini çok daha iyi anlıyoruz. Ümmet olarak kaybını derinden hissettiğimiz, elimizden kayıp giden en kıymetli değerlerimizden bir tanesi de kuşkusuz ahlaktır. Maalesef onu kaybedeli yıllar oldu. Artık ahlak yok… Artık sokaklarımıza, mahallelerimize, nesillerimize ve hatta mahremlerimize kadar uzanan ifsadın kirli elleri ve emelleri var…
İslam hayatımızdan uzaklaştıkça Batı’nın ifsat edici bataklığı bizi her an, her dakika içine çekerek değerlerimizden daha da mahrum bırakmaktadır. Gün geçtikçe, akrep ve yelkovan bir birini kovaladıkça toplumun, nesillerin edepten ve İslam ahlakından çok ırak kaldığını görüyoruz.
Halbuki bugün hayatımızdan çok uzakta ve yitiğimiz olan edep, dün hayatımızın bir parçasıydı. Edeple yürüyorduk… Büyüklere hürmet ediyorduk… Yaşlılara saygı gösteriyorduk… Küçüklerimizden de sevgiyi eksik etmiyorduk…
Şimdi ise bırakınız büyüklere karşı saygı duymayı; çağımızın gençleri Rablerine saygı duymuyor artık… Sokakta edebiyle yürüyen gençliğin yerini edepsizce “eşcinsellik” gösterisi yapan bir gençlik aldı maalesef… Kendi fıtratına saygısı olmayan nesiller meydana geldi…
Gençliğin merkezinde İslam olmayınca gayet tabidir ki boşluğu başka şeyler dolduruyor. Demokrasi ve laiklik gibi mesela… Evet, bugün gençlik demokrasinin gölgesinde hayatlarını sürdürmektedir. Velhasıl; demokrasinin getirdiği “özgürlükler”, sahip olduğumuz değerlerimizi tek tek elimizden çaldı, çalmaya da devam ediyor.
Biz nasıl oldu da bu hale geldik? Hangi ara böyle olduk?
Hâlbuki bizler;
Kendisinden meleklerin bile haya ettiği haya abidesi; iki nur sahibi, zinnureyn Hz. Osman’ın (ra) örnekliğinde büyümüş çocuklarız…
Haya sahibi, güvenilir “ümmetin emini” olan Ebu Ubeyde bin Cerrah’ın (ra) nesilleriyiz…
Bizler bundan bir asır önce Hilafet Devletimiz varken çiçeklerin diliyle dahi ahlak düzeni sağlayan bir nizamımız vardı. Ahlakın dili; çiçeklerin rengiydi… Mesela; Pencere önüne konulan sarı çiçek, “bu evde hasta var, ona göre hareket edin” demekti. Şayet pencerenin önünde konulan kırmızı çiçek, “bu evde genç evlilik çağında bir kız var, ona göre konuşun” demekti…
Kapıdaki tokmakların dahi adabı muaşeret dili vardı. Büyük tokmak çaldığında kapıyı çalanın erkek, küçük tokmak çaldığında ise kapıdakinin kadın olduğu anlaşılırdı.
Çocuğunun cenazesinde dahi edebinden ödün vermeyen annelerin çocuklarıydık biz…
Buyurun size edep abidesi bir annenin örneği, buyurun size Allah’ın emrine teslim olan bir kadının en güzel örneği…
Medine’nin yahudi kabilelerinden Kurayzaoğulları ile yapılan savaşta Ensar’dan Hallad (ra) isminde bir sahabe şehit düşer. Arkadaşları Hallad’ın (ra) annesine oğlunun şehit olduğu haberini götürürler. Şehit annesi gözyaşlarıyla üstüne başına bir şeyler geçirerek oğlunun yanına gider. Şehit annesinin böyle yapmasını garipseyenler olur ve sorarlar anneye; “Oğlun şehit oldu, sense bu acıya rağmen örtünmeyi ihmal etmiyorsun?” Şehit annenin cevabı takdire şayandı; “Ben evladımı kaybettim, Allah’ın emri olan hayamı değil!” Yine bizler; Öldükten sonrası için dahi olsa edebine ve hayasına dikkat eden Fatıma’nın (ranha) torunlarıyız... Buyurun size haya abidesi bir kadın örneği daha… Peygamber efendimizin vefatından kısa süre sonra hastalanıp vefatının yakın olduğunu anlayan Hz. Fatıma (ranha) içini rahatsız eden bir hususu kendisine yakın hissettiği bir hanımla paylaşmıştı. Sıkıntı ettiği husus ise defin ve cenaze merasimiyle alakalıydı. Şöyle ki; o dönem vefat eden kimse bugün olduğu gibi tabutun içine değil de bir tahta parçasının üstüne kefenle toprağa gömülüyordu. İşte Fatıma (ranha) tam olarak da bundan rahatsızlık duyuyordu. Neydi o rahatsızlık duyduğu şey biliyor musunuz değerli okur kardeşlerim. Tabutun üzerinde kefenli vücudunun namahrem tarafından görünecek olması. İşte Fatıma (ranha) kendisine yakın hissettiği kadına bu meseleye açmış, vücudunu örten bez parçasının, vücuduna yapışıp namahreme görünmesini istemediğini dile getirmiş. Hz. Fatıma’yı (ranha) dinleyen kadın başka bir bölgenin günümüzdeki tabut gibi taşındığını söylemiş ve isterse öyle bir tabutun yapabileceğini teklif etmiştir. Nitekim Hz. Fatıma (ranha) vasiyet ederek böyle taşınmak ve bakanlar nazarında gizli tutulmak istediğini vasiyet etmiştir. İffet abidesi Fatıma (ranha)… Edep abidesi sahabi… Allah (svt) onlardan razı olsun… Bırakın edepsizce sokaklarda boy göstermeyi, biz; Başörtüsünü çıkarmadığı için darağacında sallandırılan Şallı Bacının nesilleriyiz… İfsat her yönüyle hayatımızı kuşatmışken, kuşatmaya da devam ediyorken bizler bu durumu kabullenecek miyiz? Gidişatın daha da kötü olmasına müsaade mi edeceğiz? Seyreden ve durumu kabullenenlerden mi yoksa rahatsızlık duyup, mevcut durumu kabullenmeyip değişmek ve değiştirmek isteyenlerden mi olacağız? Evet, ahlakımızı demokrasiyle çaldılar. Bu gençliğin hayasını laiklikle çaldılar! Çaldırmayacağız! Çalmalarına müsaade etmeyeceğiz! Demokrasiden duyduğumuz rahatsızlığı hep dile getireceğiz! Ümmetin derdiyle dertleneceğiz! Dertlenmeliyiz de! Bir şeyler yapacağız! Yapmalıyız da! Değerlerimize sarılacağız! Sarılmalıyız da! Gençlerin, nesillerin imanını ve ahlakını fasit fikirlerle çalmalarına izin vermemeliyiz. Kaybettiğimiz değerlerimizi geri kazanmalıyız. Kaybettiğimiz ahlakı, yitirdiğimiz edebi geri kazanmalıyız… Çünkü unutmayalım ki bizler; ahlakı Kur’an olan Hz. Peygamber’in (sav) Ümmetiyiz… Kazanabiliriz… İslam’ın tekrar yeryüzüne hâkim olmasıyla kaybettiğimiz değerleri yeniden elde edebiliriz…
Zeynep İmamoğlu