Üniversiteli Genç Kızlarımız "Deizm" Konulu Panel yaptı
Köklü Değişim Medya
Esra Atabey’in moderatörlüğünü yaptığı programda İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi İslami İlimler öğrencisi Feyza Yıkar ve Lise dördüncü sınıf öğrencisi Hatice Uluşık panel konuşmacısı oldular. Hatice Uluşık; Deizm’in ortaya çıkışından bahsederken şu ifadelere yer verdi:
‘’Yaradancılık anlamına gelen Deizm, evrenin bir yaratıcı tarafından yaratılıp daha sonra bu yaratıcının insanı kendi başına bıraktığını kabul eden felsefi bir akım veya inanç biçimidir. Deizm’in fikir babası 17. yüzyılda yaşayan İrlanda’lı John Toland isimli Katolik bir ailede doğan bilim insanıdır. Deizm’in ortaya çıkışı ve yayılışından sonra anlam karmaşalarını engellemek amaçlı deizm 3 gruba ayrılmıştır. 1) Pandeizm: Her şey tanrının bir parçasıdır
Panandeizm: Evrenin kendisi tanrıdır
Spiritüel Deizm: Doğa ile birleşme, meditasyon gibi durumları barındırır...
Bu fikirlerle tüm dünyaya yayılan Deizm, ilk derneğini Washington’da Mount Rainier Ulusal Park sınırları içinde Deist Mantık Merkezi olarak açmıştır. Amaçları tüm Dünya’ya yayılmak olan dernek kurucularının Türkiye’ye kadar ulaştıklarını biliyoruz. 18. Eylül 2018 tarihinde İstanbul Valiliği’nden onay alan dernek resmi olarak faaliyetlerine başlamıştır. Derneğin başkanlığını yapan Özcan Pali açılışta şu cümlelere yer verdi: “Bizler Adem ve Havva gibiyiz. Hiçbir dine mensup değiliz. Onların ne dini ne kitabı ne de peygamberi vardı.”
İkinci konuşmacı olan Feyza Yıkar ise Deizm’e karşı İslam fikrinin tek ve hak olduğunun delilleriyle şu ifadeleri kullandı:
“Kur’an’ı Kerim’in hak kitap olduğu konuşulmadan önce Allah’ın varlığı kanıtlanır ve gösterilir. Öncelikle Deizmin inkâr ettiği dini kanıtlama yoluna gidelim... İnsan yaratılış itibariyle istek ve arzularla yaratılmış ancak bu insan kısa bir süre sonra ölüm gerçeği ile yüz yüze kalmaktadır, dolayısıyla insan beyni “Nereye gidiyorum” sorusunun cevabına muhtaç kalır. İnsan yaratılış itibariyle “Nereden geliyorum? Nereye gidiyorum? Neden yaratıldık?” sorularını sorabilecek düzeyde bir beyinle yaratıldı. Bu sorular Ayşe’nin Ali’nin soruları değil insan olma hasebiyle sorulan sorulardır. Yani bu soruları herhangi bir hayvan sormaz. Sonuç olarak dünya hayatı, öncesi ve sonrası ile ilgili bilinmezliğin cevabını ancak dinler vermektedir. Bizler yaratılış itibariyle dinlere muhtaç yaratıldık eğer yaratıcı bizi yiyip içip yatmamız için tabiri caizse hayvanlar gibi yaşamamız için yaratsaydı bizi hayvanlara verdiği düzeyde beyin ile yaratırdı. Bizleri suya muhtaç şekilde yaratan yaratıcı bize su verdi, yiyeceğe muhtaç şekilde yarattı ve bin bir çeşit nimet verdi. Şimdi ‘dine’ muhtaç şekilde yaratan yaratıcının bize din vermemesinin hiçbir mantıklı açıklaması olamaz. Peki, Yaratıcı din gönderiyorsa bu din nasıl olmalıdır? Alternatiflere baktığımızda Allah’ın varlığına baştan inanıyorsak Allah’ı merkeze koyan bir din olması gereklidir. Allah’ın varlığını her şeyden üstün gösteren bir din olması lazımdır zaten bu kriteri koyduğumuzda dünyada İslamiyet, Yahudilik, Hıristiyanlık gibi dinlerin dışındaki inançlar otomatik olarak elenmektedir. Materyalist yaklaşımları, salt Allah’ı inkâr eden yaklaşımların hepsinin elenmesi kaçınılmaz olur. Gerçek anlamda Allah’ın varlığını her şeyden önemli olduğunu söyleyen bunu merkeze koyan bizim tek tanrılı dediğimiz dinlerin kitaplarını aklı ve vicdanı hakem kılarak incelediğimizde mantık üzerine karşılaştırdığında Kur’an’ın Allah’ın gönderdiğini ve koruduğunu anlaması çok kolay olacaktır. İslam’ın hak din oluşunun deliline gelecek olursak Kur’an’ın içeriğini inceleyip’ bunu o zamanda bir insan söyleyebilir mi?’ Sorusunu sormak lazımdır. Şöyle düşünelim; peygamberimiz döneminde Babillerde olduğu gibi gözlem ve araştırma imkânları yoktu, eski Yunanlılar gibi felsefe yok ve bilim yoktu. Kendisinden önceki toplumlardan bile geri kalmış bir toplumdan bahsediyoruz. Bir bakıyorsunuz ki ortaya konan Kur’an’da Evren’in genişlediği gibi muazzam bir bilgi var, fizik açısından bakılırsa tarih boyunca birçok felsefeci “evren sonsuzdur” demiştir. Aristo gibi bir kısım felsefi düşünürler “Evren’in dinamik sınırları vardır” demişlerdir. Ancak henüz 1900’lü yıllarda genişleyen bir Evren’de olduğumuzu anlamış bulunmaktayız oysa bunu kuran 1400 küsür yıl önce söylemiştir. Nur Suresi 40’ıncı ayetinde karanlıkla ilgili, “öyle bir karanlık ki (insan) elini kaldırsa neredeyse onu bile göremez” diyerek denizlerin altındaki karanlıktan bahsediyor ve ‘üstünde dalga üstünde dalga vardır’ buyuruyor. Şimdi düşünelim denizle içli dışlı olan kimseler olarak çöldeki kimseyle aynı değiliz kastım budur. Ama şahsen bana karanlıkla ilgili bir örnek ver deseler aklıma denizin altı gelmez örnek olarak bodrum katını, geceyi veririm. Çünkü bana göre denizin altı karanlık değildir denizin 3-4 m altında yüzsek bile güneş ışınlarını, balıkları görebiliriz. Ancak bilimle birlikte güneş ışınlarının suda kırıldığını ve deniz altı ve oksijen tüpleriyle denizin en derininde güneş ışınlarının olmadığı kanıtlanmıştır. Dünyanın üçte ikisinin denizlerle kaplı olduğunu düşünürsek eğer en karanlık yerin denizlerin altı olduğu bilinir dolayısıyla dünyanın büyük bir kısmı karanlıktır ve karanlıkla ilgili verilebilecek en güzel örnek denizdir. Dalga üstünde dalga vardır buyrulur, bilimle birlikte denizin farklı katmanlarında dalga üstünde dalga vardır. Bunu bir beşerin yazması imkânsızdır ve Kur’an’da daha nice mucizevi ayetler vardır, “bakmasını ve akletmesini bilenlere…”
Konuşmacılar sözlerini tamamladıktan sonra soru cevap etkinliği yapıldı ve etkinlik sonucunda özelde Türkiye Müslümanlarında genelde tüm dünya Müslümanlarında Deizm(ateizm, agnostizm) vb. inançların gençler için sorumluluklardan kaçış kapısı olduğu, bir dine inandıkları takdirde o dinin gerekliliklerini yerine getirmek yerine geçici olan dünya nimetlerinden faydalanma gafletine düştükleri örneklerle açıklandı. Ve şu ayet ile programa son verildi:
“Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir.” [Ahzap 72]