EĞİTİM SİSTEMİNDEKİ SORUNLAR VE ÇÖZÜMÜ
18 Ekim 2020

EĞİTİM SİSTEMİNDEKİ SORUNLAR VE ÇÖZÜMÜ

Türkiye’deki eğitim sistemini incelerken aslında konuyu hangi açıdan ele alacağımıza karar vermek bir hayli zor. Çünkü birçok açıdan sıkıntılı ve sürekli problem üreten başka bir deyişle kör topal ilerleyen bir eğitim sistemi ile karşı karşıya kalıyoruz. Ve yine bu eğitim sisteminin ortaya çıkardığı sorun yumağını görüp farklı bakış açılarıyla yazılmış birçok eleştirel ya da çözüm odaklı yazılarla, makaleler ile karşılaşıyoruz. Hal böyle iken zaten karmaşık olan eğitim sistemi ve onu daha da karmaşık hale getiren “çözümler” karşısında insanların kafası iki kat karışmış bir vaziyette. Ama eğitim sisteminde insanların kafasının karışık olmadığı tek bir nokta var ki o da eğitim sisteminin yetersiz ve sorunlu olduğu gerçeğidir. Herkes sorun konusunda hemfikir ama çözüm noktasında ortaya atılanlar arasında doğru çözümü bulmak oldukça zor. Peki, gerçekten kaliteli eğitim için doğru çözüm ne? Ve asıl soru biz bu doğru çözüme nasıl ulaşacağız?

Doğru çözüme ulaşmak istiyorsak şu üç adımı takip etmemiz gerekir. İlk adımda vakayı doğru bir şekilde inceleyip analiz etmeli, ikinci adımda sorunun kaynağını bulmalıyız. Son olarak ki belki de en önemlisi, sorunun doğru çözümünü doğru bir bakış açısıyla ortaya koymalıyız.

O zaman hedeflediğimiz doğru çözüme ulaşmak için ilk adımla başlayalım ve Türkiye'deki eğitim sisteminin vakasını anlamak için eğitimdeki sorunlardan birkaçını ele alalım. Bu noktada karşımıza ilk olarak veliden öğrenciye herkesin şikâyet ettiği bir konu olan sürekli değişen eğitim müfredatı ve sınav sistemi çıkıyor.

Sürekli Değişen Eğitim Müfredatı ve Sınav Sistemi Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana geçen 97 yıllık zaman dilimine bakacak olursak eğitim sisteminin, yönetime gelen hükümetler ve Milli Eğitim Bakanları tarafından birçok kez değişikliğe uğratıldığını görürüz. Yani iktidarda hangi parti varsa, Milli Eğitimin başında hangi bakan varsa herkes kendi dönemini başlatmak, bir önceki dönemi kötülemek ya da kendi dönemine imzasını atmak ve eğitimdeki sorunları “çözmek (!)” için bir dizi değişikliğe imza attılar. Fakat yapılan bu değişiklikler eğitimdeki sorunları çözmek bir yana yerine yenilerini ekledi. Ve tüm bu değişikliklerin mağdurları yine öğrenciler oldu. Sadece son 17 yılda eğitim gibi önemli bir bakanlıkta 7 kez bakan değişikliği yapıldı. Gelen bakanlar, 6 tanesi (LGS, OKS, 3'lü SBS, SBS, TEOG, LGS) liseye geçiş sınavı, 3 tanesi de (ÖSS, YGS, YKS) üniversiteye geçiş sınavı olmak üzere 9 kez sınav sistemini değiştirdiler. Eğitim-öğretimde; ilkokul ve ortaokul düzeyinde 17, lise düzeyinde 24, imam-hatip ortaokulu ve imam-hatip lisesi düzeyinde 10 olmak üzere toplam 51; sınıflar esas alındığında ise 176 müfredat yenilendi. Bunlara ek olarak üniversiteye geçişte katsayı uygulaması kalktı, sonra tekrar düzenlendi, 4+4+4 12 yıllık zorunlu eğitim ve Fatih projesi gibi daha nice değişime de imza attılar. Bugün Türkiye’de 17 milyon 749 bini ilköğretim, ortaöğretim ve lise, 7 milyon 560 bini üniversite olmak üzere toplam 25 milyonluk devasa öğrenci kitlesi eğitim hayatları boyunca en az iki kez değişen sınav sistemi mağduriyetini yaşamak zorunda kaldı. Ve öğrenciler değişikliklerin getirdiği psikolojik baskıyı da yaşamaya maruz bırakıldılar. Öğrenciler artık şu sorularla hemhal oluyorlar: Acaba bu yıl sınav sistemi değişecek mi? Sınava nasıl, hangi sisteme göre hazırlanmalıyım?

Sonuçta öğrenciler eğitimde, yeni bilgiler öğrenmek var olan bilgilerini hayatlarının her alanına uygulamaktan ziyade bilgiyi araç olarak görüp yeni gelen ya da gelecek olan sınav sistemine odaklanır hale geldiler. Ve eğitimde sınav odaklı ezberci eğitim sorunu ortaya çıktı.

Sınav Odaklı Ezberci Eğitim

Türkiye’de ezbere dayalı bir eğitim sistemi uygulandığı herkesin malumu. Öğrenciler aktif öğretim yönteminden ziyade teorik bilgiler ile donatılmakta ya da boğulmaktadır. Bu da onları ezberci yönteme mahkûm etmekte, laboratuvar, deney, görsel ve işitsel araç eksikliği gibi sorunlardan dolayı başarısız sonuçları ortaya çıkarmaktadır. Böyle olunca da düşünceyi hisle birleştiren fikrî anlayış yöntemi terk edilmektedir. Oysaki yegâne doğru öğretim yöntemi; öğretmenin öğrenciye fikri olarak hitap etmesi, öğrencinin de fikri olarak kavramasıdır.

Ezberci eğitimin sonuçlarını bir öğretmen kendi kalemiyle şu şekilde ifade ediyor: “Bir eğitimci olarak ben Türkiye’deki eğitim sistemini hakiki bir öğütücü sistem olarak görüyorum. Zira müfredatın neredeyse ABC’si bile ezbere dayalı. Okumayı yeni öğrenmiş bir ilkokul öğrencisine bu üç harf sırası değiştirilerek okutulsa şaşkınlıkla karşılayabilir. Yine seviye belirleme sınavları yoruma dayalı ve aritmetik düşünmeyi önceleyen sorular ile yapılsa eğitimciler vahim bir tablo ile karşılaşabilir. Ayrıca veliler herhangi bir ders kitabındaki daha önce çözülmüş bir soruyu çocuklarına bir iki kelimeyi değiştirerek sorsa çocuklarından bu soruyu daha önce çözmedikleri cevabını alırlar.” Ne yazık ki bu durum ilkokuldan üniversiteye kadar devam ediyor.

Ezberci eğitim yöntemiyle teorik bilgi yığını haline gelen gençler dolayısıyla da geleceğimiz köreltiliyor. Gençler için bilgi, sadece okula hapsedilmiş ve sınavları geçmek için araç olarak kullanılan bir mahkûmdan ibarettir. Öğrendikleri bilgileri ne kendi hayatları ne de toplum yararı için kullanıp geliştirmekten ve sorunları çözmekten acizler. Çünkü onlara bu şekilde öğretildi. Ve aynı şekilde eğitim vermeleri istendi. Bilgiyi fikirle harmanlayıp genç beyinleri geliştirip parlatmak yerine, teorik bilgileri ezberletiliyor, bilgiyi işlevsiz bir şekilde sadece sınavları geçmek için kullanmayı öğreterek genç beyinler öğütülüyor. Sonuç olarak ellerimizle araştırma ve muhakeme yapamayan, eleştirel düşünemeyen, doğru bir fikre sahip olmayan ve liderlik vasıflarından yoksun bir nesil yetiştiriyoruz. Neden? Bunun dışında bir de tüm bu yanlış eğitim yöntemlerine rağmen parlayarak gelecek vaat eden genç beyinler var. Ama onların sonu da ne yazık ki beyin göçü.

Beyin Göçü

Üniversite mezunlarının ara eleman daha kötüsü vasıfsız eleman muamelesi görmeleri, yıllarca boşu boşuna okuduklarına dair söylemler ve var olan şartlardan dolayı genç beyinler, geleceğin bilim adamları, liderleri ya köreliyor ya da ülkelerini terk etmek zorunda kalıyorlar. Ve hayatlarının en verimli dönemlerini gittikleri ülkelerde çalışarak o ülkenin ekonomik anlamda kalkınmasına katkı sağlayarak geçiriyorlar. Bu durumun en çarpıcı örneklerinden biri de Prof. Dr. Ali Erdemir ‘dir.

Ali Erdemir İstanbul Teknik Üniversitesi Metalürji Mühendisliği’ni okuduktan sonra Amerika’da doktorasını yaparak Türkiye’ye dönmüş ve iş aramaya başlamıştır. Kendi alanında iş bulamayan Ali Erdemir’e bir milletvekili tarafından Türkiye’de layık görülen meslek ise iyi İngilizcesinden dolayı bir otelde resepsiyon memurluğu olunca tekrar ABD ’ye geri dönmüştür. Amerika'da Chicago Üniversitesine bağlı Argonne Laboratuvarın da görev alan Ali Erdemir burada Bilim Nobel’i olarak kabul edilen R&D 100 ödülüne 6 kez layık görüldü. Karbon kaplama teknolojisini icat ederek bilim dünyasında çığır açtı. Böylece Prof. Dr. Ali Erdemir dünyanın en başarılı 100 bilim insanı arasında yerini aldı. İşte Türkiye’deki acı ama gerçek tablo budur. Kim bilir her yıl kaç milyon gencimizi dünyanın en başarılı 100 bilim adamından biri olacak iken diplomalı garson, diplomalı çiğ köfteci, diplomalı güvenlik görevlisi yapıyoruz? Buraya kadar verdiğimiz 3 örnek bile Türkiye’deki eğitim sisteminin vakasını gözler önüne seriyor. Peki, neden başımızdaki yöneticiler eğitimdeki sorunları bir türlü çözemiyor? Eğitim de 97 yıllık zaman diliminde yapılan onlarca müfredat, sınav ve daha nice değişikliğe rağmen sorunlar çözülemedi. Neden? Çünkü eğitim sisteminde şu ana kadar yapılan bütün değişiklikler nitelik ve nicelik bakımındandır. Yapılan hiçbir değişiklik eğitim sisteminin temeline yönelik değildir. Oysaki sorunun asıl kaynağı eğitim sistemimizin üzerine inşa edildiği temeldir. Yani kapitalist-laik eğitim sistemidir. Temelden bozuk olan kapitalist-laik eğitim sisteminin 2 amacı vardır:

1- Müslümanların İslam’a bir ideoloji olarak bakmalarına engel olmak 2- Müslüman gençlerin beyinleri köreltmek (Sömürgeciliğin idamesini sağlamak)

Türkiye’de cumhuriyetin kuruluşu ile kapitalist ideolojiye dayalı laik bir eğitim sistemi uygulanmaya başladı. Bunun neticesinde Müslüman gençler “insan-hayat-kâinat” hakkında konuşmayı unuttular, İslam ideolojisi ve fikrinden uzaklaştılar. Gençlerimiz İslam’ın hayata bakış açısına ve yaşam tarzına zıt olan batıya ait kapitalist bakış açısına ve yaşam tarzına özendirildi. Zira gençlerin İslam’a ideoloji olarak bakması demek; kâfirlerin kapitalist nizam ve kukla yöneticiler ile Müslümanlara yaptığı zulümlere, aşağılanmalara ve sömürgeciliğe son vermesi; Müslümanları yeniden izzetli ve şerefli günlerine kavuşturacak asıl çözüme yeniden Raşidi Hilafet fikrine ulaşması demekti. Bu da sömürgeci kâfirlerin ve kapitalist nizamlarının sonu anlamına geliyordu. İşte bundan dolayı kâfirler Müslümanların zihninden İslam’ın bir ideoloji olduğu fikrini silmek için en etkili yöntemlerden birini, eğitim sistemini kullandılar. Öyle bir eğitim sistemi kurdular ki Müslüman gençleri; düşünmeyen, sorgulamayan, üretmeyen batıdan aldığı bilim ve teknolojiyi dahi geliştiremeyen, sadece taklit ederek üreten ve bunu başarı olarak gören bir nesil yetiştirdiler. Başarılı, yetenekli ve mucit Müslüman gençleri de beyin göçü ya da küresel şirketler aracılığı ile kariyer adı altında 7/24 çalıştırarak kâfirlere daha fazla para kazandıran modern dünyanın köleleri haline getirdiler.

İşte Türkiye’deki eğitim sisteminin gerçek yüzü ve amacı budur. Artık Batı’nın eğitim sistemi ile Müslümanların daha fazla sömürülmesini engellemek, bu duruma bir son vermek, yeniden bu topraklardan bir çağ açıp bir çağ kapatan Fatihler, dünya siyasetini atının nal sesleri ile belirleyen Kanuni Sultan Süleyman gibi liderler, komutanlar, bilim dünyasında çığır açan kitapları 700 yıl boyunca Avrupa’da tıp alanında temel kaynak olarak okutulan İbni Sina gibi bilim adamları ve âlimler yetiştirmek istiyorsak çözüm ortadadır. Çözüm; bu değerli liderleri, komutanları, devlet adamlarını, bilim adamlarını ve âlimleri İslam Devleti’nin gölgesi altında İslam ideolojisi ile şekillendirerek İslami şahsiyetler olarak yetiştiren ve parlatan İslami eğitim sistemidir.

Bu örnekleri çoğaltabiliriz lakin sadece bunlar bile İslam akidesinden beslenen Müslümanların dünya ve ahireti mezcedebilmeleri, eğitime, bilime, ve gelişmeye ne denli önem vererek alemin gidişatına yön verdiğinin delillerindendir. Bugün de Müslümanların üzerine düşen, batının kokuşmuş hadaratını taklit etmek değil, kendi hadaratını esas alarak geçmişte olduğu gibi tekrar dünyaya aydınlık saçmaktır. Bunun da yegâne yolu Allah’ın kitabına ve Peygamber’inin (sav) sünnetine sımsıkı sarılarak yeniden Raşidi Hilafet Devletini kurmak ve bunun için çalışmaktır.

مَنْ كَانَ يُر۪يدُ الْعِزَّةَ فَلِلّٰهِ الْعِزَّةُ جَم۪يعاًۜ “Her kim şan ve şeref istiyorsa bilsin ki, şan ve şeref bütünüyle Allah’a aittir.” [Fâtır 10]

Zeynep Deniz