ACIMIZ ÇOK BÜYÜK, YARALARI BERABER SARACAĞIZ
21 Şubat 2023

ACIMIZ ÇOK BÜYÜK, YARALARI BERABER SARACAĞIZ

Yaklaşık onbeş günden beri Kahramanmaraş merkezli 10 ilimizi ve Suriye’yi etkileyen deprem nedeniyle çok şey yazıldı-çizildi, konuşuldu yorumlar yapıldı ve hala yapılmaya devam ediyor. Bazen insanın boğazı düğümlenir; konuşmak ister konuşamaz, yutkunmak ister yutkunamaz, nefes almak isterken içi daralır, dışarı çıkmak ister aklı evde kalır, eve gelir sığamaz, eli kolu bağlanır. İşte böyle değişik, karışık ifade edilmesi güç durumlardayız. Yüreğimiz “Ömrümden o kadar kış geçti hiç bu kadar üşümedim” diyecek kadar paramparça oldu. Allah’ın (svt) gücü karşısında ne kadar aciz olduğumuzu iliklerimize kadar hissettik. Sıkıldığımızı düşündüğümüz her gün yaptığımız şeyler; akşamdan artan yemeği dolaba koymak, kitap arasına ayraç koymak, çalışma masamıza not asmak, yarın için plan yapmak ne değerliymiş aslında bunu acı bir tecrübeyle bir kez daha anladık. Rabbim depremde ölenlere rahmet, yaralılara ve hastalara acil şifalar, diğer depremzede kardeşlerimize de sabırlar ihsan etsin.

Çok büyük bir felaket yaşadık. 6 Şubat 2023 günü depremin sarsıntısıyla sarsıldık, üzüldük, ağladık, içimiz yandı, Kur’an okuyup dualara sarıldık. Depremzede bir bacı; “Depremin en büyüğünü, en acısını yaşadım. 7 yılda özenerek yaptırdığımız evimiz bir dakikada yok oldu. Dizime kadar karda çıplak ayaklarla evimizin, gözlerimizin önünde çatırdayarak birbirinden ayrıldığını izledim. Can havliyle üzerimizdeki incecik kıyafetlerle kendimizi dışarı zor attık. İçine bir bardak dahi koyamadığımız mutfak dolaplarımız, özenle seçtiğimiz parkeler, bembeyaz fayanslarımız öylece kaldı içeride, sadece canımızı aldık çıktık. Sonumuz mezar da olabilirdi, dünya bu kadar işte! O an evlatların ve canından başka hiçbir şey görmüyor gözün. Lüks ev, lüks eşya, marka kıyafetler, taksitle aldığın halılar, son moda olacak dediğin koltuklar hepsi boşmuş.” diye durum tasviri yapmış. Rabbim yar ve yardımcıları olsun. Onların acısını bizler de yüreğimizde hissettik. Bu yazılanların benzeri binlerce hayat hikâyesi, binlerce dram var deprem bölgesinde. Bazıları da kurtarılmayı beklerken hikâyeleriyle birlikte veda ettiler belki de hayata. Dile kolay on bir şehir ve binlerce, on binlerce insan o şiddetli sarsıntıyı yaşadı. Kimileri canını zor kurtardı, kimileri günlerce göçük altında kalarak kurtarma ekiplerinin çabasıyla kurtarıldı, kimilerinin cansız bedenine ulaşıldı, kimilerinin ise henüz cansız bedeni bile bulunamadı. Kahramanmaraş, Adana, Gaziantep, Malatya, Osmaniye, Diyarbakır, Şanlıurfa, Kilis, Hatay, Adıyaman ve Suriye’de hissedilen iki büyük deprem, Türkiye’nin GAP bölgesini ve Suriye’nin bir tarafını yıktı geçti. Mezopotamya haritadan silindi. Türkiye olarak tarihin en büyük felaketlerinden birisini yaşadık. Bu zor günlerde yaralarımızı birlikte saracağız. İnşallah Ümmet olarak birlik ve beraberliğimizle hissettiğimiz bu acı ve üzüntünün güçlü bir şekilde üstesinden geleceğiz.

Depremin ilk anlarından itibaren Köklü Değişim olarak bizler de sahadan-duaya her alanda depremzede kardeşlerimiz için elimizden geldiğince yardımlarına koşmaktayız. Onların yaralarının sarılması için gücümüz nispetinde gerekenleri yapmaktayız. Zor zamanlar insanları yakınlaştırır. Biz de bu depremde Ümmet olarak yardımlaşmanın, dayanışmanın, zor gününde kardeşinin ihtiyacını karşılamanın en büyük örneklerini gördük, yaşadık ve yaşamaya devam ediyoruz. Elhamdülillah, biz Müslümanlar olarak bu değerlerimizi muhafaza ediyoruz. Endonezya’dan Fas’a nerede Müslüman varsa hepsi de yardıma koştular, hepsi de ellerinden geleni maddi- manevi, gerek bedenle gerek duayla yapabilmek için yarıştılar. Rabbim zor anında dayanışma içinde olan, Müslüman kardeşlerinin ihtiyaçlarını gidermek için canla başla çaba sarf eden herkesten razı olsun. Ümmet bilincinin insanlarda yeniden hayat bulması için, sımsıkı sarılacağız ve yaralarımızı birlikte saracağız.

Peyami Safa’nın bundan yaklaşık 85 yıl önce yaptığı deprem yorumuna bakacak olursak: “Zelzele geçti. Hele şu açıkta titreşen vatandaşları bir çatı altına soksak olur, biter. Bu da geçer yahu! Demeyelim… Geçmez bu geçmez! Bir gün Adana’yı sel basar, başka bir gün Erzincan’ı zelzele yıkar, daha başka bir gün limansız Karadeniz kıyılarımız önünde vapurlar batar. Rüzgara: Esme!, sulara; Taşma! Toprağa; Sallanma! Diyemeyiz… Bu problemleri maddi ve manevi unsurlar arasındaki ilişkilerin tamamına ait prensiplerle halletmezsek; rüzgâr eser, sular taşar, yer sarsılır ve bütün memleket asırlardan beri olduğu gibi yer yer yıkılır. Erzincan harabesine döner.” (1939 Erzincan Depremi) yorumu oldukça manidardır. Bugün de depremle ilgili durumda fazla bir değişiklik görülmüyor. Bana, “çaresizliğin resmini çizer misin” deseler, deprem sonrası gördüklerimiz derim. Her evde cenazeler var, apartmanlardan, sitelerden kaç cenaze çıkıyor belli değil. Yakınlarını kaybeden insanlar, yıkıntıların arasından ailelerine ait, küçük de olsa bir hatıra eşya bir fotoğraf bulabilmek ümidiyle günlerdir enkaz başında bekliyorlar. Enkazdan çocuğunun montunu bulan bir baba ağlamaktan, çaresizlik içinde çırpınmaktan çılgına dönüyor. Her enkaz yığınının altında onlarca, yüzlerce dram yatıyor. Bunları yaşamak; elbette benim burada kelimelere sığdırmaya çalıştığım kadar kolay değil. Deprem bölgesinde başını nereye çevirsen çaresizliğin resmi insanın içine işliyor. Yıllar geçse de bazı acılar geçmek bilmiyor. Depremzedeler için o anı yaşamak, hayatları açısından büyük bir dönüm noktası olmuştur. Bundan sonraki ömürlerini “Depremden önce ve Depremden sonra” diye acılarını unutamadıkları cümleler ile ifade edeceklerdir.

Peki, bunca acının tedavisi nasıl olabilir? Kendisi de aciz olan insan, acılar içinde kıvranan kardeşinin maddi ihtiyaçlarını karşılamasına destek olmak ve birkaç teselli cümlesi kurmak dışında yaralarına ne kadar merhem olabilir ki? Akleden insan için en büyük teselli en büyük dayanak, sığınılacak liman, yaraların en tedavi edici ilacı, yüce Yaratıcıya sığınmaktır. İnsanda, tedeyyün içgüdüsü böyle anlarda kendisini çok net bir şekilde göstermektedir. Depremden sağ kurtulanlardan bazıları kendilerinin namaza başlayacaklarını, tesettüre gireceklerini İslami bir hayatı tercih edeceklerini ilan etmektedirler. İnsan, insanı nereye kadar teselli edebilir ki en büyük teselli, tevekkül, tedavi edici olan Rabbimizdir. Rabbim hayırlı bir dönüşle bütün insanları kendisine döndürsün.

Şüphesiz ecel, Allah’ın (svt) takdiridir. Ondan kaçış, kurtuluş yoktur. Dünyaya kulluk için gelen süresi dolunca bu dünyaya ait ne varsa hepsini bırakıp gidecektir. Dünya için mücadele ederken, ahiret azığını unutmamalıdır. Yerin üstü, en uzun yaşayanlar için ortalama yüzyıllık yaşanabilen bir mekân iken, yerin altı daimidir. İnsan hafta sonu için bir seyahate çıkarken yanına bir takım kıyafet hazırlıyorsa 15-20 gün veya 1 aylık seyahate çıkarken valizler dolusu eşya hazırlamaktadır. Deprem bizler için bu gerçekleri görmeye ve yüce yaratıcımıza kulluk bilincimizi gözden geçirmemize vesile olmalıdır. Deprem altından çıkan bazı insanların ölüm şekilleri de büyük ölçüde ibretliktir. Ölüm hallerinin ekranlara yansımasından gördüğümüz kadarıyla; kimileri elinde tesbih Allah’ı (svt) zikrederken, kimileri secdede namaz kılarken, kimileri dua ederken, kimileri şahadet parmağı havada kelime-i şahadet getirirken, kimileri oruç tutmak için sahur yaparken ölmüşlerdir. Rabbim onları ve imanla, ibadet üzere ölen bütün Müslümanları hem dünya hem de ahiret şehidi eylesin. Bundan da anlaşılmaktadır ki; bu insanların harcı İslam ile yoğrulmuştur. İnsanları, İslam’dan uzaklaştıran kapitalist sistem yüzyıl boyunca hayatlarından İslami değerleri sökememiştir. Harcı kapitalizm gibi Allah’tan (svt) olmayan bir nizam, kendi döneminde inşa edilen o yüksek katlı binalar gibi heybetli ve şatafatlı görünse bile tıpkı onların akıbeti gibi yerle yeksan olacaktır. Kâfirler hoşlanmasalar dahi Allah’ın (svt) dini yeryüzüne hâkim olacaktır. Biz Müslümanlar, Allah’ın (svt) vaadine güveniyoruz o günler mutlaka çok yakındır. İşte o zaman yer-gök tekbirlerle inleyecektir. Daimen Allah-u Ekber!