Orta Çağ döneminde Batı’da ehli kitabın birçoğu (din adamları dışında) okuma-yazma bilmezdi. Okuma-yazma, halkın belli bir kesimine kiliselerde din adamları tarafından öğretilirdi. Okuma-yazmanın yanında verilen “eğitim” ise dini hurafelerden öteye taşımayan, beyin uyutan bir yapıya sahipti. Didaktik edebiyat kategorisine giren hikâyeler veya farklı dinlere ve görüşlere ait metinler, din adamları tarafından duyulup ele geçirildiğinde, hiçbir akli gerekçe gösterilmeden kötülenir, suçlanır veya yakılırdı. Din adamları sürekli olarak vaazlarında farklı dinleri karalar, kötülerdi. Ehli kitap, din adamlarının korkusu ve baskısı yüzünden başka bir kültüre ait bilgiyi okuyup araştırmazdı. Hatta o dönemde okuma-yazma bilmenin, insanın başını belaya sokmaktan başka bir şeye yaramayacağı düşünülürdü.
Fakat zaman geçti ve ibrenin yönü değişti. Rönesans dönemine yaklaşıldığında Batı’da edebiyat, kahramanlık hikâyeleri, laiklik, lirizm (saray sözleri) gibi metinler, dini tiyatro (alaylı), din adamlarının tüm uğraşlarına rağmen halk arasında yayıldı. Oldukça rağbet gören tiyatro yoluyla halka, kendine zulmeden dinin kurallarından uzaklaşılarak dinden bağımsız yaşamanın gerekli olduğu öğretildi. Tanrının değil insanın hâkim olduğu bir düzen anlayışı, ferdiyetçilik, reform düşünceleri benimsenirken incilin içeriğinin doğruluğunun keşfedilmesi gerektiği, insanlığın oluşumu ve bunun gibi daha birçok konu da alenen tartışılır oldu. Baskı ve matbaanın icadı ile bu fikirlerin yayılması hız kazandı.
Böylece Batı Avrupa’da dinin sömürüsünden ve baskısından kurtulabilmek için, “inanç hürriyetine” karşı koşulsuz bir “optimizm (iyimserlik)” geliştirdi. İşte inanç hürriyeti fikrinin temelinde yatan gerçek budur. Dini koruyan değil, bilakis dini hayatından uzaklaştıranlar inanç hürriyeti ile fertleri korumak amacını taşımaktaydı. Tüm bunların neticesi olarak da “Aydınlanma Çağı’nın” en önemli konusu, Tanrının değil, beşerin hâkimiyeti konusu oldu. Yani Tanrının varlığı inkâr edilmedi ancak insanın dünyevi iş ve amellerine müdahalesi hayattan uzaklaştırıldı. Başka bir olası fikrin/çözümün düşünülmesine bile izin vermeden, vurgulanan demokrasi, laiklik, kapitalizm gibi fikirlerle insan her şeyi yönetir oldu. Batı, dünyayı laiklik ve kapitalizm sayesinde düzelteceğine inandı. İşe de Tanrının egemenliğine savaş açılarak başlandı.
Ehli kitap, dinin bir anda hayata müdahalesinin yok olması karşısında karamsarlığa ve hayal kırıklığına uğradı. Laik devlet halka bu yeni fikirleri dayatırken zorlanmadı. İnancı akla değil, vicdana dayalı olan halka, dinin katı kurallarına şiddetle tepki gösteren klasik edebi metinler, kitaplar ve bilimsel çalışmalar sunuldu. İncilin içeriği ile taban tabana zıt olan bu çalışmalar halkın laiklik fikrini benimsemesine kolaylık sağladı.
Tüm bunlara rağmen dindar kalmayı tercih eden halkı dizginlemek için “kişisel özgürlük” fikri öne çıkarıldı. Böylelikle laiklik esasına kayıtlı kalmak şartı ile toplumda her türlü duygu ve düşüncenin ifadesine izin verildi. Laiklik, Batı’nın kırmızıçizgisi haline getirildi. Halka laiklik ve demokrasiyi empoze etmek için, laik devletin açtığı okullarda, tarihe nasıl bakılması gerektiği, dine karşı tutum, muhalif olmak, benliğini yüceltmek fikirleri ders olarak okutuldu. Demokrasi fikri, dini parçaladıktan ve hayattan uzaklaştırdıktan sonra farklı akımların ortaya çıkmasına da sebep oldu. Bu akımlar uğruna verilen sosyal mücadele yoluyla demokrasinin işleyişi desteklenmeye çalışıldı.
60’lı yıllarda “gençlerin isyanı”, Doğu ve Batı bloğu arasındaki soğuk savaş, enerji krizi, ekonomik buhran, tüm alanlarda sekülerleşme, kadın-erkek eşitliği, savaşlar, katliamlar… Demokrasinin ve kapitalizmin getirdiği dünya için karanlığın dibi oldu. Pratikte henüz yürürlükte olan kapitalizmin aşırılıkları ve çelişkileri, bu ideolojinin fikri olarak sonunu hazırladı. Tıpkı geçmişte Allah’ın ﷻ pak dinini tahrif ederek oluşturulan hristiyanlığın ve yahudiliğin kendi kendini bitirdiği gibi…
Geçmişte din adamlarının bekası için İslam karalanıyordu. Günümüzde demokrasinin ve kapitalizmin bekası için yine İslam’a ve Müslümanlara saldırılar gerçekleşiyor. Aklı kutsallaştırarak aydınlığa ulaştığını iddia eden Batı, konu İslam’ın doğruluğunu veya yanlışlığını aklen ortaya koymak olduğunda, aklı neden devre dışı bırakıyor? Kayıtsız şartsız, Allah’ın ﷻ hâkimiyetini reddetmekle övünmek, Allah’ın ﷻ hâkimiyetini reddetmek için yeterli bir ikna sebebi olabilir mi?
İslam, yalan ve iftiralarla kirletilemeyecek kadar değerli ve akli bir ideolojidir. Batı’nın İslam’a karşı yaptığı karalama ve iftiralar, fikrinin zayıflığındandır! Bugün benliğini ve beşer aklını yüceltmeyi kırmızıçizgi olarak gören Batı, bunun bekasını sürdürme telaşındadır. Ancak kulluğunu, küçüklüğünü kabul edip akletmeye başladığında, yanıldığının farkına varacak ve sonunda İslam’a sığınmaktan başka çare bulamayacaktır. Bugün İslam’ın, başta Avrupa olmak üzere, dünyada en hızlı büyüyen din oluşu bunun ispatıdır.
Zihniyeti ne olursa olsun, İslam’ın muhatabı insandır. Batı, kapitalizmden önceki haliyle de İslam’a muhtaçtı, fakat ona karşı kör ve sağır davrandı. Şimdiki haliyle ise çok daha muhtaç. Batılıların yaşadıkları toplum, hayatları, tarihleri, kültürleri, pek çok farklı ideolojileri kendilerini hiçbir zaman mutlu etmeye yetmedi. Dinlerinden geriye, Tanrıyı kendilerine tahsis etmekten ve üçlemekten başka hiçbir şey bırakmadılar. Onu da hayatlarından kovdular. Allah ve peygamber inancını dahi, akli delile dayalı, kesin tasdik ile kavrayıp tasdik edebilmiş değiller. Dini inkâr etmeye vicdanları el vermediği gibi, dosdoğru din olan İslam’ı da kabul edemiyorlar. Zira ilahlaştırdıkları beşer akılları buna şimdilik müsaade etmiyor. Geleneklerinin etkisi altından kurtulup Allah’ın ﷻdavetini dinlemeye hazır hale geldiklerinde icabet etmeleri duası ile:
﴿قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ تَعَالَوْا اِلٰى كَلِمَةٍ سَوَٓاءٍ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ اَلَّا نَعْبُدَ اِلَّا اللّٰهَ وَلَا نُشْرِكَ بِه۪ شَيْـٔاً وَلَا يَتَّخِذَ بَعْضُنَا بَعْضاً اَرْبَاباً مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُولُوا اشْهَدُوا بِاَنَّا مُسْلِمُونَ﴾ “De ki, ey ehli kitap! Bizim ve sizin aranızda eşit olan bir kelimeye gelin. Yalnız Allah’a kulluk edelim. O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım; Allah’ı bırakıp birimiz diğerini Rab edinmesin.” [Al-i İmran 64]
Zahide Çetinbudak